Sayfa Yükleniyor...
6 yaşından beri Avusturya’da yaşamını sürdüren müzisyen Nazım Karakuş ile sanata, yaşama ve hayata dair söyleşi gerçekleştirdi. Karakuş, Avrupa’nın sanat ve sanatçıya bakış açışına değindi
Yaşanan bu pandemi sürecinde sanatın her dalından insanlara ulaşarak söyleşi ve haberler yapmaya çalışıyoruz. Bu konuda ne kadar başarılı olup olmadığımıza, bizleri takip edenler karar verecek. En azından ses olmaya çalışmak, hiç yoktan iyidir diye düşünüyorum. Bu hafta, Türkiye’de doğan ama 6 yaşında ailesi ile birlikte Avusturya’ya göç eden gurbetçi müzisyen Nazım Karakuş ile sanat, yaşam ve hayat üzerine konuştuk. Pandemi sürecinden, sanat yaşamına kadar sorduğumuz tüm sorulara içten yanıtlar veren Karakuş ile yaptığımız o söyleşinin detaylarını siz değerli okuyucularımız ile paylaşıyoruz.
BİZ DE SAZ SÖZ İBADETTİR
Türkülere olan ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?
Bizim evde türküler eksik olmazdı. Eş dost bir araya geldiğinde her zaman türküler söylenirdi. Bazen koro halinde bazen ise hadi sıra sende diye ortamda bulunan herkes türkü söylerdi. Çocukluğumdan bugüne kadar böyle oldu. Bir de kültürümün vermiş olduğu o güzel etkenler var. Alevi kökenliyim ve Alevi bir ailenin mensubuyum. Bizde saz, söz ibadettir. Müziğe 5-6 yaşlarında süpürge, oklava ile başladım. O an hangisi denk gelirse elime alır ağzımdan enstrümanın sesini çıkartırdım. Evimizde bağlama hep vardı. Ama ben korkudan elime almazdım kırarım ya da tellerini koparırım korkusuyla. Babamın gözü gibi baktığı bir bağlaması vardı.7-8 yaşlarında bir çocuğum ve o gün duvarda kılıfında asılı bağlamayı ilk defa elime almıştım. Çıkardım tellerine vurdum, saatlerce melodi sesi çıkarma mücadelesi verdim, daha sonra babam fark etmesin diye de geri yerine astım. Ama nasıl olmuşsa, bağlama duvardan yere düşerek çatlamış. Tabii babam farkındaydı, kendince benim alıp çaldığımı ve geri yerine koyduğumu düşünmüş, kızacak diye korkmuştum ama tam tersi oldu. Gel zaman, git zaman sazı yaptırdı. Benim kırdığımı fark etmedi diye sevinirken, yıllar sonra ‘o bağlamayı senin kırdığını biliyordum ama sana kızsaydım bir daha bağlamayı eline almayacağından korktum’ dedi. Bağlama çalmayı bırakmadım. Okuldan gelirdim ders çalışmadan bağlamayı elime alır çalardım.10 yaşımdan beri de en yakın dostum bağlamadır. Eğitim almadan, nota bilgim olmadan akademik hiçbir eğitimim olmadan kendimi sahnede ifade edebilecek kadar çalıyorum. Ama hep hayalimdir konservatuarlı ve akademik müzik bilgisine sahip olmak.
Yaşamınızı Avusturya’da sürdürüyorsunuz, kaç yıldır orada yaşıyorsunuz. Doğduğunuz yerden çok uzaklarda kültürünüzü yaşamak ve yaşatmak nasıl bir duygu?
