- Kültür-Sanat
- 09.05.2025 15:21
Farklı korku kitapları ile Türk Edebiyatına yeni bir soluk kazandıran senarist ve yazar Şafak Güçlü “Türkiye’nin ilk İslami-Anadolu Korku Romanı serisini başlattım. Siccin Amel Defteri romanımı yayınladım. Türk korku edebiyatında yine yeni bir kulvar başlatmış oldum” dedi
ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ
Türkiye’de bir ilke imza atarak Anadolu-İslami tarzı korkuyu edebiyata kazandıran senarist yazar Şafak Güçlü yedi romana imza attı. Yeni kitabının müjdesini de röportajımızda veren Güçlü, “Şu an hem SicciN romanımın ikincisini hem de Dark Lord serisinin ikincisini yazıyorum” dedi. 2004 yılında Türkiye’nin ilk cin temalı İslami-korku filmi ‘Büyü’yü kazandıran Güçlü, Hollywood’da Biray Dalkıran ile birlikte Melez (The Crossbreed) filmine imza attı. Güçlü, The Crossbreed 2 için, “Şu an için tarih veremem ama daha iyi işlerin geleceği müjdesini verebilirim. Biray Dalkıran, Çağlar Sevinçhan ve Asuman Şener Dalkıran şu an Los Angeles’da yeni çalışmaların hazırlığını yapıyor” diye konuştu.
Sizin ağzınızdan Şafak Güçlü kimdir?
Şafak, 1978 İstanbul doğumlu. Aslında sanat hayatına sonradan girmiş biri değil. Hep sanatın içinde var olmuş biri. 5 yaşımda oyunculukla, 6 yaşımda piyano ile tanıştım. Ve o günden sonra hep sanatın içinde oldum. Oyunculuk, müzisyenlik, TV ve radio programcılığı ve en son yazarlık derken sanatın içinde 36 yılı devirmek üzereyim.
Bir senarist olarak pek çok tarzda başarılı senaryolar yazdığınızı biliyorum. Fakat benim daha çok ilgimi çeken kısmı ‘korku’ siz bu noktada Türk sinemasında devrim yaparak İslami korku tarzını yarattınız. Oldukça da ilgi gördü. Bu başarının arka planı nedir? Nasıl kararlar aldınız nasıl yapmaya karar verdiniz? Bunun hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Kendimi bildim bileli bir korku filmi fanıyımdır. Daha çocukken gece ellerimle gözlerimi kapatır ve Elm Sokağı Kabusu’nu izleyerek büyüdüm. Hatta orta son sınıftayken pembe dizi gibi arkası yarın süregelen bir dizi korkunç rüyada gördüm. İşte aslında tüm alt yapılar zaman içinde gelişmişti. Elim kalem tutmaya başladıktan sonra … “Bende korku filmi yazacağım, yapacağım.” diye dolanmaya başladım. Tabii herkes gülüp alay ediyordu. Türkiye de korku olmaz diyerek. 2003 yılında 17 ağustos konulu 7 kadın hikayesinden oluşan bir dram senaryosu yazıyordum. Birlikte çalıştığım Servet Aksoy da korku tutkunu bir adamdı. İki korkucu bir araya gelince biz dramdan çok korku filmi tasarlamaya başladık. Sonunda yapımcımıza sunduk kafamızdakileri ama o bu işi yapacaksak bizden yapalım diye geri çevirdi. Bende o gece tüm gecemi düşünerek geçirdim. Tesadüfen o gece bir magazin programında o dönemin popüler konusu olan medyumlar ekrandaydı. O an medyumdu büyüydü derken aklımda bir ışık yandı. Hemen Kuran-ı Kerim’i açtım. Ve Bakara suresinde açıkça yazılan “Büyüyü yapanda yaptıran da cennetten nasip alamayacaktır!” ayetini okudum. Artık kafamda konuda proje de hazırdı. Ertesi günü şirkette toplandık ve “Büyü” fikrini önerdim. Tamamı İslami kaynaktan olan ve Anadolu’da da çokça karşımıza çıkan bir konuydu. Biz filmin üzerinde çalışırken aslında fark etmeden Türkiye’nin İlk İslami-Anadolu korku filmini ortaya çıkarmış olduk. Tuhaftı ama harika bir duyguydu! Bu arada büyük bir gururla söylemeliyim ki. Büyü filmi Türk korku literatürüne ilk Türk korku filmi olarak girmiş olmanın yanında 10 yıl birçok muadiline rağmen izlenme sayısı olarak 1. sırada kalmıştı. Ta ki 2015 yılına kadar. 2015 de Siccin ve ‘2016 da Dabbe filmleri de bu listeye katıldı. Ve ne mutlu bana ki yıl 2020 de hala ilk’de olan bir film…
Çok sayıda korku kitabına imza attınız. Bunlardan isterseniz okurlarımıza söz edelim...
