Sayfa Yükleniyor...
“Fırsat eşitsizliğinin olduğunu düşündüğü bir bölgede çalıştığını” söyleyen Erdal Erzincan, ‘Tunceli, Erzurum ve Erzincan bölgelerinde’ kurduğu Gezici Bağlama Atölyesi ile köy köy dolaşıp çocuklara bağlama çalmayı öğretip, türküleri sevdiriyor
VEDAT ARAZ - RÖPORTAJ
Türk Halk Müziği Sanatçısı ve bağlama virtüözü Erdal Erzincan anadolu topraklarının yetiştirdiği en büyük sanatçılarından birisi. Onu tanımayan yoktur diye düşünüyorum. Usta bir sanatçı olmasının yanı sıra türkülerin nesilden nesile geçmesi için adeta bir müzik gezgini gibi köy köy dolaşarak kültür taşıyıcığı görevini üstleniyor. Büyük kentlerin insanda yarattığı kültür tahribatına karşın bir an olsun elinden bağlamayı, dilinden türküleri eksik etmiyor. yaptığı en güzel çalışmalardan birisi ise fırsat eşitsizliğinin olduğunu düşündüğü Erzincan, Erzurum ve Tunceli bölgesinde çocuklar için ‘Gezici Bağlama Atölyesi’ni kurup onlara bağlama çalmayı öğretip, türküleri sevdirmesi. Ayrıca çocukların, o yöredeki manileri, masalları ve halayları öğrenmesine de vesile oluyor. Kendi deyimiyle, “Bu proje ile türkü seven, bağlama çalan herkese bir mesaj veriyoruz” diyor. Erdal Erzincan ile ‘Gezici Bağlama Atölyesi’ne dair gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi siz okuyucularımıza sunuyoruz.
Türk Halk Müziği Sanatçısı ve bağlama virtüözü Erdal Erzincan, kurduğu 'Gezici Bağlama Atölyesi' ile köy köy dolaşıp çocuklara türküleri sevdiriyor.
MANİLER, MASALLAR ÖĞRENİYORLAR
Erzurum, Erzincan ve Tunceli’de çocuklar için hayata geçirdiğiniz ‘Gezici Bağlama Atölyesi’ var. Bu atölye ile neyi amaçlıyorsunuz?
Eğitimci tarafımızı yansıtmaya çalıştığımız ve 3 yıldır bu bölgede faaliyete geçirdiğimiz bir proje. Köy köy dolaşıp çocuklara hizmet veriyoruz. Belirlediğimiz bölgeden seçilmiş 25 öğrencimiz var. Seçilmiş o öğrencilere de köy köy gezip onlara ders veriyoruz. Bu çocuklar, köylerde bağlamanın hatırlattığı her şeyi heybelerine alıyorlar. Gittiğimiz yerlerin yemek kültürlerini alıyorlar, yeri geliyor masal, mani, halay öğreniyorlar, bazen de bir aşıktan deyiş öğreniyorlar. İki yönlü eğitim var. ilki anlattığım gibi, bir de genel bir eğitim var. İstanbul, Ankara, İzmir’de ki konservatuarlarda verilen akademik eğitimi de çocuklara verebilmek... Şu anda gayet iyi gidiyor. Hedefim “Gezici Bağlama Atölyesi” ile 3 yıl içinde aktif bir şekilde çocuklara ders vermek ve bu zamanın sonunda onlarla bir şekilde irtibatımı sürdürmekti...
HEDEFLEDİĞİM SÜRE 6 YILA ÇIKTI
‘Gezici Bağlama Atölyesi’ bundan sonra da sürecek mi?
Başlangıçta 3 yıl gibi bir hedef koymuştum. fırsat eşitsizliğinin olduğunu düşündüğüm bir bölgede çalışıyorum. İstanbul, Ankara ve İzmir’de verilen eğitimin oraya gitmesi gerektiğini, bunun gerçekleşmesi için de hızlandırılmış, yoğun bir şekilde (3 yıl içinde) verebilirim diye düşündüm. Sonra oraya gidince o bölgenin müziğini de öğrencilere öğretmem gerektiğinin farkına vardım. Böylelikle eğitim süreside ikiye katlanmış oldu. O yüzden 3 yıllık süreyi 6 yıla çıkardım..
‘Gezici Bağlama Atölyesi’nde eğitim verdiğiniz çocukların size yaklaşımı nasıl?
