- Kültür-Sanat
- 18.04.2025 12:22
Dünyanın içinde bulunduğu olumsuzluklardan dolayı hayata kederli gözlerle baktığını belirten ünlü şair Tuğrul Keskin, insanlığın umudu terk edeli uzun bir zaman olduğunu söyledi
NİLGÜN TAZE
Tuğrul Keskin nasıl gözlerle bakıyor hayata?
Kederli gözlerle bakıyorum elbette. Acılı mı desem yoksa? Eski zamanlarda, yani toplumsal mücadelenin yüksek olduğu, insanların kendi sınıfsal hak-hukuk çizgisini bildikleri yıllarda umut vardı. O zamanlarda ben de dahil olmak üzere daha bir iyimserdi insan. Ancak bu yeniçağ insanı çok örseledi ve örseliyor, insan bir bütün olarak savrulmuş durumda. Her yan kan, her yan ölüm, her yan kötülük... Bir şair nasıl bakabilir ki dünyaya? Umut mu? Umut insanı ve dünyamızı terk edeli bir hayli zaman oldu, bir daha döner mi geri bilemem? Fakat ben şimdilerde bir umut göremiyorum yazık ki. Şöylece bir bakın çevremizdeki ülkelere ve ülkemize, bunca soysuzluğun kol gezdiği dünyada şair, nasıl mutlu olsun tek başına? Hem yeri gelmişken söylemeli, bu umut denilen şeyden nefret etmeliyiz aslında. Umut etmek, yok eden bir şey, uyuşturan bir şey, bize mücadele yakışır, bize savaşmak. İşte gerçek bu. Buradan bu mücadele ve savaşın saflarından bakınca iyi... Herkes bu çizgiye gelirse daha güzel gözlerle bakacağım dünyaya.
Şiire olan merakınız ne zaman başladı ve ilk şiirinizi ne zaman, nasıl yazdınız?
Şiirle ilişkim meraktan daha çok kendiliğinden oluştu sanırım ve belki biraz da zorunluluktan. Ben Azeriyim, hal böyle olunca şiirin içine doğmuş oluyorsunuz. Ailemde pek çok halk ozanı vardı. Bir de Azerilerin yaşamı gibi bir şeydir şiirli söz söylemek. Çok küçük yaşlarımda derinliğine bilirdim birçok efsaneyi. Mesela Mecnun'un Leyla'ya söylediği şiirleri. Kerem'i yakan şiirleri. Aslı'nın gözyaşı olan şiirleri. Zaloğlu Rüstem'in acısını. Ferhat ile Şirin'in şiirlerini. Köroğlu'nu ezbere bilirdim. Aşık Elesker'i, Molla Penah'ı ve uzun kış gecelerinde babamın kahvesine konuk olup, her gece eşsiz şiirler okuyan büyük ozanları. Sonra Dede Korkut'un Deli Dumrul'unu. En önemlisi, sonraki yıllarda benim de üstünde derinliğine çalıştığım Babek'in onurlu hikayesini bilirdim küçük yaşımda. Ve ilk şiir denemem galiba ilkokul yıllarımda oldu, Iğdırdaki Aralık İlkokulunda. O zamanki öğretmenim Yılbay Aydoğdu bir şiir istedi benden ve yazıp verdim. Şiirimi okumasının ardından beni tahtaya kaldırıp, övgülü sözlerin ardından bir pelikan dolma kalem hediye etti. Sanırım bir şiir yarışmasında dereceye girmişti şiir. Fakat o yıllar bir köy çocuğu olarak bunun farkında bile olamadım. Sonraki yıllarında böyle devam edeceğini düşündüğüm için ilk şiir denemem okulda kalmış oldu. Modern şiirle tanışıklığım çok sonraki yıllara dayanıyor. Lise iki gibi sanırım Ahmed Arif'in Hasretinden Prangalar Eskittim'i ile karşılaşmak bambaşka ufuklar açmıştı bende. Enver Gökçe, Nazım, Mayakovski. Eşsiz ve kardeş ve özgür ve eşitçe bir dünyanın benim dışımda, benden uzakta bir yerlerde olduğunu, yaşandığını duyumsattı bana. Benim için yeni ve özgür bir dünyanın kapısı tam da burasıydı. O kapıdan içeri girdim. İşte bu kapı neden şiir yazdığımın da yanıtı gibidir. Girdiğim ve artık geriye dönülmez o kapının ardında tek gördüğüm dünyada yaşanan zulümler ve kötülüklerdi. Eşitsizliğin ve alçaklığın büsbütün egemen olduğu namussuz bir çağdayız. Böylesine ezilmişler dünyasında tuttum ezilenden yana oldum ben de. Bu yaralarımı göstermek, benimki gibi ağrıyan yürükleri bulmak için de, ifadesini çocukluğumdan bildiğim o sese, o ilk sese kulak verdim ve şiir yazmayı sürdürdüm. O yıllarda şiir yazmasam, yaşama katlanamazdım gibi geliyor bana şimdilerde.
