“Kalbim Rumeli’de Kaldı”

Eğitimci-Yazar Firdevs Tunçay, atalarının hatıralarından yola çıkarak yazıp anlattığı “Kalbim Rumeli’de Kaldı” adlı kitabında sardunya kokan toprakların hikâyesini anlatıyor


  • Oluşturulma Tarihi : 15.07.2015 06:45
  • Güncelleme Tarihi : 15.07.2015 06:45
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
“Kalbim Rumeli’de Kaldı” haberinin görseli

NİLGÜN TAZE

İlk basımının kısa bir sürede tükenmesinin ardından 2. kere basılan “Kalbim Rumeli’de Kaldı” kitabında, Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılan bir mübadil ailenin çocuğu olarak çok acılar çektiğini belirten Firdevs Tuncay, görsel medyada birçok kez tanıtılarak gündemde kalan kitabında, 1924  mübadelesinin ince detaylarını anlatarak, “Büyük Mübadele,  büyük kopuş, büyük acı, büyük hasret demektir. Bir gün sizi doğup büyüdüğünüz, havasıyla suyuyla yoğrulduğunuz memleketinizden, atalarınızın asırlar boyu yaşadığı topraklardan, çocukluk sevinçlerini ve gençliğinizi yaşadığınız yerlerden koparıp hiç tanımadığınız bir yere gönderseler neler hissedersiniz? Hiç düşündünüz mü? 1924’te mübadele nedeniyle Yunanistan’dan Türkiye’ye gitmek zorunda bırakılan bir ailenin çocuğuyum.  Türkiye tarihinin en acı olaylarından biridir mübadele. Rumeli Türkleri, 92 yıl önce göçten öte bir de mübadeleyi yaşadılar. Mübadele’ye tabi tutulanlar, elli yıl geri dönmemek üzere evlerini, yüzlerce yıldır ekip biçtikleri topraklarını, ekmek parası kazandıkları işyerlerini, ibadet ettikleri kutsal mekânlarını, dahası atalarının mezarlarını geride bıraktılar. İnsanların zorunluluklar sonucu doğup büyüdükleri yerlerden göç etmeleri, yaşamlarında tamiri mümkün olmayan hasarlara yol açıyor. Ben bunda ailemin ve aile büyüklerimin yaşantılarında tanık oldum. Mübadele ile Kavala’dan gelerek Ödemiş’e yerleşmiş ailemin ikinci kuşağıyım. Onlar, ‘Memleket!’ derler, ah çekerlerdi. Memleket Özlemi, yüreklerinde için için yanan bir kor gibiydi. Yeni vatanlarına uzun süre uyum güçlüğü yaşadılar. Kalpleri Rumeli’de kalmıştı. Hasret içinde, gözleri açık bu dünyadan geçip gittiler. ‘Kalbim Rumeli’de Kaldı’ kitabımı yazabilmek içimde bir uhdeydi. Ailemin ve atalarımın hatıralarından yola çıkarak tüm mübadillerin acılarını, sevdalarını, umutlarını ve sıfırlanmış hayatlarını yeniden kurma uğraşlarını yazabilmek, ilk gençlik yıllarımdan beri hayatımın rüyasıydı.  Atalarımın bir kez daha göremediği memleket topraklarına gitmek bana nasip oldu. Kızımız Müjde Tuncay, 2000 yılında iş daveti aldığı İspanya’ya gitmeden önce eşimle beni Yunanistan’a götürdü. Bu vefa beni çok etkiledi, gözyaşlarıyla atalarımızın izlerini aradık. Ana toprağım Kavala’dan (Kavalla)  ve ata toprağım İskeçe’den (Xsanthi) birer avuç toprak alıp karışmasın diye farklı renkteki iki poşete koyduk. Türkiye’ye döndüğümüzde ilk işimiz Ödemiş’e gitmekti. Ailemin ve aile büyüklerimin mezarlarının üzerine “memleket topraklarını” serptik. İşte, o ziyaret sonrası, ailemden ve aile büyüklerimden yıllarca biriktirdiğim anıları gözyaşları içinde kaleme aldım. Altı yıl süren bu yazın yolculuğu sonunda ‘Kalbim Rumeli’de Kaldı’ adını verdiğim kitabım, 2013 yılında 18. TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nda okurlarla buluştu.  ‘Hayatımın Rüyası’ gerçekleşmişti ve çok mutluydum” dedi.