Çok sevgi dolu ve inançlılar. Benim heyecanımı paylaşıyorlar. Yani artık ‘Gezici Bağlama Atölyesi’ beni aştı. Bu bir ekip işi. Ben ne kadar hizmet ediyorsam oradaki öğrenci de o kadar hizmet ediyor. Çünkü biz o proje ile türkü seven, bağlama çalan herkese bir mesaj veriyoruz. Örneğin en son gittiğimde rıza pazarı diye bir şey yaptık. Biz sadece bağlama atölyesi olarak eğitim vermiyoruz. Aynı zamanda oradaki yerel değerleri, bütün takipçilerimize sosyal medyayı kullanarak hatırlatmaya çalışıyoruz. Mesela o coğrafyada rıza şehri diye genlerimizde, köklerimizde olan bir yaşam biçimi var. Paranın geçmediği bir yaşam biçimi. Biz onu ne yapalım dedik. Rıza pazarı diye bir terminoloji, ordan yola çıkarak öyle bir şey yaptık. Tezgahı açtık herkes kendi bulgurunu, tereyağını, peynirini getirdi. değiş tokuş, takas yoluyla alışveriş yaptık. Bunu niye yaptınız diye sorarsanız. Bunu büyük kentlere bir mesaj olsun diye yaptım. Her şeyi parayla çıkar ilişkilerine dayalı yapan yaşam biçimine karşı bazı şeyleri de değiş tokuş ile yapabilirsiniz diye hatırlattık. Ben senin şu işini yapayım sen de bu işimi yap davranışına dönüştürebiliriz. Maddiyat ve para ilişkilerine dur demek, belki hassasiyeti olan insana mesaj vermek.... “Gezici Bağlama Atölyesi” bunu da yapıyor.
KENDİ DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKIYORLAR
Alevi geleneği ve kültürü sözlü bir gelenekten geliyor. Yaptığınız “Gezici Bağlama Atölyesi” ile bu sözlü geleneği tekrar canlandırmayı düşünüyor musunuz?
Yaptığımız çalışmaların, büyük kentlerden farkı şu; sadece görerek, duyarak, dokunarak ve koklayarar elde ettiğimiz bir bilgi var. yani beş duyuyu da herekete geçirerek elde edilen bir bilgi... Çocuklar türkülerin, deyişlerin çıktığı yere dokunuyor, kokluyor. Bir şeyi koklayınca unutmaz insan, koklamak bambaşka bir şey. Görerek, duyarak bir şeyi tarif edersiniz ama koklarsanız yaşarsınız yani bu çocuklar dokunuyorlar, kokluyorlar, duyuyorlar. Beş duyudan geçerek bilgiye ulaşıyorlar, kendi değerlerine sahip çıkıyorlar. Amacım da buydu, ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak. Cep telefonundan elde ettiğimiz bilgi bizim bilgimiz değil, hazmedilmiş bir bilgi de değil çünkü orada koku, tat yok.
Köy köy dolaşıp çocuklara bağlamayı öğretip, türküleri sevdiriyorsunuz. türkülerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Türkülerin geleceğine hiç umutsuz bakmıyorum, çünkü anadolu kaynayan bir coğrafya, sadece azıcık dokunmak lazım o topraklara. Aşık Veysel’in ‘toprak’ şiirini anlamaya çalışırsak, o toprağa dokunduğunuzda her şeyi alırsınız. Ben onu gördüm, onu gözlemledim, umudumda o yönde.
Aşıklık geleneği bitti mi?
Aşıklık geleneği kent yaşamı içerisinde bugüne geldiği şekilde yaşayacağını düşünmüyorum. Köy yaşantısı içerisinde özellikle muhabbet geleneği ile köy odalarında yapılan sohbetlerle ortaya çıkan bir gelenek. Bu geleneğin kentlerde yaşaması çok zor. Başka bir şeye evrineceğini düşünüyorum.
Ozanların türkülerinde sıkça bahsettiği “gurbet” neresidir?
Nerede olursanız olun, gurbet bitmez. Gurbet insanın, yaşadığı yerden uzaklaşmasıdır. Kendimize yabancılaşıyoruz bu da bir gurbettir. Bunu sanata dökebilmek, aşıklıktır. Şekil değişiyor ama acı ve gözyaşı aynıdır. İlk insan da ağlıyordu, acısı vardı, şimdi de öyle, sadece şekil değişir.
İNSAN KENDİNDE OLMAYANI ARAR
Türk Halk Müziği’nin önemli değerlerinden Neşet Ertaş ve Mahzuni Şerif gibi ozanları tanımayan gençler var, bu konuda ne düşünüşonsunuz?
Bu durum büyük kentlerde yüzünü daha çok batıya dönen, daha çok kendi köklerinden fazla haberi olmayan yeni bir neslin çıkması demek. İnsan kendinde olmayanı daha çok arar. Kendi kökleri insana sıradan geldiği için cazip gelmez, bunu cazip hale getirmek lazım. Cazip hale dönüştürmediğimiz için Neşet Ertaş ve Mahzuni Şerif gibi değerleri yeni nesil tanımıyor. Bu değerleri sevdirmenin bir yolu da ‘Gezici Bağlama Atölyesi’ olduğunu düşünüyorum bu yüzden yapıyorum. Bunu yaptığımız taktirde yeni nesil kendi köklerine basarak başka coğrafyalara bakacaktır.
Haber Merkezi