Sayfa Yükleniyor...
İzmirli yazar-karikatürist Ahmet Zeki Yeşil aracılığıyla tanıştığım, yazar Ali Yedigöz ile hayat hikayesi ve son kitabı Gül ve begonviller üzerine konuştuk
ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ
Ali Yedigöz, İzmirli karikatürist Ahmet Zeki Yeşil aracılığıyla tanıştığım bir isim Kendisi Gül ve Begonviller ve Kaybedilmiş Aşklar Sokağı adlı kitapları ile piyasada oldukça söz ettirdi. Yazar, son öykü kitabı "Gül ve Begonviller"de köy enstitüsü mezunu bir ailenin en küçük çocuğunun hayat hikayesini anlatıyor.
Bize kısaca kendinizden söz eder misiniz?
1962 Mersin doğumluyum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Mersinde okudum. İzmir 9 Eylül Üniversitesi İİBF mezunuyum. Özel sektörde, özel radyo, televizyonlarda programcılık; gazete ve dergilerde ise köşe yazarlığı yaptım. Halen bir devlet okulunda öğretmen olarak çalışmaktayım. Kaybedilmiş Aşklar Sokağı ve Gül ve Begonviller adlı iki öykü kitabım var. Öykü ve denemelerim Sanat Edebiyat 81, Mühür ve Son Gemi gibi bir çok dergide yer almıştır. İzmir, İstanbul ve Mersinde kitap fuarlarında imza günlerine katıldım.
Yazar olma süreciniz nasıl gelişti, hikayeniz nedir?
Yazar olma sürecim ve sevdam üniversite yıllarında başladı. İlk deneme yazım üniversite gençliğinin yurt sorunları üzerineydi. Sanat Edebiyat 81 Dergisinde yayınlandı. Üniversite yıllarında öyküler yazmaya başladım, hatta Doğan Hızlan gibi bir çok yazar ve eleştirmene okutma imkanım olmuştu. Olumlu tepkiler almıştım. Daha sonra gazetecilik serüvenim başladı. Muhabirlik, köşe yazarlığı Yazmayı çok seviyorum. Aynı zamanda Mersinde yerel radyo ve televizyonlarda programlar yaptım. İlk öykü kitabım Kaybedilmiş Aşklar Sokağı ilk göz ağrım diyebilirim. İkinci kitabım Gül ve Begonviller ise, Mühür Yayınlarından çıktı. Bütün internet satış noktalarından edinmek mümkün. İzmir çok sevdiğim bir kent. Bu kentle ilgili kitabımda uzun bir öyküm yer alıyor.
Kitaplarınızı ortalama ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?
Kaybedilmiş Aşklar Sokağı adlı kitabımda eski öykülerim de yer alırken, ikinci kitabım olan Gül ve Begonvilleri yaklaşık altı aylık bir dönemde yazdım. Bir kitabı ortalama bir yıl içerisinde yazdığımı söyleyebilirim.
Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?
Yazmaya başlamadan önce elbette araştırıyorum, gözlemler yapıyorum, yazacağım konuları belirliyorum. Hikaye kahramanlarımla buluşuyor, onların hayat hikayelerini dinliyorum. Hikayelerimde kadın sorunlarına dikkat çekmeye çalışıyorum. Özellikle ikinci kitabımda kadın kahramanlarım kanalıyla kadınların toplumsal ezilmişliğine dikkat çekmeye çalıştım.. Bazen de öykülerimi yazarken bir sözcük ya da tümceden yola çıkabiliyorum. Hikayelerimde şiirsel bir üslup olduğunu söyleyebilirim. Okuyuculardan öykülerimin akıcı olduğu yönünde çok olumlu tepkiler alıyorum diyebilirim.
Sizce yazmak bir yetenek isimidir yoksa öğrenilebilir bir durum mu?
Bence yazmak öncelikle bir yetenek işi elbette ama, sadece yetenek değil, çok okumak, araştırmak, sıkı gözlem yapmak, Suya sabuna dokunmaktan korkmamak toplumsal sorunlara dikkat çekmek, çekerken de edebi bir dil kullanmak çok önemli. Yazdıklarınız sahici olmalı ve okuyucu mutlaka etkilemelidir.
Yazdıklarınızda kendinizi yansıtıyor musunuz?
Yazdıklarımla kendimi zaman zaman yansıttığım oluyor elbette. Yaşadıklarımı düşsel bir yolculuk içerisinde öyküleştirebiliyorum. Bunun yanı sıra çevremde yer alan ya da tanıştığım ilginç kişilerin hayatından kesitleri öykülerime yansıttığım söylenebilir.
Biraz bize kitaplarınızdan bahseder misiniz?
