- Kültür-Sanat
- 26.05.2025 17:22
Yazar-Yönetmen Hayrettin Filiz, iki yeni kitap ile okurlarının karşısına çıkacak. Koronavirüs Pandemisi döneminde bin sayfa yazı hazırladığını söyleyen Filiz, “Üçüncü kitabımın adı Ölen Ölmez Vazgeçen Ölür ve Zap Suyuna Köprü olacak” dedi
ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL HABER
Yazar-Yönetmen Hayrettin Filiz yeni kitaplarının yazım sürecini tamamladı. Korona Pandemisi döneminde kendini eve kapatan Filiz, bin sayfa yazı üretti. Bu süreçte yoğun bir çalışma içerisine girdiğini söyleyen Filiz, “Dördüncü kitabım baskıya girmek üzere, umarım yolunu şaşırmış bir genç insana yeni fikirler verir, kendi gücünün dünyadaki en büyük güç olduğuna dair uyarıcı ilhamlar yaratır. Bu düşünceye inandığım için kitabıma “Ölen Ölmez Vazgeçen Ölür” adını koydum. 40 incelemeden oluşan kitabımı; daha çok gölgede kalmış hikâyelerden oluşturmaya çabaladım. Hatta bazı hikâyeler için çeviriler bile yaptım. Örneğin Miklos Radnoti adlı Macar yazarın dilimize çevrilmiş bir kitabı yok bildiğim kadarıyla… Radnoti’nin iç parçalayan bir hikayesi var bence. Gestapo tarafından vurulduktan sonra atıldığı toplu mezardan çıkarılan şairin çürümüş cesedinin cebinde bir şiir bulunur. Şiir, kan ve toprağın nemi yüzünden birbirine yapışmış, katlanmış bir kağıt parçasına yazılmıştır. Özenle açılan kağıtta, bugün Macarların ezbere bildiği dizeler yazılıdır. Ya da bugün dünya şiir coğrafyasının en parlak yıldızlarından kabul edilen hatta yeni keşfedilen bir yıldıza da onun adı verilmiştir. Rus kadın şair Anna Ahmatova’nın ‘Requıem’ adlı nehir şiirinin, yazıldıktan sonra, sekiz kişi tarafından 20 sene hafızalarında tutulup, Stalin öldükten sonra kitaplaşma öyküsü belki kendisine rehber arayan alt kuşaklarımızın ilgisini çeker ümidi taşıyorum. Benimki karıncanın düş görmesi, biliyorum ama önce düşlemeden hangi gerçeğe ulaşılmıştır ki bugüne kadar? Umut yoksa, hiçbir şey yoktur” diye konuştu.
TEMBELLİĞİ SALGINA MASKE ETMEMEK GEREK
Pandemi sürecinde insanların kitap okumak için daha fazla zaman bulduğunu dile getiren Filiz, “Ben bu duruma çok seviniyorum. Tamam, birçok dostum dikkat dağınıklığı sorunlarından söz ediyorlar ama bu bence salgına yüklenmemesi gereken bir sorun. Salgından önce sanki çok dikkatliydik de, salgın yüzünden böyle olduk! Böyle konuşanlara gülesim geliyor. Benim gördüğüm, kendimizle yüzleşecek çok zaman bulduğumuzdur bu günlerde. Külahlar masada! Tembelliği, yılgınlığı salgına maske etmemek gerek! Yeniden kim olduğumuza karar vereceğiz, bu çok önemli bence. Demek ki alışkanlıklar değişebilirmiş. Neden daha iyisine dönüşmeyelim ki? Tembellik edip, sabaha kadar ekranlarda kendimizi kör edene kadar dizi izleyip, sonra da bunun günahını salgına yüklemek haksızlık… Buna hiçbir aydının hakkı yoktur. Kitabımda başka neler var? Örneğin, dilimize de çevrilen, efsanevi ‘Bekle Beni’ şiirinin şairi Konstantin Simonov’dan, toplama kampında, tellerin arkasından bağıra bağıra karısına okuduğu şiirleri yazılı olarak göremeden ölen, öldükten sonra karısının ezberinde tuttuğu dizelerle bir kitabı basılan Osip Mandelştam’a, II. Dünya Savaşı’nda yenilen Japonya’nın yenilgisini dayanamayıp özel bir silahlı ordu kuran ve en sonunda kendi öğrencisi tarafından başı kesilerek öldürülen aşırı milliyetçi Yukio Mişima’dan, gencecik yaşında öldürülen, ülkemizde bir avuç insanın tanıdığı ama İtalya’da ‘deha’ kabul edilen Bedrettin Cömert’e kadar kimler kimler yok ki kitapta” dedi.
