- Kültür-Sanat
- 19.04.2025 13:25
Çalışmalarıyla belgesel fotoğraf alanına önemli katkılar sağlayan Serkan Çolak ile fotoğraf sanatıyla ilgili keyifli bir röportaj gerçekleştirdik
E. ÇAĞLA GENİŞ
2004 yılından bu yana fotoğraf üreten, ulusal ve uluslararası alanlarda pek çok sergiye katılıp ödüller kazanmış İzmirli belgesel fotoğrafçısı Serkan Çolak'la fotoğraf sanatına dair kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımızı içtenlikle cevaplayan Çolak, fotoğrafı bir ifade biçimi ve yaşanılan zamana tanıklık olarak tanımladı. 2010 yılından bu yana Sinan Kılıçla birlikte Kadifekale ve Kentsel Dönüşüm, REŞ ve Aquadis adlı üç proje hazırladı. Halen bireysel ve kolektif çalışmalarına devam etmektedir.
Biraz kendinizden ve fotoğrafla tanışmanızdan bahseder misiniz?
-2004ten beri fotoğraf üretiyorum. Fotoğraf üretmeden önce fotoğrafın izleyicisi ve fotoğrafa dair yayınları takip eden birisiydim. Sadece izlemek yeterli gelmeyince fotoğraf çekmeye karar verdim. Fotoğraf insanın kendini ifade etmesi için bir araç. Fotoğraftan önce yazı ile kendimi ifade etmeye çalışıyordum. Ama görselin gücü daha etkili geldi. O zamanlar Gaziantepte yaşıyordum. Bir süre proje gibi düşünüp duvardaki delikleri çektim ama o proje tamamlanmadı. Başlangıçta soyut fotoğraflar çekmeye çaba gösteriyordum.
Fotoğrafçılık alanında tarzını nasıl tanımlarsınız?
-Belgesel ve sokak fotoğrafçısıyım. Bunun yanında ilk dönemdeki düşüncelerle hareket edip soyut ve kavramsal işler de yapmaya çalışıyorum. Ama o daha az ağırlıkta. Beni tanımlayacak şey belgesel fotoğraf.
Belgesel fotoğraf üretmenin zorlukları nelerdir?
-Belgesel fotoğrafın en zor yanı anlatmak istediğiniz konu ve insanlara yaklaşımınızdır. Orada kendinizi kabul ettirebilme ve o insanlara güven verebilme yeteneğinizdir. Bu bölümü geçtikten sonra zaten fotoğraf bir şekilde ortaya çıkar. Çünkü belgesel fotoğraf bir şeyleri başka insanlarla paylaşabilmek demektir. Başka insanlarla sadece fotoğraf çekmiyorsunuz; yaşamı paylaşıyorsunuz. O paylaşımdan sonra gelen süreçte ekstra bir çaba sarf etmenize gerek yok. Ama sürecin en önemli bölümü konuya dahil olmak, içselleştirebilmek ve kendinizden bir şeyler bulabilmek. Zaten çalıştığınız konuda size ait bir şeyler yoksa çok elle tutulur bir iş olmuyor.
HAYAT RENKLERLE ANLATILACAK ÖLÇÜDE RENKLİ DEĞİL
Fotoğraflarınızın ağırlıklı olarak siyah-beyaz olduğunu görüyoruz. Bu tercihinizdeki önemli etken nedir?
-Fotoğrafın çıkış noktası zaten siyah beyaz. Fotoğrafın tarihinde böyle bir gerçeklik var. Ayrıca siyah-beyazın daha insana daha yakın ve dramatik etkisinin fazla olduğunu düşünüyorum. Bir de hayat herkes için o kadar da renklerle anlatılacak ölçüde renkli değil. O yüzden siyah-beyaz daha ortak bir payda gibi geliyor.
İnsan öğesini ve insana dair anlatımı fotoğraflarınızda sıklıkla kullanıyorsunuz. Size göre insan niçin görsel anlatımda bu kadar önemli?
-Yaşamın temel bireyi insandır. Tüm nesnelere baktığınızda mutlaka insanla ilişkili olduğunu görürsünüz. Bir masa tek başına bir anlam ifade etmez; bir insanla anlamlanabilir. Bunun yanında insanı kullanmadan da insana dair bir şeyler anlatılabilir. O zaten gerçekten zor bir şey. Eğer onu bir tarz olarak yansıtabilirseniz iyi işler ortaya çıkarırsınız. Ama insana dokunmayan fotoğraf bana çok anlamlı gelmiyor.
