Kiralık ruhlar: İzmir’de bağımsız tiyatrocular direniyor!

Kimi yaptığı politik komedilerden sindirilmeye çalışılıyor kimi ise kentteki tiyatro camiasının kopuk olması, yüksek telif bedelleri, düşük ücretlere rağmen seyirci ilgisizliği ile mücadele ediyor. İzmir’deki tiyatrocular yaşam boyu direnme hali içerisinde

  • Oluşturulma Tarihi : 21.07.2025 08:52
  • Güncelleme Tarihi : 21.07.2025 08:52
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Kiralık ruhlar: İzmir’de bağımsız tiyatrocular direniyor! haberinin görseli

YUSUF ÇAĞIRTEKİN - ÖZEL HABER/ İzmir’de tiyatro kültürü gelişmiş bir şehir. Bu kültürü hali hazırda ayakta tutan en önemli sac ayaklarından bir tanesi ise bağımsız tiyatrolar. Fakat bu çok da kolay olmuyor. Kimi yaptığı politik komedilerle yıllardır soruşturmalardan geçip sindirilmeye çalışılıyor. Kimi ise sahne-oyuncu-prova alanı bulma, yüksek telif bedelleri, düşük ücretlere rağmen seyirci ilgisizliği gibi sorunlarla boğuşuyor. Tabi kentte tiyatro camiasının birbirinden kopuk olması ve mücadelenin tek başına sürdürülmesi ise bir başka şikayet konuları. Küçük bütçelerle büyük işler başaran ve pandemide açılan yaraları halen tam anlamıyla kapatamayan İzmir’in bağımsız tiyatro savaşçılarının ortak noktası ise tüm zorluklara karşın hayat boyu bir direnme hali içinde olmaları!

CEMAL TOPRAĞIN: HAYAL KIRIKLIKLARI YAŞANIYOR

İzmir’de 20 sene önce tiyatroya ilk adımını atan ve 15 yıl önce kendi tiyatrosu İzmir Kumpanya’yı kuran Cemal Toprağın, sahneye adım attığı ilk gün kurduğu hayallerle şimdiki dünya arasında büyük bir fark olduğunu belirterek, “Biz dünyayı tiyatro üzerinden değiştirebileceğimizi ve tiyatronun insanların üzerindeki katkısını çok yüce görüyordum. Zaman içerisinde bunun aslında o kadar da mümkün olmayacağını anlıyorsunuz. 15 sene önce ilk kendi tiyatromu kurduğum zaman bazı şeylerin de aslında hiç hayal ettiğim gibi olmadığını görmüştüm. Çünkü işin içine vergiler giriyor, seyirci sorumluluğu giriyor, ekip sorumluluğu giriyor, stopajlar falan giriyor. Bunlar olunca, ‘Hayallere ulaşmak o kadar kolay değilmiş’ diyorsunuz. Fakat 20 sene önce sahneye ilk çıktığımda, ‘Ben kendi tiyatromu kuracağım, kendi sahnem olacak, kendi oyunlarımızı yazacağız, kendi dekorlarımızı yapacağız’ demiştim. Bunu başardım ve bu bana mutluluk veriyor. Bu yolda ilerlerken de bir sürü hayal kırıklığı ile de karşılaşıyorsunuz” dedi. 

DESTEKLER GÜNÜ BİLE KURTARMIYOR

Kentte tiyatroya belediyelerin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın küçük destekleri olduğunu ifade eden Toprağın, fakat şu anda bu desteklerin günü bile kurtarmadığını dile getirdi. Toprağın, “Biz İzmir Kumpanya olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan hiçbir zaman destek almadan yürüdük. Onun dışında sponsorluk da almadık. Belediyelerle de yapmış olduğumuz oyunun temsili esnasında bir ticari ilişkimiz oluyor. Bir tiyatronun yaşayabilmesi için zaten belediyelerin, bakanlıklara değil seyircisine güvenmesi gerekiyor. Seyirciniz olduğu zaman diğer taraflara çok da ihtiyacınız kalmıyor. Tabi ki verilen destekler, sponsorluklar da şu an hiç yeterli değil. Nitekim bizim ülkemizde herhangi bir sanat faaliyetine sponsor olması da pek olağan değil. Lüks diyebiliriz” ifadelerini kullandı. 