Gül ve Begonviller adlı öykü kitabımda köy enstitülü bir anne babanın en küçük çocuğu olarak ve de yeri doldurulamaz bu güzel insanların arasında yaşamanın onuruyla o insanlara kısa bir öykümde belki de vefa borcumu bir nebze de olsa ödemeye çalıştım. Gerçekten müthiş donanımlı, yaşam ve mücadele dolu insanlar. Ve hala dimdik ayaktalar ilerlemiş yaşlarına rağmen, hep koşturuyorlar, sanat ve edebiyatla iç içeler, hala mandolin çalıyor, kürsülerde gümbür, gümbür şiirler okuyor, yazıp çiziyorlar. Onlarla iç içe olmaktan müthiş keyif alıyorum. Diğer öykülerimde de kadın kahramanlarım ağırlıklı, onların sesi olmaya çalıştım. Ezilen, sömürülen, aldatılan, zorla evlendirilen, şiddete maruz kalan kadınlar Bir öykümde yıllar sonra İzmire gelen ve İzmirin her sokağında yeniden o eski günlerin heyecanın yaşayan, geçmişe giden bir kahramanımız var. İnciraltı, Kemeraltı, Karşıyaka, Alsancak, Konak vesaire kahramanımızın ağzından coşkuyla yeniden anlatılıyor. İzmirin özel bir yeri var kahramanımızın gözünde. İlk üniversite giriş sınavı, üniversite yılları, yaşadığı aşklar, YÖKe karşı yaptıkları ilk açlık grevi, yurtta yaşadıkları Kitabımda İzmir, Mersin, İstanbul üçgeninde düşsel bir yolculuk yapabilirsiniz. Kaybedilmiş Aşklar Sokağında ise, adından anlaşılacağı üzere, daha çok yaşanmış hüzünlü aşk hikayeleri var. Bu hikayelerin kimisi Mardinde geçiyor.
Türk insanı sizce yeterince okuyor mu?
Türk insanı bence yeterince okumuyor. Okumayan o kadar çok insanımız var ki ne yazık ki Türkçe öğretmenlerimiz bile okumuyor! Ya da o toplumda öne çıkan, konuştu mu mangalda kül bırakmayan, önemli mevkileri işgal etmiş, Demokratik kitle örgütlerinde, sendikalarda vs. yönetici olarak görev alan arkadaşlara bakıyorsunuz, okumadıklarını üzülerek görüyorsunuz. Çok acı! Yaşadığımız bunca sıkıntının kaynağı bence okumamak. Okumadığımız için bilgi sahibi olamıyoruz, kolay kandırılıyoruz. Okumak aydınlanmaktır. Okuyan insanlardan asla zarar gelmez. Ama ne yazık ki yönetenler okuyan insanları hep cezalandırıyorlar,eleştirilmeye tahammülleri olmadığı için.
Hedef ve projeleriniz nedir, yeni bir kitap yolda mı?
Şu anda yeni bir roman üzerinde çalışıyorum. Bu romanımın çok ses getireceğine inanıyorum. Roman kahramanım bir genç kızımız. Üniversite öğrenimi görürken yüzünde, vücudunda kızarıklıklar filan oluyor, gitmedikleri doktor, hastane kalmıyor ancak yanlış teşhis ve tedavilerle kız ölümle burun buruna geliyor. Çok acılı, sancılı bir hastane serüveni başlıyor vs Çağımızın illet bir hastalığı kanser, yanlış teşhis ve tedaviler, inanılmaz doktor hataları, mucize kurtuluş, ölümle yaşam arasındaki o ince çizgi Kitabımın milyonlarca kanser hastasına aynı zamanda umut aşılayacağını düşünüyorum. Aynı zamanda yine öykü yazmaya devam. Güney Doğuda terörün acımasız yüzü ile karşı karşıya gelen genç öğretmenlerin ölümün kıyısında yaşadıklarını yazıyorum. İki ateş arasında kalan, silahların gölgesinde çocuklara umut olmaya çalışan genç öğretmenler
Türkiyede bir kitap yayınlamak zor mu, yayınlanacak bir kitap ne gibi süreçlerden geçiyor?
Türkiyede kitap yayınlamak zor elbette. Çünkü yazar çizer insanlara gereken değer verilmiyor. Kitap yazmak, yayınlamak kolay zannediliyor. Oysa çok sancılı bir süreç. Öncelikle iyi şeyler yazmalısınız, yazmanız yetmiyor, sizi tanımaları lazım. Yayın evlerine gidiyorsunuz, yüzünüze bakmıyorlar, yüzünüze bakan yayınevleri ise karşılığında kitap masraflarını alıyor. Karşılıklı anlaşınca bir sözleşme yapıyorsunuz, kitabınız internet satış noktalarından satışa sunuluyor. İsterseniz kitap fuarlarında imza günlerine katılıyorsunuz, kendinizi okur dünyasına tanıtmaya çalışıyorsunuz. Reklam, tanıtım çok önemli. Tanındıkça okur kitleniz artıyor elbette. Biraz zaman isteyen bir durum. İkincisi taşrada yaşıyorsanız işiniz daha da zor. Yayın dünyası sizi pek dikkate almak istemiyor, bu işler biraz çevre işi. Dergilerde yer bulabilmek de önemli bir sorun. Ahbap çavuş ilişkileri çok yaşanıyor maalesef. Siz ne kadar iyi yazarsanız yazın dışlandığınızı görüyorsunuz. Edebiyat dergileri nitelikli öykü, deneme ve şiirlere daha çok yer vermeli bence. Dergilerin toplumdan ilgi görmesi için içeriklerinin zengin olması gerekiyor. Yayınevleri yazarlara sahip çıkmalı, yazar ve şairlerini okuyucuya iyi tanıtmalı diye düşünüyorum. Bir bakıyorsunuz bazı yayınevlerine, edebi niteliği olmayan eserleri öyle bir allayıp pullayıp piyasaya sunuyorlar ki şaşırıp kalıyorsunuz. Örneğin 250 bin adet yazıyor, ama kitabın hiçbir edebi niteliği yok! Şok geçiriyorsunuz!