Aslında kitap da sinemaya bağlı olarak ortaya çıktı. Filmler çekim kalitesi ve maddi olarak istenildiği gibi çekilemiyordu. Ya bütçeler ya senaryo ya da konular basitti. İzleyiciler sürekli Büyü konusu çevresinde dönen öykülerden sıkılmıştı. Ben de radikal bir karar aldım ve 2014’te Lohusa Ümmü Sübyan ile Türkiye’nin ilk İslami-Anadolu Korku Romanı serisini başlattım. Ve aradan 6 ay geçmeden Siccin Amel Defteri romanımı yayınladım. Bu alanda ilk kitap olunca hemen muadilleri gelmeye başladı. Baktık ki gerçekten ilgi büyük hemen 6 ay sonra Karabasan adlı romanım çıktı. Böylelikle 1 yıl içinde 3 roman çıkarmış oldum ve Türk korku edebiyatında yine yeni bir kulvar başlatmış oldum. Tabi onların ardından Büyü ve Vesvese adlı romanlarım çıktı. Son olarak 2020 hemen başında Fobos Yayınlarından Yine Türk Edebiyatında bir ilk olan gençlik korku romanı dizisi Dark Lord “Üç Harfliler” ve Çocuklar için onların yaş ve gelişimlerine uygun Korku Avcıları isimli bir korku macera kitabı çıkardım. Toplam da 7 roman basmış oldum.
Kitaplarınızdan söz ettik. Bu röportajı okuyan okurlarımız heyecanlanmıştır. Yolda yeni bir kitap var mı?
Olmaz mı elbette var. Bu zor dönemlerde mecburi evlerde kalışlarımızı kendim için bir artıya çevirmeye çalışıyorum. Şu an hem SicciN romanımın ikincisini hem de Dark Lord serisinin ikincisini yazıyorum. Ayrıca 8 yıldır verdiğim yazarlık ve oyunculuk eğitimlerimde kullandığım tekniklerden bir yazarlık projesi oluşturdum. Aslında bu proje yurt dışında vermeyi planladığım bir projeydi. “HAYATINI YAZSAN ROMAN OLUR!” Fakat bu zor zamanlarda evde oturan insanlarımıza yeni bir uğraş kazandırmak ve hobi katabilmek için, hatta belki de bu krizi kendisi için bir başarı öyküsüne dönüştürmek isteyenler için. Bu yazarlık eğitim serimi kendi Youtube kanalımdan ders videoları haline dönüştürüyorum. Kim bilir belki de tu tekniklerle benimle ders çalışan dostlardan karantina sonrasında yeni yazarlar kazanmış olabiliriz diye düşünüyorum. En geç 1 Nisan’da Youtube adresimden eğitim videolarını paylaşmaya başlayacağım ve yeni yazarları ücretsiz bir şekilde tüm halkımıza kazandıracağım..
Sinemaya dönecek olursak.. Türkiye’de korku filmlerine ilgi oranı nedir? Korku film sektörünün Türkiye’de ki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Oldukça iyi aslında. İyi bir korku filminin maksimum 650 bin izleyicisi var. Elbette dram ya da komedi filmleri gibi milyonları geçen bir izleyici kitlesi henüz yok ama eğer iyi ve kaliteli işler yaparsak, sadece bir çatı üstünde durmadan kendimizi geliştirebilir ve bu türe para harcamayı becerirsek eminim ki çok daha fazla izleyiciye ulaşacağız.
Amerika’da Biray Dalkıran ile giriştiğiniz ve bundan 2 yıl önce yayınlanan tamamlanan Melez (TheCrossbreed) filminden beklediğiniz başarıyı elde edebildiniz mi?
Gişe anlamında elbette ki çok üst seviyelere taşınamadı ama bu film hem Biray hem de benim için bir testti. Hollywood’da bunu iki Türk’ün yapabileceğini göstermiş olduk. Ayrıca birçok korku film festivalinde ödül de aldı. Bu gelecek için umut verici.
‘The Crossbreed 2’ projesi ne durumda? Korku filmi sevenler olarak ne zaman izleyebileceğiz?
Şu an için tarih veremem ama daha iyi işlerin geleceği müjdesini verebilirim. Biray Dalkıran, Çağlar Sevinçhan ve Asuman Şener Dalkıran şu an Los Angeles’da yeni çalışmaların hazırlığını yapıyor. Şu korona belasından kurtulur kurtulmaz hemen harekete geçeceğiz.
Son olarak bu röportajı okuyanlar için neler söylemek istersiniz?
Oldukça zor zamanlardan geçiyoruz. Bu virüs bize dünyanın en güçlüsü de olsak aslında hiçbir şey olmadığımızı sert bir tokat atarak gösterdi. Kişisel kibir ve egolarımızı bırakıp toplumsal birlikteliği sağlamayı yeniden öğrenmemiz gereken zamanlar. Sevdiklerimize ve diğer ihmal ettiğimiz her şeye daha bir özen gösterme zamanı. Ben toplum karşısında sorumluluğu olduğunu düşündüğüm biriyim ve onlara verebilecek bir şeylerim varsa bundan asla kaçınmıyorum. Burada çok basit gibi görebileceğimiz bu yazarlık eğitim videolarım bile aslında insanların kafasını dağıtıp başka bir şeye yönelmesi için bir fırsattır. Bence diğer sanatçı dostlar da kendi alanlarında çalışma videolarıyla buna katkı sağlayabilir.