Şair olabilmek için önce herhangi bir eğitim almak gerekiyor mu yoksa sadece ilham yeterli mi?
Şüphesiz ki şiirin bir okulu yok. Fakat büsbütün de okulsuzdur anlamı da çıkmamalı buradan. Şiirin okulu hayatın kendisidir, hayat iyi şiiri öğretir ve şiir, yazana kendi yaşamını öğretir. Sevgili şairim Veysel Çolak bugün bana bir not göndermiş, sorunuzun karşılığı gibi 1970li yıllarda okumaya alışan bir toplum olacaktık ki 12 Eylül Darbesi gerçekleşti. Herkes kitaplarını çöpe attı, gömdü, yaktı. Korkunun kaynağı oldu kitaplar. 1990lı yallardan sonra gelişen internet ise okumayı bütünüyle sildi yaşantıdan. Hiç okumadan şair olmak isteyen şiir heveslilerinin de işine geldi bu. Oysa okumadan, poetik bilgileri edinip kullanır hale gelmeden hiç kimse kendi şiirini bulamaz. Kendini şiir eğitiminden geçirmemiş birinin elinde sadece duyguları vardır. Duygu önemli, ama bir metni şiir kılmaya yetmez bu. Nereden bakılarsa bakılsın, herkes duygu insanıdır zaten. Buradan bakınca, duygularla yetinmeye kalkışmak da anlamsızlaşıyor. Ustaca yazılmış şiirleri, o deneyimleri bilmeden, hiç kimse yazdıklarını şiir kılamaz. Bu bile anlaşılmış değil. Yoksa gülünç gerekçelerle okumamayı savunan şiir heveslilerinin sayısı bu kadar çok olmazdı bilmem ki yeterli mi?
Şiirlerinizde ele aldığınız konular nelerdir ve şiirlerinizi yazarken belli bir ortam seçer misiniz?
Her şey biraz şiirdir benim için. Fakat en çok da hayatı değiştirmeyi amaçlayan insanlar, aşkalar ve derin derin nefes alan gelecek kaygısı. İnsanlar, insanlar, insanlar... Yani akıp giden günler, ölümler. Her gün biraz daha yok edilen su, deşilen toprak, dinamitlenen dağ, her şey ama her şey şiirimin konusu olabilir. Yalnızca zalime övgü düzmem, iktidarlara yalakalık yapmam. Her daim mazlumdan yanadır kalbim ve şiirim... Şiir yazmanın özel bir ortamı yoktur bence dünya şiire göredir ve şiir de dünyaya göre. Her yerde çalışabilirsiniz. Elbette şiiri daha çok aklımda kurduğum için, bir sohbet anında, ciddi bir toplantının içinde, hatta şu an size yanıt verirken, şiir düşünüyorum ve doğal olarak şiir çalışıyorum.
En sevdiğiniz ve örnek aldığınız şairler kimlerdir?
Bu dünyadan geçmiş ve şiire dokunmuş her yüreği severim. Çünkü acısı vardır onların ve acılı yürekleri severim. Şiirden hoşlanmayan birinin acısı yoktur, acıyı anlamak istemez şiirden hoşlanmayan biri, bende onlardan hoşlanmam doğal olarak. Şiir acıları tımar eder, acının üstüne üfler ki dinsin o acı. Bunun için ki severim onları. Fakat illa isim istersen, bizim klasik şiirimiz üç ayak üstünde yükselir, bunlardan biri Yunus Emrenin şiiridir, mistik olanı taşır yüreklere. Diğeri Karacaoğlandır, aşkı ve eşitliği taşır yüreklere. Bir diğeri ise Pir Sultan Abdaldır, kavgayı ve umudu taşır insanlara... Hal böyle olunca onları sevmeden elbette olmaz. Sonra onların ardılı bütün şairleri severim. Sonra Tevfik Fikreti ve elbette Nazımı, 1940 kuşağı şairlerini Ahmed Arifi, Enver Gökçeyi, A. Kadiri, Arif Damarı ve Sonra Garip Şairlerini Orhan Veliyi, Oktay Rıfatı, Melih Cevdeti, sonra İkinci Yeniyi; Cemal Süreya, Turgut Uyar, Metin Eloğlu, Edip Canseveri ve 60 Kuşağı Şairlerini, 70 Kuşağı Şairlerini, kendi kuşağımın şairlerini, pek çok severim... Çünkü Türkiyede, çok değerli bir şiir yazdılar ve yazmayı sürdürüyor bu şairler ve insanlara yaralarını gösterip, yarasına ortak oluyorlar. Az şey mi bu, bu zulümler çağında!