Yazdığınız bir kitabi Şu yayın evinde yayınlamalıyım diye nasıl karar veriyorsunuz?
Yazdığı bir kitabı yayınlama aşamasında çok kararsız kalıyor insan. Öncelikle emeğimin karşılığını almak isterim. Elbette yazmak benim için bir tutku. Gelecek kuşaklara edebi anlamda güzel bir şeyler bırakmak istiyorum. Aa hakikaten bu adam da iyi şeyler yazmış diyebilmeli insanlar. Farklı olmalı, insanın ağzında edebi bir tat bırakabilmeli, çok yıllar sonra da okuyucular kitaplarınızı keyifle okuyabilmeliler.Yayınevleri yazar ve şairlerini kamuoyuna iyi bir şekilde duyurabilmeliler. Tanıtımını iyi yapan yayınevleri okurlardan daha çok ilgi görüyor. Ayrıca yayınevleri yazarlarının emeğinin karşılığını vermeliler, piyasa kapitalist bir sömürü üzerine kurulmamalı diye düşünüyorum. Elbette yayınevleri de bir çok sorunla karşı karşıya. Nitelikli okur kitlesinin az olduğu bir ortamda yayınevlerinin de ayakta durması kolay değil!
Yayın evleri bir kitabi yayımlarken nelere dikkat etmekte?
Yayınevleri bir kitabı yayınlarken acaba ne kadar satabilirim kaygısı içindeler sanırım. Onlar için yazarın, şairin tanınmışlığı çok önemli. Kitabın edebi değerine ne ölçüde bakılıyor, bilmiyorum bu kapitalist çarklar içerisinde. Her şey ticarileşmiş. Dediğim gibi ipe sapa gelmez kitaplar, öyle bir reklam ve tanıtımla piyasaya pompalanıyor ki, kitabı açıp okuduğunuz da kitabın bom boş olduğunu, hiçbir edebi değer taşımadığını görüyorsunuz! Kitap okuma konusunda öğretmenlere çok büyük görevler düşüyor. Özellikle Edebiyat öğretmenleri gençlerimizi nitelikli roman, deneme, şiir ve öykü kitaplarına yöneltmeleri gerekir. Çocuklarımız hangi kitapları okumaları gerektiğinin bilincinde değil, rast gele seçimler yapıyorlar. Ülkemizin çok önemli şair ve yazarlarının kitaplarını okumazken uyduruk denebilecek zombili filan kitaplara yönelebiliyorlar.
Bir yazarın, yazdığı kitaplar ile yaşamını idam ettirmesi sizce mümkün mü?
Bir yazarın yazdığı kitaplarla yaşamını idame ettirmesi ülkemizde biraz zor. Elbette çok iyi satan yazarlar var. Biraz istisna gibi geliyor bana. Elbette kitaplarımın çok iyi satmasını ve bütün kitapçılara dağıtımının sağlıklı bir şekilde yapılmasını isterim, ancak önceliğim kitaplarımın edebi değerinin olması! Yıllar sonra da keyifle okunabilmesi.
Eklemek istedikleriniz nedir?
Yazmak; uzun, keyifli, tutkulu, yoğun emek isteyen, düşsel bir yolculuk benim için. Toplumun yazarlarına, şairlerine yaşarken sahip çıkması, değer vermesi gerekir diye düşünüyorum. Ülkemizde ne yazık ki yazarlık, şairlik boş iş gibi değerlendiriliyor hala. Oysa yazmak, kolay ve sıradan bir iş değil! Herkesin harcı değil, iyi eserler ortaya koyabilmek! Yayın piyasası adeta kurtlar sofrası! Bu ortamda yer bulabilmek, sesini duyurabilmek kolay değil. Bu nedenle sizin gibi çok değerli basın yayın kuruluşlarına önemli görevler düşüyor. Benimle bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. İLKSES Gazetesinin bütün emekçilerine sevgi ve saygılarımı iletiyorum şahsınız adına. Çok teşekkürler
Haber Merkezi