KAYBOLMAYI TERCİH EDİYORSUN

Tiyatrocuların sahnede alkış alıp, dışarıda bir market kuyruğunda görmezden gelinme durumuyla karşılaşmasını değerlendiren Toprağın, “Çok eskilerden beri bu durumla baş etmeye çalışıyordum. Şu anda bu normal bir hale geldi. Hayatta fark edilmek için sahneye çıkıyoruz belki de. Fakat şunu da belirtmem gerekirse; belli bir süre sahne hayatı yaşadıktan sonra hayatta kaybolmayı da bazen tercih ediyorsunuz. Çok fazla göz önünde olmak da yormaya başlayabiliyor. Sahne aslında eğlencelidir ama kendi içimizde disiplinli durumlarımız var. Bir süre sonra çok yorucu oluyor ve bunu psikolojik olarak yönetmek için çözümler üretiyoruz” şeklinde konuştu.

BU BİR YAŞAM TARZIDIR

Özgürlük için sanatın bir direniş olduğunun altını çizen Toprağın, “Sanatın olmadığı yerde ne hayat olur ne özgürlük olur ne de yaşam mücadelesi olur. Bunların olabilmesi için de bu hayat mücadelesinin içinde olmak gerekiyor. Bu bir yaşam tarzıdır. Özgürlüğü için herkes direnir. Mesela mesai doldurmak da bir özgürlük sebebidir çünkü ekonomik özgürlüğünü sağlamak gerekir. Herkesin de hayatında bu özgürlüğü sağlamak için belli amaçları ve yaptığı işler vardır. Ben de bir tiyatro insanı olarak bu özgürlüğü sanatımı kullanarak elde ediyorum” değerlendirmelerinde bulundu. 

SORUŞTURMALARDAN GEÇİRİLİYORUM

Bağımsız tiyatroların ayakta kalması için yapılması gerekenleri sıralayan Toprağın, “Bağımsız tiyatro yapmak veya günümüz şartlarında bağımsız herhangi bir şey yapmak zor. Ülkenin içinde bulunduğu koşullara göre oyununuzu oynamanız gerekir. Mesela ben yıllardır politik komedi yapıyorum ve politik komedilerden ötürü de yıllardır soruşturmalardan geçiriliyorum. Bir sürü dosyalarla baş etmeye çalışıyoruz. Buna karşın bağımsız kalmaya da devam ediyoruz. Çükü bunu da birilerinin yapması gerekiyor. İnsanlar istediği gibi sanatlarını yapmalılar ama konu bağımsız kalmak ise iç seslerini dinlemeleri gerekiyor. Vicdanları doğru yolda olduklarını söylüyorsa o yolda devam etmeliler.” diye konuştu. 

BÜTÜN TİYATROLAR AMATÖRDÜR

Hayatın baştan bir kiralık ruh olma hali olduğuna da dikkat çeken Toğrağın, “Ama bir tiyatrocunun öyle kolay kiralanamaz. Ama bu sahnede mümkün değil. Çünkü biz işimizi sahnede yapıyoruz. Sahnede işimizi gerçekleştirirken; ruhumuzla bu işi yapıyoruz. Tiyatrolar, amatör, yarı profesyonel veya profesyonel diye sınıflandırılır ama bu yanlıştır çünkü bütün tiyatrolar amatördür. Amatör ruh halidir. O yüzden ruh kiralanamaz. Bir tiyatrocunun ruhu başka bir şeydir, onu yönetmek, devşirmek olanaksızdır haliyle bir tiyatrocunun ruhu kiralanamaz. Fakat hayatta hepimizin ruhu kiralıktır maalesef. Çünkü çoğumuz istediğimiz hayatı yaşayamıyoruz. Belki de o yüzden sahneye adım atmaya çalışıyoruz” dedi.

