- Kültür-Sanat
- 30.06.2025 12:42
Ali Fuat Karaöz ile yazarlık ve edebiyat üzerine konuştuk. Karaöz, aktif olarak yazım eylemini sürdürürken birçok kitabın altına imzasına koydu. Farklı platformlarda etkin rol aldı
ONURHAN ALPAGUT/RÖPORTAJ
Hatay doğumlu yazar Ali Fuat Karaöz ile konuştuk. 20 yılı aşkın bir süredir yazıyla ilişkisini sürdüren yazar pek çok alanda yazdı. Yazma tutkusunun yaşadıklarını kağıda dökme tutkusu ile başladığını söyleyen Karaöz, “Her şeyden çok içsel yolculuklar yapmak için yazmak istiyorum, yazdığım her metin beni zenginleştiriyor, iç dünyamda yeni ufuklar açıyor” diye konuştu. Bugüne kadar 2’si roman 3 biyografi türünde kitap yayınlayan yazar yeni hikayelerle okuyucularının karşısına çıkacağını müjdeliyor.
Sizin kelimelerinizle Ali Fuat Karaöz kimdir?
1960 yılında Hatay, Erzin’de doğdum, ilk ve ortaokulu burada bitirdikten sonra 1978’de Adana Motor Teknik Lisesini, 1982’de de Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulunu Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesini bitirdim. Cunta yıllarında sakıncalı sayıldığım için ancak on yıl sonra mahkeme kararıyla mesleğime dönebildim ama başladığım gün istifa ettim. Değişik işlerde çalıştım, en son İzmir’de otomotiv sektöründeki bir firmada dokümantasyon şefiydim, on yıl önce de emekli oldum.
Ne kadar süredir profesyonel anlamda yazıyla ilgilisiniz? Şu günlerde neler yapıyorsunuz?
Sadece edebiyat değil de genel anlamda söylemek gerekirse yirmi yıldan daha fazla zamandır bu çerçevede yazıyla ilgiliyim. Çalışma hayatımın son 12 yılı yazıyla geçti, bu süreçte tamir katalogları, kullanma ve bakım kitapları, bültenler, talimatlar yazdım, teknik çeviriler yaptım, yedek parça kataloglarına çeviri ve kontrol anlamında katkı koydum. Emekli olduktan sonra ağırlığımı edebiyata verdim, 15 yıldır edebi metinler yazıyorum. Bugünlerde, çalıştığım zamanlardan daha fazla okuyup yazıyorum diyebilirim.
Sizi yazmaya özendiren şey nedir?
İlk anda edebiyata yönelten şey yaşadıklarımı yazıya dökme isteği idi. Ama bugün her şeyden çok içsel yolculuklar yapmak için yazmak istiyorum, yazdığım her metin beni zenginleştiriyor, iç dünyamda yeni ufuklar açıyor. Öte yandan daha sonra her yazan kişi, yazar gibi yazdıklarımın kabul görmesi, okunması isteği geliyor.
Yazmaya nasıl başladınız, seyri nasıl oldu?
İlk başta yalnızdım ama daha sonra yazma serüvenime bir edebiyat grubunun katkısı çok büyük oldu. KESK, İzmir Kültür Sanat Sen bünyesinde oluşturulan edebiyat grubuna 2010 yılında katıldım. Burada öykü ve romanın olmazsa olmazları, öğeleri gibi konularda verimli çalışmalar yapmıştık, daha sonra bu grup sendikadan bağımsızlaştı. Yazarevi Topluluğu Derneği adında dernekleştik, bir dönem bu derneğin başkanlığını da yaptım, usta yazarları, eleştirmenleri konuk ettik, derinlemesine okumalar gerçekleştirdik. Bunlar arasında başta eleştirmen Hülya Soyşekerci, dilbilimci Prof. Dr. Semiramis Yağcıoğlu olmak üzere Raşel Rakella Asal, Emel Kayın, Sevim Korkmaz Dinç, Hasan Özkılıç, Oya Uslu, Hasan Efe ve ayrıca grubu ilk kuranlardan Erdoğan Baysal ve Mümtaz Gökçebağ, ölmüş olsa da sendikadan Hasan Topçu’yu anmadan geçemeyeceğim. Buradan hareketle edebiyat anlamında Bornova Emekli-Sen, Kadın Yazarlar Derneği, Mine Bademci Kültür Derneği, Ege 78’liler Derneği bünyesinde kurduğumuz Sanat ve Edebiyat grubu ile de ortak çalışmalarımız oldu.
Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfi mi oluyor yoksa hayatta karşılaştıklarınızdan mı etkilenerek yazıyorsunuz?
Seçtiğim konuların çok büyük bölümünün hayatta hep bir karşılığı var, tesadüfen seçmiyorum, planlıyorum. Gözlemlerimden, çevremden edindiğim bilgilere göre yazdığım öyküler de oldu, yaşadıklarımdan yola çıkarak yazdıklarım da. Özellikle ilk yazdığım iki roman ile birçok öyküm daha çok yaşadıklarımdan yola çıkarak yazdıklarım. Hayali kurgusal olan sadece birkaç tane öyküm olmakla birlikte son yazdığım roman da bu kapsamda.
