Mardin bir ruhtur

Ağırlıklı olarak roman türünde yazan Yazar-Şair Atilla Yaşrin, Mardin’e olan hayranlığını “Mardin bir ruhtur. Tıpkı, tepeye taşlarla yazılmış karınca duası gibi” sözleriyle anlattı


  • Oluşturulma Tarihi : 08.05.2018 07:25
  • Güncelleme Tarihi : 08.05.2018 07:25
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Mardin bir ruhtur

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ

İzmir doğumlu Mizah Yazarı-Şair Ahmet Zeki Yeşil vasıtasıyla tanıştığım, Yazar-Şair Atilla Yaşrin ile yazıya başlangıç hikayesi üzerine hoş bir röportaj gerçekleştirdik. Atilla Yaşrin’i bir çok kişi “Ben Mardin’im” adlı şiiriyle tanıdı. Kendisi yazar-şair yönünün yanında aynı zamanda bir eğitici-öğretmen… Tam bir Mardin aşığı… Mardin’in büyülü havasını yazdıklarında hissediyorsunuz. Mardin’in sadece bir yaşam alanı olmadığını dile getiren Yaşrin, “Mardin bir ruhtur. Tıpkı, tepeye taşlarla yazılmış karınca duası gibi. Mekanın büyüsü benim de içime kaçmış olacak ki, kendini defalarca yazdırdı” dedi.

Bize kısaca kendinizden söz eder misiniz?

Böyle kapsamlı sorulara verilen cevaplar genellikle kısa olur. Ben de geleneği bozmadan devam ettireyim. Yirmi dört yıldır öğretmen olmaya çalışıyorum, buna eğitim fakültesindeki öğrenciliğimi de katarsanız yirmi sekiz eder. Mesleğim ve yapmaktan mutluluk duyduğum şey branşım gereği bir arada. Edebiyat öğretmeni olarak hem çalışıyor hem de eğleniyorum diyebilirim. Sadece eğlenmek demek de yanlış, öğrencilerden öğrendiklerimi de sayarsak mesleğimin kazanımları paha biçilemez.

“BEN MARDİNİM”

Yazar olma süreciniz nasıl gelişti, hikayeniz nedir?

Yazma serüveni okumayla başlar, bu açıdan bakarsak bir hayli gerilere gitmemiz gerekecek, ortaokul yıllarına… Fiili olarak ilk edebi metni soruyorsanız onun hikayesi başka, Mardin’e gitmemiz gerekiyor. “Gitmemiz gerekiyor,” dedim; çünkü Mardin’le ilgili ne anlatırsam anlatayım Mardin’i söz konusu yönüyle tekrar yaşıyorum. Bu arada bu müstesna şehrimizin hakkını teslim etmek istiyorum: Mardin mekan olarak sadece bir yerleşim alanı değil, bir ruhtur. Tıpkı, tepeye taşlarla yazılmış karınca duası gibi. Mekanın büyüsü benim de içime kaçmış olacak ki, kendini defalarca yazdırdı. Şöyle ki, Mardin’de lise öğrencilerinin katılımıyla açık havada bir şiir akşamı düzenlendi. Her lise bir iki öğrenciyle katılacak, ben de tertip komisyonundaydım. Açılış için bir Mardin şiiri gerekliydi. Bu görev bir arkadaşa verildi, şiiri bulup birine seslendirme. Her okul kendi öğrencisini çalıştırdığı için etkinlikten bir gün önce bir genel provayla hazır oluruz, diye düşünmüştük. Genel provada gördük ki açılış şiirimiz hazır değil, görevi üstlenen arkadaş da ortada yok. Etkinlik onayı alınmış, broşürler hazırlanmış, programda değişiklik yapmamız mümkün değil. Ben de iş başa düştü, deyip şiiri yazmaya başladım. “Ben Mardinim” şiirinin hikayesi ve benim yazma maceram böyle. Şiirin çok beğenilmesi, Mardin Halk Eğitim Müdürlüğü tarafından altın yaldızlı tabaklara yazdırılıp satışa sunulması, daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 6. sınıf Türkçe Öğretmen Kılavuz Kitabı’na alınması, bana o günkü sıkıntılarımı unutturdu. Hatta görevini ihmal eden arkadaşı bile affettirdi.