BARAN ÖZTÜRK: DİRENECEĞİZ…

İzmir’de genç yaşta bu direnme hali içinde olan bir diğer tiyatrocu ise; Tiyatro Fısıltı’nın kurucusu 25 yaşındaki Baran Öztürk. İzmir’e İngilizce öğretmenliği okumak için gelen ve sonrasında ekibiyle kendi sahnesini kuran Öztürk, bu yolda büyük fedakarlıklara imza atarak direnişini sürdürdü. Evini kapatan ve tek mal varlığı olan koleksiyonunu masrafları karşılamak adına satan Öztürk, bu direnme ve hayatta kalarak sahne hayatını devam ettirme halinin kendisine ekstra bir keyif verdiğini söyledi. Tiyatroyla hayatta kalmak mümkün mü? Bir geçim kapısı oluyor mu yoksa tiyatro bir direnme hali mi? Bu soruların yanıtı sıklıkla merak edilir. Öztürk ise bu sorulara şu şekilde yanıt verdi: “Tiyatro ile bir hayat geçirmek mümkün. Öncelikle bunu sağlamak için çabalamak gerekiyor. Tabi ki ilk yıllarda tiyatro ile geçinmek, ana geçim kaynağı olarak kullanmak çok zor. Sadece oyunculuk yaparak girişte mümkün değil. Özellikle alaylı tiyatrocular için bir yerlerde rol bulmak ve oyun almak da zor. Hele günümüzde ve bu ülke şartlarında… Ama bu bir direnme hali diyebiliriz. Bu tiyatrocular için hayatının sonuna kadar böyle. Çünkü her zaman toplumda en erken vazgeçilen bir topluluğuz. Bunun değişmesi için çalışıyoruz. Her şeye rağmen bu süregelen bir direnme hali ve sanırım işin bu kısmı da bize ekstra keyif veriyor” ifadelerini kullandı. 

BAR TİYATROLARI ÇOĞALDI

Pandemi İzmir’deki tiyatrolara büyük zararlar verdi.Bu zararların telafisi halen yapılmış değil. Pandemi döneminde kurulmuş bir tiyatro olduklarını belirten Öztürk, “Pandemi dolayısıyla bizi o kadar etkilemedi. Pandemide salon kapasiteleri daha düşüktü ama biz en dolu oyunlarımızı oynadık. Çünkü o dönem buna bir açlık vardı. Ama tiyatrolar üretimi, tüketim olmayacağı düşüncesiyle yavaşlatmıştı ve ayrılmıştı, parçalanmıştı. Pandemiden sonra tiyatroların toparlanmaya başlaması İzmir’de farklı birliklerle ve inisiyatiflerle olmaya başladı. Ancak bu birlikleri ve inisiyatifleri ben kendi tiyatrom Tiyatro Fısıltı adına çok faydalı bulmuyorum. Dolayısıyla da hiçbiriyle bir ol yürümüyoruz. Bağımsız olarak tek başına bir yol yürüyoruz. Pandemi sonrası tiyatrolar farklı arayışlar içerisine girdi. Bar tiyatroları çoğaldı. İnsanlar yavaş yavaş barlara gitmeye başladı. Kafe gibi alanlarda oynanmaya başlandı. Yani tiyatro çerçeveli sahneden dışarı çıktı. Farklı mekanlara nüfuz etti. Bu bir çözüm olarak sunuldu. Tabi bunun da getirdiği şeyler oldu, yani tiyatronun da kaybettiği bir şeyler oldu. Sahne disiplini ve ciddiyeti kayboldu. Farklı türler (doğaçlama tiyatrolar) ortaya çıktı. İzmir’de şu an çok fazla örneğini görebilirsiniz. Süreç halen devam ediyor. Halen hiç kimse Pandemide oluşan zararlarını kapatabilmiş değil. Ama bu da bir süreç ve sona erecektir. Pandemi gibi felaketler her zaman yaşanabilir ve buna hazırlıklı olmak, bu süreçlerde de tiyatroyu devam ettirmek direnme halini devam ettirmek demektir. Ülkede savaş hali de olsa yine tiyatro yapan birileri olacaktır. Bu tarz durumlarda tiyatroyu bırakmamak, olabildiğince imkanlar neyi getiriyorsa o imkanlardan faydalanarak devam etmek gerekiyor. Pandemiden günümüze kadar olan süreç de bir şeylerin tiyatroyu yıldıramayacağı gerçeğini de bize göstermiş oldu” değerlendirmelerinde bulundu. 