Mersin doğumluyum aslen Malatyalıyım. Ailemle Avusturya’ya göç ettiğimizde 6 yaşındaydım. Dile kolay 27 yıl olmuş. İki kültür arasında yaşamak zor olsa da buna her zaman pozitif anlamda bakmışımdır. Evden, aileden bir kültürü zaten kapmışım, bir dilim ve bir kimliğim var zaten. Farklı bir kültürün içinde büyümeyi, yetişmeyi, görmeyi bir kültür zenginliği olarak görüyorum. Bu dilde de aynı, örneğin; Almanca, İngilizce ve İtalyanca gibi 3 dil konuşabiliyorum. Neticede yabancıyım bu ülkede. Irkçılığın yaygın olduğu bir dünyada zaman zaman bizlerde yaşıyoruz günlük hayatımızda. Bu tür olumsuzluklarda benim cevabım, onlara aynı dili konuştuğumuzu ve birbirimizi anlayabildiğimizi hatırlatmak oluyor. Avusturyalı komşularım veya arkadaşlarım okulda, işte, dışarıda kimliğimi bilen, ideolojimi bilen insanlardır. Fırsat buldukça onlara kimliğimi, kültürümü yaşam tarzımı ve felsefemi tanıtıyorum. Müziğe, tarihe ve politikaya dair çok güzel fikir alışverişleri ortaya çıkıyor. İşte zenginlik budur. Önemli olan aynı kültürden olmak değil, aynı dili konuşabilmek.
SANAT VE SANATÇIYA SAYGI YOK
Müziğinizi yaparken, Türk ve Avusturya kültünü harmanlıyor musunuz? Ayrıca o bölgenin insanları kültürünüzü ve müziğinize nasıl bakıyorlar?
Müziğin evrensel olduğunun en iyi örneğini burada yaşadım. Avusturyalı müzik severlerin, bizim halk müziği diye adlandırdığımız, onların Orientmusic veya Antolisches Musik dediği Anadolu Müziğine olan hayranlıkları, bilgileri beni şaşırttı açıkçası. Projelerimi takip eden, müziğimi seven, albümümü dinleyen çok sayıda Avusturyalı arkadaşlarım ve dinleyicilerim var. Hep bunu derim müziğin dili rengi yoktur. Müziği hissetmek gerek. Duygusal bir bağ olunca müzik işte o zaman müziktir. Yaptığım projelerde, ustalara batı enstrümanları icra ettirerek, halk müziğinin özünü bozmadan Avusturyalı veya yabancı uyruklu müzisyenlerle çalışmaktan mutluluk duyuyorum. Bu da kültür paylaşımının büyük bir zenginliği. Bunun örneğini değerli ustamız, hocamız Erdal Erzincan Viyana Senfoni Orkestrası ile bağlamasıyla yapmış olduğu o muhteşem, resital ile bütün dünyaya gösterdi.
Avusturya’da sanat ve sanatçıya bakış açışı nasıl? Verilen destekler sanatınızı ya da hayatınızı devam ettirmeye yetiyor mu? (Pandemi döneminden de biraz konuyu açar mısınız, pandemi dönemi sizi nasıl etkiledi)
Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim. Türkiye’de sanatçı olmak çok zor. Sadece müzik sektörüne bakmayalım. Tiyatro, bale, sinema, opera vs. en ufak bir olayda doğruyu veya yanlışı ölçmeden biçmeden linç edilebiliyorsunuz. İşinizden oluyorsunuz çünkü siz başka düşünüyorsunuz. Ekmek kapınız mühürleniyor neden? Çünkü maalesef sanata ve sanatçıya saygı yok. Bunun zorluğunu albüm projesine başladığımda yaşadım. Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş, Muhlis Akarsu saydığım bu halk ozanlarımız gibi birçok değerli ozanların türküleriyle büyüdüm. Hayalim olan ilk projemde, ilk albümümde bir halk ozanının türküsünü severek okumak isterdim. Ama maalesef her şeyin ticarete döküldüğü bir ortamda türkülerimizde kıymetsiz hale getirildi. Telif hakkı ücretleri, dolar karşılığında ya da euro karşılığında satılıyor. Kimse emeğinin karşılığını almasın demiyorum. Emeğe her zaman saygım sonsuzdur. Ama dudak uçuklatan ücretleri talep edenlerin o eserlerde, o türkülerde hiçbir emeği yoktur. Korkarım ki benim gibi bu yola yeni çıkan veya çıkmakta olan insanlara bu tarz taleplerde bulunmaya devam edilirse o güzel eserler unutulacak. Almanya’dan örnek vereyim daha fazla yurttaşlarımızın olduğu bir yer ve biz Avrupa’daki müzisyenler kendi aramızda Almanya’nın, müziğin merkezi olduğunu söyleriz. Benim tanıdığım arkadaşlarım, dostlarım var müziğin dışında başka işleri de var. Yani müziği bir yandan ek bir yandan da profesyonel olarak icra ediyorlar. Tabii ki pandemi bütün dünyayı etkilediği gibi bizleri de etkiledi. Küçük esnafından, garsonuna, müzisyenine, mekan sahiplerine, yani tam anlamıyla olan hep küçüklere oldu ve olmaya da devam ediyor. Ben geçimimi asıl mesleğimle sağlayabiliyorum ama Türkiye’de müzikten geçimini sağlayan abilerim, ablalarm, kardeşlerim, bu dönemde evine ekmek götüremiyor. Yakından takip ediyorum özellikle müzisyenlere yapılan yardımların yetersiz olduğunu görüyorum. Umarım bu süreç müzisyenler güzel günlere kavuşur. Pandemi beni üretim olarak değil de sahneden uzak bıraktı. İnsanlarla birlikte bir ağızdan türkü söylemeyi ve onlarla iç içe olmanın hissini çok özledim.
Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte albümlerin kıymeti azaldı. Albüm çıkarmak sizi heyecanlandırıyor mu? Dinleyicileriniz sizden albüm bekliyor mu? Sosyal medya dinleyici kitleniz üzerinde nasıl rol oynuyor?
Sosyal medya hayatımızın birçok yerini kapsamış bulunmakta dolaysıyla albümler de çağa ayak uydurularak dijitalleşti. Yani cd’ler bir hatıra simgesi gibi yerini aldı. Ben ilk albümüme start verdiğimde çok heyecanlıydım büyük bir azimle, sabırla özveriyle çalıştık ekip olarak ve hayalimi gerçekleştirdim. İlk hedef kızım Melody’e bir hatıra bırakmaktı. Dijital ortamda çok ilgi gördü. İlk albümüm ve dinleyicilerimin de bu güzel desteği ile tek eser (single) projeleri ile ara ara sesimi duyurmaya devam ediyorum.
Türküler benim için hayatın ta kendisidir
Son olarak türküler sizi için neyi ifade ediyor? Yeni çalışmalarınız var mı?
Türküler benim için hayatın ta kendisidir. Yaşadıklarımı türkülerle ifade ediyorum. Türküler; ayrılıktır, hüzündür, kahramanlıktır, çaredir, sevgidir, saygıdır, ibadettir, Pir Sultan Abdal’dır, Seyyid Nesimi’dir, Şah İsmail Hatayi’dir, Fuzuli’dir, Yemini’dir, Virani’dir, Kul Himmet’tir, 7 Ulu Ozan’dır. Sivas’ta, Maraş’ta, kısaca dünyanın dört bir yanında acıları anlatandır türküler. Öldürülen bir kadındır, çocuktur. Sokaktaki yoksuldur, gözü yaşlı bir annedir. Bana göre türküler hayatın her alanındadır. Kafamda yapılandırdığım, teorik olarak bitmiş ama pratiğe geçirmek istediğim birçok proje var. Beni sosyal medyadan takip edenler bilirler. Projelerimden anında haberdar olabilirler. Öneri, eleştiri
bizler için çok önemli. Son olarak ailelere seslenmek istiyorum. Lütfen çocuklarınızı sanatın herhangi bir dalına sıkmadan teşvik edin. Sanat barış, sevgi, saygı, hoşgörü içerir. Sanat birleştirir, öğretir, kazandırır. Sanata ve sanatçıya ihtiyacımız var. Nazim Hikmet’in dediği gibi bizim, motorları maviliklere sürecek çocuklara, gençlere ihtiyacımız var. İlkses okurlarına ve İlkses emektarlarına canı gönülden tesekkür ederim. Ayrıca kültür, sanata önem verip yer ayırdığınız için, sizlere teşekkür ederim. Çok keyif aldım, çok mutlu oldum. Gurbetten memleketime kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum.
Haber Merkezi