Kitaplarınızı ortalama ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?

Dört formalık (64 sayfalık) bir şiir kitabı düzenli ve disiplinli bir çalışmayla bir yıldan önce tamamlanamaz. Roman için de aynı şeyi söylemek mümkün. Hatta birkaç yıl bile sürdüğü olur. Bir romanın yazma serüveni ilk cümlenin yazıldığı gün başlamaz. Mutlaka;aylar, belki yıllar öncesinden düşüncesiyle birlikte kurgusu başlamıştır. Mesela Mori için bir zaman aralığı vermem mümkün değil.

En çok hangi yazarları okuyorsunuz? Kimlerden etkileniyorsunuz? Hangi kitapları okumaktan hoşlanıyorsunuz? Belirli bir tarzınız var mı?

Şiir olarak bakarsak kendi şiirimi terbiye etmek amacıyla her şairden bir iki şiir okudum diyebilirim; ağırlıklı olarak derseniz, Cemal Süreya, Ahmet Arif, Özdemir Asaf. Nazım Hikmet, Aragon, Neruda, Halil Cibran ve FüruğFerruhzad. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Roman ve hikaye türünde ise dünya klasiklerini lise ve üniversite yıllarımda neredeyse tamamını bitirmiştim. Geri kalanını da halen ara ara okuyorum. Hatta bazılarını ikinci defa okuyorum. Tolstoy, JackLondon, Charles Dickens, Cengiz Aytmatov, Amin Maalouf, Kafka, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Mehmet Uzun ilk etapta aklıma gelenler. Edebi metinlerde dil ve anlatıma, konudan çok daha fazla önem veririm. Anlatımı güçlü ve şiirselliği ön planda tutan eserler daha çok ilgimi çeker. Düşüncelerimi en iyi özetleyecek cümleyi Kafka söylemiş: “Yalnızca bizi ısıran ve sokan kitapları okumalıyız.”

“ROMANDA DEVAM ETMEYİ DÜŞÜNÜYORUM”

Ağırlıklı olarak ne tür kitaplar yazıyorsunuz?

İlk zamanlar yoğun bir şekilde şiir çalışıyordum. O sıralar şiir yazmanın yanında şiir okumaları da yapıyordum. Yani beğendiğim şairlerin hoşuma giden şiirlerini izlenimsel olarak inceliyordum. Gülten Akın ve Didem Madak şiir okumaların 2013’te bana birincilik ödülü getirdi. Halen ara ara bu şiir okumalarını ve yine izlenimsel roman ve hikaye eleştirileri yapıyorum. Bir iki de gezi yazısı yazdım. Mori’yi yazmak ve bir ayda birinci baskısının bittiğini görmek bende heyecan uyandırdı. Bundan sonra ağırlıklı olarak romanda devam etmeyi düşünüyorum; ama şiiri ve şiir okumalarını da ihmal etmeyeceğim. Zaman beni başka türlere de yönlendirir mi onu da bilemem. Zamanım olursa çocuk yazını üzerinde çalışmak da isterim.

Kitaplarınızın içeriğinden biraz söz edecek olursak neler söylersiniz?

Şiirlerimde aşka soldan bakıyorum, diyebilirim. Şiirde izlenim ne olursa olsun onu mutlaka aşka bularım. İnsanın gizi aşktır, onsuz hayatı anlamaz ve anlamlandıramaz. Roman için net konuşmak daha kolay. “Aşk da Rüya Görür” romanında kelimelerin kadın dünyasındaki yerini sorguladım. “Kadını mutlu etmeye çalışmakla onu sürekli mutlu edemezsin; ama ondan zevk aldığını hissettirerek sürekli mutlu edebilirsin” tezini savundum diyebilirim. Mori ise bambaşka bir roman, çocukluk ve kadın teması ağırlıkta. Bireyin anlamak için çocukluğuna, toplumu anlamak için kadınlarına bakmamız gerekiyor. Her ikisi de toplumun DNA’sı, nasıl kodlanmışsa öyle şekillenecek. Erkek dünyasında kadın algısı çok önemli, o algıyı çok iyi yönetmemiz gerekiyor.