EN BÜYÜK SIKINTI METİN TELİFLERİ

Yaşadıkları sıkıntılara değinen Öztürk, “Öztürk, “Bir dönem maddi durumlardan ötürü kendi atölyemizi kapatmıştık. Yaklaşık 1 yıl göçebe bir tiyatro olarak devam ettik. O süreçte, prova alanı bulmak, sahne bulmak, oyuncu bulmak zorlaşmıştı. Şimdi ise 1 yılı aşkın zamandır Kuluçka Sahne Sanat isimli kendi sahnemiz var. Provalarımızı ve oyunlarımızı burada sergiliyoruz. Şu an oyuncu konusunda da sıkıntımız yok. Şu an en büyük sıkıntımız metin telifleri. Oynamak istediğimiz klasik dönemin iyi yazarlarının yazdığı metinlerin çevirmenler tarafından veya bu oyunların Türkiye tarafından hakları alınmış ajanslar tarafından elde tutulan telif bedelleri. Gerçekten oynadığımız oyunlarda ve biletlerden çok fazla kazanmıyoruz ama dışarıdan çok kazanıyoruz gibi görünüyor olacak ki telif bedelleri oyun bazlı oldukça yüksek. Dolayısıyla biz de kendi oyunlarımızı yazıyoruz. Yazarlığını yine ekibimizden bireylerin yaptığı oyunları oynamaya çalışıyoruz. Süreç de bizi maddi olarak buna itiyor. Bütün bunlar farklı tiyatrolar için farklıdır ama bizim tiyatromuz için şu an en büyük sıkıntılar oyun biletlerimizi halka ulaştırmak ve telif ücretleri” dedi. 

TOPLUMA MAL ETMEK İSTİYORUZ

İzleyici sayısı az olduğunda hissettikleri duyguları paylaşan Öztürk, “Tabi ki bir oyuncu için çok zorlayıcı bir şey, karşısında bir kitleyi görmemek. Ama şunun da altını çizmek lazım. Biz provalarımızı hiç kimseye yapıyoruz. Sadece karşımızda bir yönetmen veya ekip arkadaşlarımız varken yapıyoruz. Sürecin büyük bir kısmı boşluğa karşı oynamakla geçiyor. Dolayısıyla profesyonel hiçbir tiyatrocunun karşısında seyirci olmadığı için demorolize olup oyununun etkileneceğini düşünmüyorum. Fakat tabi ki bu durumun manevi olarak kaybettirdikleri var. Verdiğimiz emeğin kitlelere ulaşmasını istiyoruz ama bu kitle olmadığı zaman etki de doğal olarak sadece gelen bir iki kişiye sağlanmış oluyor. Maksadımız sadece oyun oynamak ve kendimizi tatmin etmek değil. Sanatı hem sanat için yapmak hem de topluma mal etmek istiyoruz. Toplumu da seyirci oluşturuyor. Dolayısıyla seyircisizlik bizim misyonumuzu tamamlamamızı yarı yarıya durduruyor. Oyun sonrası oyuncu arkadaşlarımızla morallerimiz düşüyor. Kendimizi sorguluyoruz. Halbuki İzmir’de iyi oyun kötü oyunla alakalı seyirci ilgisinin olup olmadığını 5 yıllık süreçte çok iyi gözlemledik. Devlet tiyatrosu ayarında, iyi bir yönetmen ve iyi metinler, iyi oyuncularla çalıştığımız oyunlarda bazen çok büyük övgüler aldığını bazen de seyircisiz kaldığını gördük. Seyircilere açık çağrımızdır; gelsinler. Tiyatro burada! İzmir’de iyi işler yapılıyor. Görsünler” dedi.