 

“BABA TARAFIM İSE İSKEÇE’DEN GELİYOR”

İskeçe şehrinde varlıklı bir hayat yaşarlarken, 1927’de Yunan Hükümeti’nin baskısından ve çete mezaliminden kurtulabilmek için, her şeylerini geride bırakarak canları pahasına Türkiye’ye geldiklerini belirten Tuncay, “Mübadelede sınır kapısı olmuş Karasu nehri. Nehrin batısında yerleşik Müslüman Türkler mübadeleye tabi tutulurken doğusunda kalan Batı Trakya Bölgesi mübadele dışı bırakılmış. Bu bölgenin İskeçe şehrinde yüzyıllar boyu yaşamış baba tarafım. Ben, baba tarafımdan yedi kuşağa kadar biliyorum. Büyük büyük dedem Hacı Memiş, Hasan Ağa, Halil Ağa (dedem), İbrahim (babam), ben, çocuklarım Müjde ve Serkan, torunum Demir Diego. Adının “Eskice”den geldiği tahmin edilen İskeçe şehrinde varlıklı bir hayat yaşarlarken, 1927’de Yunan Hükümetinin baskısından ve çete mezaliminden kurtulabilmek için, her şeylerini geride bırakıp canları pahasına kaçarak Türkiye’ye geldiler. Babam İbrahim Köken, geldiklerinde 25 yaşındaydı. Küçük Menderes Ovasının bereketli toprağı Ödemiş’e yerleştiler. Varlıklı bir hayattan sonra, iki göz odalı kira evlerinde geçti ömürleri. İzmir’in şirin ilçesi Ödemiş, doğduğum, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği yerdir. Siyah önlük ve uzun çorap giyip, beyaz yaka takmaya Zafer İlkokulu’nda başladım. Okumayı yazmayı rahmetli Sami Önel Öğretmenimden öğrendim ve çok sevdim. Başlarımızda parlak armalı, sarı şeritli bir örnek şapkalarla Ödemiş Lisesi’nin orta ve lise kısmını bitirdim. Sevgili öğretmenlerimizle bizler, Türkiye Cumhuriyeti’nin harika dalları ve çiçekleriydik. Babam, Ödemiş’e yerleştiklerinde yıllarca Köy Kâtipliği yaptı. ‘Kâtip’ lakabıyla tanınır onun için. Ziraat Bankası’na girdiğinde ortaokul yıllarımdaydım. O yıllar her eve gazete girmezdi. Oysa babamın gazetesiz bir gününü hatırlamıyorum. Sakin bir köşeye çekilir, fikir yazılarını altını çizerek okurdu. Yaşıma uygun kitaplar alarak beni de okumaya teşvik ederdi. İlk okuduğum roman Yaşar Kemal’in ‘İnce Memet’i, ‘Dünya ve Türk Edebiyatı’ndan Seçme Şiirler Antolojisi’ ve daha nicelerini,  üzerinden yarım asır geçmesine rağmen, hala kitaplığımda özenle saklıyorum. Babamın elleri duruyor çünkü… Çağdaş fikirliydi babam, tahsile çok önem verirdi. Özellikle yarının anneleri olacak kız çocuklarının meslek sahibi olmalarını isterdi. ‘Koluna altın bileziğini takmalısın!’ diyordu bana” açıklamasını yaptı.

SEVEREK YAŞIYORUM

İzmir Eğitim Enstitüsü Edebiyat Şubesi’nden 1965’te mezun olarak yurdun çeşitli kentlerinde öğretmenlik mesleğini severek yaptığını ve öğrencilerinin derslerindeki başarılarının yanında iyi ahlaklı, kendileri ve çevresiyle barışık, beğenileri gelişmiş insan olmaları için de yüksek bir gayret gösterdiğini belirten Tuncay, “Uyarılarımı teneffüslerde yalnızken yapıyordum. Halen görüşüyorum öğrencilerimle. Ta elli yıl önce okuttuklarım bile beni arıyorlar. Bunlar beni çok mutlu ediyor.