Biraz Mahzen Photos kolektifinden bahseder misiniz? Nasıl bir araya geldi bu topluluk?
-Mahzen Photos, Gezi olaylarından bir kaç ay sonra bir araya gelen fotoğrafçıların oluşturduğu bir kolektif. Aslında o döneme kadar kolektif olarak Sinan Kılıç'la birlikte yaptığımız işler vardı. 2010dan beri beraber iş ürettik. Gezi'den önce bir karar vermiştik; artık daha bireysel olarak kendi konularımızı çalışalım diye düşünmüştük fakat bir anda Gezi olayları başladı. Gezi olaylarının fotoğrafa da yansıyacağını biliyorduk çünkü toplumsal hayatın her alanını, sanatı dahi etkileyecek bir şeydi. Oluşturduğumuz küçük kolektifi daha fazla geliştirme fikri başka bir arkadaştan çıktı. Manifestoda da belirtildiği gibi herhangi ticari kaygı taşımayan, ajans kimliğinden çok birlikte üretme, dayanışma ve yapılan işlerin ortaklaştırılması gibi felsefeye sahip. 2013 yılından beri kolektif devam ediyor ve kapalı bir oluşum değil. Açık çağrımız devam ediyor. Bu ülkede çok iyi işler yapan fotoğrafçılar var. Ama çalışmalarını bizim gibi duyuramıyorlar. Ya da piyasa dediğimiz sanat-sermaye çelişkisinde bir yere enjekte edemiyorlar veya etmek istemiyorlar. Biz de madem aynı kafadayız bu platformu kimseye bağlı kalmadan kendimiz oluşturabiliriz dedik. Türkiyede fotoğraf alanında şöyle bir durum var; herkes bir yerlerde durmuş, belli bir yere kadar gelip orda kalmayı tercih etmiş. Bizim kolektifteki amacımız herhangi bir köşe başında durmak değil o yolda gidebildiğimiz yere kadar gitmek.
KENTLER İÇİNDE YAŞAYAN İNSANLARA AİTTİR
Mülteci çocuklarla bir fotoğraf atölyesi gerçekleştirdiniz. Biraz bundan bahseder misiniz?
- 2014 Eylül ayında başlamıştı. 30a yakın öğrenciyle ailelerini de işin içine katarak bu atölyeyi yaptık. İzmir'in farklı bölgelerine geziler yapıldı. Fotoğraflar üretildi ve Fransız Kültür Merkezi'nde atölye çalışmaları devam etti. Biz o döneme kadar zaten Kadifekale ve Agora bölgesinde kentsel dönüşüm çalışmaları yapıyorduk. Çalışmalar yaparken tabi ki Suriye iç savaşıyla demografik yapının çok değiştiğini görüyorsunuz. Gelen göçmen sayısının fazlalığı ile bugünlerde mülteciler Basmane'de yerlerde yatıyorlar. Yaşadığın şehirde böyle bir dram yaşanırken sen bir fotoğrafçı olarak buna duyarsız kalamıyorsun. Seni rahatsız eden bir şey var! Biz de böyle bir yöntem bularak sadece onları fotoğraflamak yerine işin içine çocukları da katalım dedik. Amaç çocukların sadece fotoğraf üretmesi değildi. Onların var olduklarını ve kentte yaşayan diğer insanlar gibi bir birey oldukları hissettirebilmekti. Belki de bir aidiyet duygusu geliştirebilmek... Her ne kadar İzmirliyim diyenler bu aidiyete karşı çıksa da! Kentler içinde yaşayan insanlara aittir, bu kadar basit aslında mesele. Atölye, bir sergi olarak sonuçlandı. Çocuklar bir şey ürettiklerini ve üretebileceklerini en önemlisi de var olabildiklerini hissettiler.
FOTOĞRAF HEP GÜZELLEME ARACI OLARAK KULLANILMIŞ
Türkiyede fotoğrafın gelişimini Dünyayla nasıl kıyaslarsınız?