ÜÇ AYDIR TOPLUMDAN İZOLE YAŞIYORUZ
Bir tiyatro yazarı ve yönetmeni olarak çalışmalarından da söz eden Filiz, “Benim için mesleki çalışmanın iki boyutu var; birincisi, kişisel üretim yapmak, sabahlara kadar göz döküp yazmak, ikincisi bunu okuyucusu, öğrencisi ya da izleyicisiyle buluşturmak! Mesleğimin bana düşen kısmında sorun yok. Yaklaşık üç aydır toplumsal yaşamdan izole bir şekilde evlerimizde, kendi kendimizle konuşarak yaşıyoruz ve ben bu sürede, beşinci ve altıncı kitap dosyalarımı tamamladım. Yaklaşık 600 sayfa kadar tutan iki dosya kitap çalışması ve 300 sayfa kadar da bağımsız çalışma yaptım. Bu dosyalardan biri, üçüncü kitabım Edebiyat Savaşları’nın devamı niteliğinde olan Edebiyat Savaşları-2 adlı dosyadır. Okuyucunun son kitabımla ilgili beni yüreklendiren övgüleri beni bu çalışmayı yapmaya yönlendirdi. Hazırladığım kitapta 40 inceleme var ve 340 sayfa civarında bir kitap! Bu kez, Osmanlı edebiyatındaki kalem savaşlarını yazdım elimden geldiğince. Talim’i edebiyat gerilimiyle başlayan, Zemzeme-Demdeme, Abes-Muktebes, Elhan-Takdir-i Elhan, Dekadanlar Tartışması ve en sonunda da Zangoç-Molla Sırat kavgasına kadar gelen, 1876-1908 arasındaki 33 yıllık dilimdeki edebiyat savaşlarını inceledim. Kitabın ikinci bölümündeyse, gülünç bir davanın ayrıntılarını yazmaya çabaladım; Peyami Safa ve Celaleddin Ezine’ye karşı Muhsin Ertuğrul’un mahkemelere uzayan Hamlet kavgasını! Çalışmasını bitirdiğim diğer kitabım, 68’den bir imece hikâyesi; Zap Suyuna Köprü adlı bir inceleme kitabı… Topu topu 84 üniversiteli öğrencinin, bir kuruş para almadan, yaz tatilinde, Hakkâri’deki Zap Suyu üzerine 53 günde kurdukları bir köprünün güncesi… Bu hikâyeyi çok insan bilir ama benim çalıştığım, bir çeşit köprü yapımının günü gününe nasıl ilerlediği ve gençlerin bu göz yaşartan dirayetinin kökünü araştırmak oldu daha çok. Köprünün dramatik hikâyesi, ülkemizin son 50 yılındaki toplumsal değişimin boyutlarını, ayna gibi ortaya koyan bir sosyoloji fotoğrafından farksız! İmeceye her dönem muhtaç olduğumuzu, o olmadan asla başaramayacağımızı anlatır kitabın hikayesi” diye konuştu.
TİYATROLARA KAVUŞMAYI DİLİYORUM
Filiz son olarak şunları kaydetti: “Mesleğimin ikinci boyutuna gelirsek; tüm dünyayı kasıp kavuran salgından payımıza düşeni biz de aldık elbette. Tüm derslerim ve provalarımı askıya almak zorunda kaldım. Bir hafta sonra seyircisiyle buluşacak oyunlarım boynu bükük kaldılar, bir burgu gibi içimi oyuyor bu durum ama sorumsuzluk yapamazdım… Acı çekiyorum, bu eve dama tıkılıp kalmaktan, yasaklardan, sahnesiz kalmaktan, öğrencilerimden uzağa düşmekten, diğer acı çekenlerin hikâyelerinden, savrulup giden günlerden, her şeyin sanal bir boyuta taşınmasından, daha bir sürü şeyden acı çekiyorum, yalan yok! Tiyatro yapanlar beni daha iyi anlayacaktır. Ha sahnesiz kalmak, ha ölmek bizim gibilere! Bir de, sanatın bu günlerde neden bu kadar ötelendiğini anlamıyorum ben, bir AVM kadar değerli bulunmamak sinirimi bozuyor. Her şeyi hale yola koyuyoruz da; düğünde halay çekiyoruz, askere uğurlamalarda yol kesip, havaya ateş ediyoruz, alışveriş çılgınlığından bir milim eksik kalmıyoruz da; iş tiyatroya gelince… Herkes suspus! Nasıl anlatacağımı bilmiyorum ne hissettiğimi bu konuda. Ben anlatamıyorum bu çelişkili durumu ama dur sana bir küçük hikâyeyle anlatmaya çalışayım aklımdan geçenleri: Bir ülkede fırınları kapatırsan, insanlar aç kalır, ölür. Aynı ülkede tiyatroları kapatırsan, insanlar cahil kalır, öldürür… Bilmem ki hissettiğimi anlatabildim mi? Toplumun yaşayan yüzü tiyatromuza bir an önce kavuşmayı diliyorum. Çünkü tiyatro, toplumu birbirine bağlayan aydınlık bir yoldur. Öğle yemeğini bir ağacın altında yerken, gözlerimiz kapalı, omuz başımızı ısıtan güneş neyse doğa için, tiyatro da toplumlar için odur bana kalırsa, bir yürek atışının ortaklaşması… öyle bir şey ya da!”