Yazmak bir yolculuksa beni bu yolculuğa çıkaran amacım genciyle yaşlısıyla herkesin dikkatini ‘Mübadele’ ve ‘Mübadil Yaşamlar’ üzerine çekmek, bu konuda bir farkındalık oluşturmaktı. Ege’nin sularına gömülmüş 500 yıllık bir tarihin sayfalarını aralayarak o dönemin ruhunu ve trajediyi yansıtmaya çalıştım. Hem de gözyaşlarımla… O acıları ölünceye kadar hisseden büyüklerimin gözyaşlarıyla… ‘Kalbim Rumeli’de Kaldı’ kitabım, geçmişten geleceğe köprüdür. Üçüncü kuşaktan sonrası, mübadeleyle gelen insanların yaşadıkları acıları unutacak, o kültür yok olacak, diye ödüm kopuyor. Umarım ve dilerim ki kitabım, ‘Rumeli Kültürünün Yaşatılmasına’ ve ‘Anıların Korunmasına’ katkı olur. En son görev yaptığım Karşıyaka Gazi Lisesi’nden emekliye ayrıldıktan sonra okuma uğraşıma yazmayı da ekledim. Çeşitli dergilerde ve gazetelerde, gezi, deneme, anı, biyografi türünde yazılarım yayımlandı. Kitabımı yazarken kalbimi beş parçaya böldüm, her bir parçasına ‘Sardunya kokan toprakların öykülerini’ yerleştirdim. Rumeli öykülerinden oluşan anılar, ilk ağızdan dinlediklerimdir. Kitabımı yazmam beş altı yılımı alsa da, bu kitaba bir ömür adandı. Aile büyüklerimden dinlediğim anılardan ve onların Rumeli’den gelirken getirdikleri kimi yüz yıllık fotoğraflardan yola çıkarak yazdım kitabımı. Hem de mübadil köyleri ve kentleri dolaşarak yaşlılarla sözlü tarih çalışması yaptım yıllarca. Balkanlar, göç ve mübadele konularında yazılmış kitaplar okudum. Çok araştırma yaptım.  Tarihin yaşarken değil de yazarken öğrenileceğini fark ettim. ‘Kalbim Rumeli’de Kaldı’ benim ilk kitabım. Çok şükür ki 2014’te Say Yayıncılık’tan çıkan 2. Baskısı, şimdi prestijli kitapevlerinin raflarında. Kitabımdan çok güzel geri dönüşler aldım, dostlar edindim. İzmir, mübadil kent olduğu için insanlar, kendilerinden çok şey buldular. Babasının kendinde olmayan fotoğrafını kitabımda bulanlar gözyaşları içinde bana döndüler. Kalbim Rumeli’de Kaldı kitabımda ‘Keşke’ dediğim pek çok şeyi yazamadım. Şimdilerde yeni kitabıma çalışıyorum. Rumeli bir sevdadır… Ne kadar yazsam da yine eksik kalır! Rumeli’nden gelen muhacirler, kültürlerini de getirdiler yeni vatanlarına. Güzelim Rumeli türküleri, Avrupai giyim tarzı, yemek kültürü, misafir ağırlama, gönül almak, çocuğa bile ‘çocuktur’ deyip geçmemek, kıymet vermek… Ödemiş’te oturdukları mahalleler ayrıydı yerli halkla. Yemeklerinden tutun, kıyafetleri, adetleri, yaşam biçimleri, hayata bakışları çok farklıydı. Yerli kadınlar kara çarşafla gezerken muhacir kadınlar manto giyip başlarına şarpa (eşarp) takıyorlardı. Dinine bağlıydılar ama bunu dillendirmezlerdi. İleri görüşlüydüler” ifadelerini kullandı.