EVİMİ KAPATTIM

Geçinebilmek için tiyatro dışında yaptığı işler olduğunu aktaran Öztürk, “Sanırım işletmeci olarak sürekli olacaktır. Tiyatroya ilk başladığımda liseye gidiyordum ve çıkışlarda babamın yanında çalışmaya gidiyordum. Boş günlerimde tiyatroya gidiyordum. İzmir’e üniversite okumaya geldiğimde bir yandan çalışıp geçinmem lazımdı, bir yandan da tiyatroya gelmek istiyordum. Kendi işletmemi kurdum. Garsonluk yaptım, yemek sektöründe bir süre çalıştım, eğitmenlik yaptım. Farklı kurumlarda ise yaratıcı drama eğitmenliği yaptım. Yaptığım en büyük fedakarlık ise evimi kapatmak oldu. Tiyatro yaptığımız alanda kalıyorum. Bir de tek mal varlığım diyebileceğim bir koleksiyonum vardı. Geçtiğimiz ay seyirci durumumuz çok kötüydü ve kiramız çıkmadı. Geçmişten kalan koleksiyonumu satmak zorunda kaldım. Tabi ki süreç içerisinde son paramızı tiyatroya verdiğimiz çok zaman oldu. Ekip arkadaşlarım her zaman destek oldu ve onlar da bu işin ayrılmaz birer parçası” dedi. Bir tiyatrocu olarak kendilerinin en çok meslektaşlarının yorduğunu ifade eden Öztürk, “İzmir’de özel tiyatrolar arasında anlam veremediğimiz bir iletişimsizlik var. Bu iletişimsizlik beraberinde çok fazla dedikoduyu getiriyor. İzmir’deki çoğu özel tiyatro ile tanışma fırsatım bile olmadı. Çünkü bazı tiyatrolar çok kapalı, bazı tiyatrolar herkesle tanış halinde. Bazı tiyatrolar sadece belediye festivalleri olduğunda oyun çıkarıp sonrasında görünmüyorlar, bazı tiyatrolar sahneleri var ama kiralanmasın diye resmen çok yüksek bedeller ortaya çıkarıyor. Biz bu anlamda bir birliğin olmadığını düşünüyoruz” dedi.

İKİNCİ BİR HAYAT YAŞIYORUM

Yaşadığı tüm zorluklara rağmen neden sahneyi bırakmadığını anlatan Öztürk, “Tiyatro kapısından girdiğim andan itibaren farklı bir personaya dönüşüyorum. Bu beni içine çekmişti. Hobi olarak sürdürürken, 19 yaşında biri ailemden diğer yakın arkadaşım iki kişiyi kaybettim. Şunu fark ettim. Ne zaman biteceğini bilmediğimiz kısa bir hayat var önümüzde bunun bir alternatifi olmalı. Bir kere yaşanmamalı bu hayat gibi geldi. Alternatif olarak tiyatroya sarıldım. ‘Burada ikinci bir hayat yaşıyorum, burada özel hayatımda çektiğim acıları çekmek zorunda değilim’ dedim. Sonra iş ciddileşmeye başladı. Sonra da şunu fark ettim; ‘Hayatımın sonuna kadar bunu yapabilirim.’ Sahneye çıkmak bana müthiş bir keyif veriyor ve bu hisler benim sahnede kalmaya itiyor” dedi.