-Türkiye'de bir fotoğraf ekolü yok. Zaten 1980 sonrası baktığınızda fotoğraf hep bir güzelleme aracı olarak kullanılmış. Kentlerin güzelliği, çevremiz, doğamız, göllerimiz... Bir coğrafya kitabı gibi. Bu yüzden fotoğraf gelişiminden ve ekolünden bahsetmek çok zor diyebiliriz. Toplumsal olayların yansımalarıyla büyük bir yıkım ve insanların üzerinde oluşturduğu etki ile bir fotoğrafçı topluluğu bir şeyler yapmalıyız şeklinde bir düşünceyle ortaya çıktılar. Türkiyedeki fotoğraf anlayışı 2000lerin başına denk geliyor ve şuan ki sürecin temelini atanlar da onlar. Ama öncesi dediğim gibi bir coğrafya kitabı tadında işler.
Fotoğraf çekimleri esnasında başından geçen ve sizi etkileyen bir anınız var mı?
-Var tabi, çok var hatta. Aquadisyı çalışırken Ağrıya gitmiştik. İşçiler yılın 3 ayı Ağrının bir köyünde geri kalan zaman da İzmirde yaşıyorlardı. Biz onların Ağrı'daki yaşamlarını da fotoğraflamak istedik ve Ağrı'ya gittik. Gittiğimiz köy de Sinanın 4 yıl öğretmenlik yaptığı yerdi. Fotoğrafçı olarak benim açımdan konu belli, çerçeveyi biliyorsun... Ama Sinan açısından daha farklı bir psikoloji vardı. Bir okul var, duvarında Ne Mutlu Türküm Diyene yazıyor. Onun önünden geçerken bir fotoğraf karesi gördüm ve çok iyi dedim kendi kendime. Çektim ardından Sinan'a baktım. O da okulun önünde oturmuş, eski günleri düşünüyordu. Ben konuya dışarıdan dahil olan biri olarak daha soğukkanlı ve fotoğraf odaklı bakmıştım. O çok etkiliydi mesela. Roller değişseydi ben de belki aynı pozisyonda olabilirdim. O yüzden fotoğrafçı konuyu elbette içselleştirmeli fakat yeri geldiğinde bir anda kendini konudan geri çekebilmeli. Reş çalışmamızda beni çok etkileyen bir fotoğraf var. Bir işçi çadırın dışından, çadırın içindeki ailesine bakıyor. O an o fotoğrafı çektim ama fotoğrafı çekerken aslında kendi yaşamımı fotoğraflamış oldum.
YARIŞMALARIN FOTOĞRAFÇIYA KATTIĞI ŞEY PARADIR
Fotoğraf yarışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Yarışmaların fotoğraf kültürüne ne kattığı ayrı bir konudur. Onun üzerine türlü şeyler söylenebilir. Ama önemli olan fotoğrafçıya ne kattığıdır. Fotoğrafçıya kattığı şey bence paradır. Bir yere fotoğraf çalışmaya gideceksin diyelim Suriye sınırına Bunun için diğer şeyleri bir kenara bırakacak olursak mutlaka bir uçak biletine ihtiyacınız var. Bu da para demektir. Yarışmalar bu anlamda önemlidir çünkü başka türlü fotoğraftan para kazanma şansınız yok. Tabi ki ticari işler de yapabilirsiniz ama orada tercihler devreye giriyor. Ben kendi adıma diyorum ki yarışmalara katılıp senede üç beş ödül kazanırsam bir sonraki çalışmamı finanse edebilirim. Kendime ait olan fotoğrafı üretmek açısından ekipman sağlayabilirim. Ama her zaman söylüyorum fotoğraf yarışma üzerine inşa edilemez. O şekilde var olmak imkansızdır.
Deneyimlerinizden yola çıkarak fotoğrafla ilgilenenlere ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz?
-Anlatacağınız konu ve çekeceğiniz fotoğraf mutlaka kendinizden bir parça barındırmalı. İçinde kendinizin olmadığı fotoğraf çok anlamsız oluyor. Bunu belgesel fotoğrafla da kavramsalla da hatta manipülasyonla da yapabilirsiniz. Önemli olan teknikten öte yaptığınız işte size dair ne olduğudur. Bu sadece toplumsal bir manifesto olmak zorunda da değil. Kendinize ait şeyler de ortaya koyabilirsiniz.