RUMELİ KÜLTÜRÜ TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİĞİDİR

Muhacir kadın ve erkeklerin ileri görüşlülükleri ile ilgili anılarını paylaşan Firdevs Tuncay, günümüzde dahi rastlanması az görülen sevgi dilinin kendi kültürlerinde hakim olduğunu belirterek , “Eşimle nişanımız, Ödemiş Belediyesi Düğün Salonu’nda orkestra eşliğinde cazlı yapılacaktı. Günler öncesinden nişan davetiyelerimiz dağıtılmıştı. Bir gün babam: ‘Nişanınıza az bir zaman kaldı. Mete’yle hiç dans ettiniz mi?’ diye sorunca çok şaşırdım. O yıllar genç kız ve erkeklerin birlikte eğlenme kültürü yoktu.  ‘Hayır babacığım’ diye yanıtladım. O da bana ‘Hiç olur mu yavrum, nişan gecenizde herkesin gözü üstünüzde olacak. Uyumlu dans etmelisiniz. Yoksa davetlilere ayıp olur’ dedi. Ertesi gün koltuğunun altında kocaman bir pikap ve plaklarla eve gelmez mi babam? Biz de Tango’dan Çaça’ya kadar çalıştık. Nişan gecemizde eşimle yaptığımız danslar günlerce konuşuldu. Şimdilerde bile kaç baba kızına bu duyarlılığı gösterebilir ki… Muhacirlerin bir özelliği de çok çalışkan olmalarıdır. Ne zaman aklıma gelse annem evimizin aydınlık sofasında, kollu ilk Singer’lerden dikiş makinesinin başında çalışırken gözümde canlanır. Yanık yanık söylediği Rumeli türküleri de makinenin sesine eşlik eder… O dokuda, o kokuda büyüdüm ben. Rumeli türkülerini çok sevmem bu yüzdendir. Terziydi annem. Dokuz yaşındaydı memleketi Kavala’dan geldiğinde. ‘Ödemiş Kız Sanat Enstitüsü’ mezunuydu. Terziliğin sırlarını okulundan öğrenmişti. Çok çalışkandı annem. Singer’inin başında bir ömür geçirdi. Evimizi aldığında lise yıllarımdı. Kiradan kurtulmuştuk sonunda… Anneciğimden bana hatıra dikiş makinesini gözüm gibi koruyorum. Hala çalışıyor ve ben onu hala kullanıyorum. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman yeni mübadeleler olmaması dileğiyle ve kitabımdan küçük bir pasajla sizlere veda ediyorum” dedi.

Nazmiye Hanım, bebeğini sarmış sarmalamış, hiç konuşmadan geride bıraktığı boş beşiğe bakıyormuş hüzünle… O sırada yukarı kattaki Rum komşuları Todori, Evadoksiya ve kızları Melpo, onları geçirmek için yaşlı gözlerle taş avluya inmişler. Hıçkırıklar içinde birbirlerine sarılmışlar. Evadoksiya, Nazmiye Hanım’ın ellerini tutup gözlerine bakarken: “Siz ne kadar iyi insanlardınız. Çok ekmeğinizi yedik. Hakkınızı helal edin!” diyormuş minnetle. Eşyaların arabaya yerleştirilmesine de yardımcı olmuşlar. Nazmiye Hanım titreyen sesiyle: “ Bahçedeki karanfilleri, duvar dibindeki sardunyaları, saksıdaki menekşeleri sulamayı unutmayın. Onlar baharda açacaklar ama biz göremeyeceğiz!” derken gözyaşları yanaklarından akıyormuş. Sonra kucağındaki bebeğiyle arabaya binmiş, ailece eşyalarının arasına sığışmışlar. Araba yolda sarsıla sarsıla giderken gözlerini evlerinden ayıramamışlar. Sokaklarını, evlerini son görüşleriymiş. Rum komşuları, onlar gözden kayboluncaya dek arkalarından hüzünle el sallamışlar.”

Firdevs Tuncay’ın kitaplarına prestijli kitapevlerinin yanı sıra www.saykitap.com adresinden de ulaşılabiliyor.