Ağırlıklı olarak hangi yazım türünü kullanıyorsunuz?
İlk önce roman ile başladım, ikinci romandan sonra öyküye yöneldim, bugünlerde biyografi yazıyorum, bu tür sayıca hepsini geçti, ama hangisini seviyorsun derseniz, en çok öykü hoşuma gidiyor.
İlk kitabınız yayınlandığında nasıl bir his yaşadığınız, devamında gelen kitaplarınızda da aynı heyecan var mıydı?
İlk yayınlanan kitabımın çok özel bir yeri var, çünkü yaşanmışlıklardı, ilk kitap olmanın ötesinde biçimsel kaygıdan önce asıl derdim bu kitapta özdü. Cinayetleri Gördük adını verdiğim belgesel romanımda öğrenciliğimde, 1980 yılını ve öncesini anlattım. Darbeden on gün önce fakültenin önünde askerler tarafından taranmıştık, yanı başımda vurulan arkadaşlarımdan birisi de ölmüştü. Yetmemiş, katil diye bir arkadaşımız darbeden sonra idamla yargılanmıştı, o da yetmemiş ‘Cinayeti Gördük’ diyen tanıklar da korkunç işkencelerden geçirilmişti. Ben de tanıklardan biriydim. Bu kitap için dokuz yıl uğraştım, bu süreçte yıllar sonra olayı yaşayan kırktan fazla dostuma ulaştım. Kenan Evren davasında müdahil olmak için verdiğim, ama kabul edilmeyen dilekçenin de ekiydi kitap. Daha sonra yayınlanınca buruk bir sevinç, acı bir tat yumru gibi içime saplandı, karmaşık duygulardı, uzun süre hayalini kurduğum şey yıllar sonra gerçek olmuştu. Daha sonra yayınlanan kitaplarımda, dergilerde yayınlanan öykülerimde bu duyguyu bir daha yaşamadım, kitap yayınlatmak sorunlu olduğu için sevindim ama ilkinin yanında bir hiçti diyebilirim.
Bize son eseriniz dahil olmak üzere bugüne kadar imza attığınız eserlerden kısaca söz eder misiniz?
Bugüne kadar ikisi roman, üçü biyografi olmak üzere beş kitabım yayınlandı. Bunlardan başka dört roman, üç öykü (kırk iki öykü) ve on dört biyografi dosyam var. Öykülerin yirmiden fazlası edebiyat dergilerinde, ortak öykü kitaplarında yayınlandı. İlk öykülerim daha çok 12 Eylül öyküleri, bir cinayet, bir tutuklanma anı, sürgün, işkence, direniş gibi konuları işledim, öte yandan açlık, yoksulluk, hastalık, mültecilik gibi konuları işlediğim öykülerim de var. Romanlarımda, iyilik kötülük ekseninde insanın yıkıcılığı ve kapsayıcılığı, insanın insana ve doğaya ettiği, bir genel seçimde çevrilen entrikalar, doğaya karşı işlenen suçlar ve buna karşı direniş, devrimci mücadele, bir işyerinde üste çıkmak için çevrilen dolaplar bağlamında basitlik, hırs, açgözlülük gibi konuları ana başlık olarak sayabilirim. Son roman dosyamda tüm dünyanın kötülüğü battığı belirsiz bir gelecek zamanda iyiliğin peşinde koşan inatçı bir grup ihtiyarın ekseninde iyilik ve kötülüğü, insanın yıkıcılığını ve direncini ele aldım. Ayrıca Biyografi türünde bilim, sanat-edebiyat ve politika ekseninde üç ayrı grupta çalışmalarımı sürdürüyorum.
Bir yazar olarak kimleri okuyorsunuz?
Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Sait Faik, Yaşar Kemal başucu kitaplarım, daha çok klasikleri seviyorum, Kafka, Dostoyevski… Günümüz yazarlarından Behçet Çelik, Ayşegül Devecioğlu… Son dönemdeki çalışmalarımla paralel olarak biyografi kitapları Tesla, Einstein, Hawking, Nazım, Frida ve son teknoloji bağlamında bir burjuva olarak Elon Musk, Steve Jobs vs…
Yazmayı düşünen ancak buna bir türlü başlayamayan kişilere tavsiyeleriniz nedir?
Eksik, sorunlu da olsa ilk cümleyi yazıp bunun peşinden gitmek önemli bence. Sonrası bir şekilde arkadan geliyor, eksik yanlar dolduruluyor, düzeltiliyor, yeter ki planlı, inatçı olunsun.
Yeni bir kitap hazırlığınız var mı? Geleceğe yönelik ne tür projeler içerisindesiniz?
Şu anda Karl Marks’ın hayatı üzerine çalışıyorum. Biyografi serisine devam edeceğim, net değilim ama İskenderiyeli Hypatia ya da Suat Derviş aklımdan geçiyor.