İlk şiir kitabınız yayımladığında neler hissettiniz?
Öyle eskide kaldı ki bu duygu, hatırlayamadım bile... Fakat ilk kitap heyecandır, coşkudur, geleceğe güvendir, sevgidir, yeniden yaratma ve yaratılmanın erdemidir, sanırım bunları hissetmişimdir. Dediğim gibi artık çok uzakta...
Şiirin zaman içerisinde ruhunuzda gerçekleştirdiği değişimler neler oldu?
Şiir, insanın kendisine yolculuğudur biraz da. İçlerinizde yürürsünüz; derin, karanlık yerlerinizde. Kendinizi tanırsınız; kim olduğunuzu, nereden gelip nereye gidiyor olduğunuzu öğrenirsiniz. Elbette bunları öğrenmek insanı bir tek sevgiyle doldurur, kötülük duygusunu yok eder, işte ben bunu önemserim hep.
İyi bir şair olabilmenin kriterleri nelerdir?
Çok şiir okumak, tek yol bu. Kendinden önce yazılanı çok iyi bilmek, anlamak, içselleştirmek ve kendi şiirini bütün bundan sonra kurmak.
Bugün ülkemizde şair ve şiirlere verilen önemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biraz karmaşık, biraz sıkıntılı, biraz geriye çekilmiş, biraz ürkmüş olarak görüyorum. Neden? Çünkü yeryüzünün hiçbir gücü, kendisine yöneltilmiş bunca tehdide karşı, böylesine sessiz kalamaz. Fakat ne yazık ki yurdumuzdaki birtakım şiir yazıcıları sessizler. Kendi köşelerinde sessizce beklemekteler. Neyi beklediklerini kendileri de bilmeden. Şiirleri "suya sabuna dokunmadan" yol alıyor kimi şiir yazıcılarının. Şiirin ruhunu unutmuş görünüyorlar. Şiirin mazlumdan yana asi sesini ve ruhunu unutmuş görünüyorlar. Yurdumuz günbegün karanlık uçurumlara itilirken sessizler, sağırlar, körler. Oysa Yunus'tan, Pir Sultan'dan, Dadaloğlu'ndan, Köroğlu'ndan, Serdari'den, Kaygusuz'dan, Muhyi'den, Nazım'dan, Ahmed Arif'ten, Enver Gökçe'den, daha yüzlerce büyük şairden öğrendiklerimiz ve şiiri var eden vicdan, yaralanmış duruyor bu sessizlik karşısında. Coğrafyamızın dört bir yanından oluk oluk kan akıyor ve yurdumuz bu kan denizinin kıyısında bir yerlere acıyla sürükleniyor, sürüklüyorlar. Buna karşı mutlak ve sonsuz bir direniş içerisinde olması gereken şairler ve şiir zavallı bir konumdadır. Yazılanları artık şairlerin bile okumadığı dergiler salınıp duruyor ortalıkta. Buna son verilmeli ve şiir gerçek mecrasına geri dönmelidir. O gerçek mecraysa vicdandır. İnsanlığın derin vicdanı. Yeni yüzyılın sorunu da bu vicdan meselesidir. Ortak değerlerimiz konusunda kimi aydınlar" ne çok vicdansızlar, ne çok pervasız, ne çok alçaklar. Bütün bir hayat payını alırken bu kirden, şiire de bir kıyısından bulaşıyor sanırım. Bakın aylardır hançerem parçalanasıya bağırıyorum bu ders kitaplarındaki sansürü. Biliyorsunuz orta öğretim kitaplarında kimi şairler sansürlenerek okutuluyor artık. Bunun yeni ve başka tür bir alçaklığın başlangıcı olduğunu söylüyorum, pek çok değerli şairlerimizle birlikte elbet. Fakat ne yazık ki ortak bir eylem gelişmiyor, geliştiremiyoruz. Çünkü şairlerin, şiirin ve ülkenin sorunlarıyla ilgilenmediği bir zamandan geçiyoruz. Asla unutmamalıyız. Yüzünü acıya ve akan kana dönmeyen bir şiirin, varlığını sürdürebilme olanağı yoktur. Şiir yüzünü toprağın ve insanın acısına döndürmelidir mutlaka ve hızla. O zaman yurdumuzda ve geniş coğrafyamızda gerçekleşen bunca alçaklığı daha açıklıkla kavrayabiliriz.
Sanatçılar Girişiminin katılımcıları arasında görüyoruz sizi. Türkiye'nin bugünkü durumunu beğenmiyor musunuz?
Türkiye'nin bugünkü durumunda beğenilecek bir yan mı var? Bütün köprüler, bütün sular tutulmuş. Dağ başlarında ve fabrikalarda ve sularımızın içinde, limanlarımızda ve karayollarında, köprülerde, havada, karada denizde yani her yanda pespayelik durdurulamaz bir yükselişteyken, isyandan başka ne kalmış olabilir elimizde. Evet isyandayız, isyanda olmalıyız her yerde. Sanatçılar girişimi, bütün bu rahatsızlıkları söylemek için bir araya gelmiş güzel insanların isyan platformudur biraz da... Bunun için oradayım.
Peki, ne istiyorsunuz?
İnsanca, aydınlık, özgür, baskısız, sömürüsüz bir ülke istiyoruz öncelikle. Hayatın, hukukun, adalet ve vicdanın bu kadar ayaklar altında olduğu bir zaman oldu mu? Bunca adaletsizliğin, adalet diye dayatıldığı bir zaman oldu mu? 12 Eylül'ün karanlık günlerine bu kadar benzeyen bir dönemi oldu mu bu ülkenin. Hiç anımsamıyorum. İşte bu karanlığa ve bunca akıl dışılığa karşı bir arada olmak istiyoruz. Sanatın hayatlarımızdan kovulmak istendiği günlerde bir arada olmak ve haklı olarak direnmek istiyoruz.
Şiirlerinizde isyan ve umudu birlikte görüyoruz. Zaman zaman işgal altındaki topraklara yolladığınızı görüyoruz; Kanda'har, Soğuk Yara'daki uykuları bölü duruyor Bağdat'ta akan kan..." gibi. Ve Kalk" şiirinde de bir başkaldırı var; Silivri duvarının önünde de haykırıyordunuz dizelerinizi... İtirazınız neye?
İtirazım her şeye, her kötülüye. Yukarıda da söyledim. Kötülük kemirdikçe ülkeyi ölüyoruz kalben. Ve şu an en derinlerdeki kötülük ve pas ülkeyi kemirmekte... Elbette buna en yüksek sesimle itiraz ediyorum. Onlarca yıllık mücadelelerle kazanılmış aydınlık mevzilerin terk edilmesine itiraz ediyorum. Yurdumuza yönelmiş her tür saldırıya itiraz ediyorum. Şiirim, ruhum ve öğrendiğim ne varsa işte onunla itiraz ediyorum.
Özellikle gençlikte, politikaya ilgili olanların büyük bölümü de dahil, şiiri küçümseme ve lise yıllarında kaldı işte" gibi söylemler çok yoğun görülüyor. Edebiyatsız ve şiirsiz olur mu?
Şiiri bilenler bilir ki insan, şiirin dışında kalırsa üşür..." Hayatı anlamanın ve anlamlandırabilmenin biricik yoludur şiir. Estetize edilmiş hayat, incelikli yaşamlar getirir. Aydınlığı çoğaltır, karanlığı yok eder. Karanlığa karşı savaşan insanın şiiri olmazsa ne yapar o insan? Elinden feneri alınmış maden işçisi gibi olmaz mı? Tek başına ve bütün kötülükler ve kabalıklar karşısında çırılçıplak. Demek ki şiirsiz olunmazmış bak...
Sevgiliye yazılan, sevda şiirlerinizde de isyan var; hep umuda ve özgürlüğe güzelleme var sanki. Tınısında hüzün var. Bu coğrafyanın şairi olmanın getirdiği bir şey mi bu, yoksa dünyaya bakış açınızdan mı?
Bizim coğrafyamızın her yanında hüzün var, her yanı acı biraz. Doğal ki, kendisini bu halkın, bu yurdun bir parçası olarak gören şair, ancak hissettiklerini ve gördüklerini yazabiliyor. İşte onlarda acıdan ibaret. Bu benim tercihim değil elbet. Keşke ne acılar olsa, ne de acıyı yazanlar. Fakat böyle olmaz nedense, acılar çoğalır ve ben de yalnızca acı ve keder yazmak zorunda kalırım her defasında.
Tuğrul Keskin kimdir?
15 Mayıs 1961 tarihinde Iğdır'ın Aralık İlçesi'nde doğdu. 1977 yılında İzmir Atatürk Ticaret Lisesi'nden mezun oldu. Yüksek öğrenimini yarıda bırakarak çeşitli işlerde yöneticilik yaptı. İlk şiirleri 1980 yılından itibaren Yaba ve Yeni Olgu dergilerinde yayınlandı. 1981 yılında, Türkiye Yazıları'nda yayınlanmaya başlayan şiirlerini daha sonra; Dönemeç, Ortaklaşa, Yamaç, Yarın, E, Yeni Biçem, Edebiyat ve Eleştiri, Papirüs, Ötekisiz, Kum, Düşe-Yazma, Agora, Ünlem, Gediz, Dize, Üç Nokta, vd. dergilerde yazı ve şiir olarak yayınladı.