Ufukta yeni bir kitap gözüküyor mu?

Mori üçlemenin ilk kitabı dolayısıyla daha yazılmayı bekleyen iki kitap var. Bu arada şiiri de ihmal etmediğimi söylemiştim bir yıla kalmaz bir şiir dosyası hazır olur.

Kitap fuarlarına katılıyor musunuz?

Kitap fuarlarına düzenli olarak katılırım, özellikle İstanbul ve İzmir kitap fuarlarını hiç kaçırmam. Fuarları önemserim; yazar, şair, kitap ve okuyucu bir arada. Bilinçli okuyucu, dijital ortamda istediği yerde ve zamanda kitaba ulaşabiliyor. Online satışlar, mağaza satışlarından hem daha ucuz hatta fuarlardan bile hem de daha cazip fırsatlar sunuyor. Fuarlarda olan bunların dışında başka bir şey var. Gözlemlediğim kadarıyla fuarlara bir hafta sonu etkinliği olarak bakan aileler var. Böyle bile olsa o atmosferi yaşamaları güzel, çocuklar kitapla tanışmış olur. Bu esnada bir iki kitap almaları bile kazanım. Okulların hafta arası öğrencileri toplu olarak fuara getirmelerini de düşünürsek önemi daha da artar. Bu sayede medyatik olmayan sanatçılar da kendilerini tanıtma fırsatı buluyor. Küçük ve orta ölçekli yayınevleri maddi yönden biraz da olsa nefes alıyor. Söyleşileri de katarsak etkisi istenilen düzeyde olmasa da yabana da atılmaz cinsten.

Yazdıklarınızda ne kadar kendinizi yansıtıyorsunuz?

Sanat eserini, sanatçısından ayrı düşünmek imkansız. Sanatçı büyük bir çoğunlukla dönemin geleneği ve zihniyeti etkisini altındadır. Sanatçının dış alemi, dış gerçekliği kendi deneyimlerine göre algılayıp onu tekrar kurguladıktan sonra bize sunduğunu gerçeğinden hareketle sonuca gidersek sanatçı eserinin içindedir. Hatta Eco’nun dediği gibi: “Her zaman, bir kitabın yazarından daha zeki olduğunu düşünürüm. Okuyucusuna yazarının farkında bile olmadığı şeyler söyleyebilir.” Kendi açımdan bakacak olursam birçok noktaya, bilinçli olarak, uzaktan bakmaya çalışıyorum ama ne derece başarılı oluyorum bilemem. Şunu da hiçbir zaman unutmamamız gerekir ki sanat metni kurgusaldır, gerçekliği sanatla sınırlıdır.

Bir yazar olarak ülkemizde edebiyata yeterince önem verildiğini düşünüyor musunuz? Konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Sadece edebiyata değil, diğer sanat dallarına da yeterince ilgi yok. Sanat adı altında popüler kültür kendisini gereğinden fazla var ediyor. Bu konuda medya çok sorumsuz davranıyor. Meydanın ticari kuruluş olduğunu gerçeği sorumsuzluğuna gerekçe olamaz.

KÜTÜPHANELER…

Türk insanı sizce yeterli düzeyde okuyor mu? Okumadığını düşünüyorsanız bunun temelinde ne gibi sorunlar yatmakta? Okullarda verilen eğitimden başlayarak neler söylersiniz?

Tek kelimeyle net ve keskin bir cevap verecek olursam hayır, okumuyor. Dünya ölçeğinde, kitap okuma oranına baktığımızda çıkan sonuç o kadar komik ki kale bile alınmaz. Bu kadar genç nüfusa sahip bir toplumda bu oran komik görünüyor. Okuma kültürü oluşturmazsanız elbette ki oran düşük kalacak. Bu konuda az veya çok herkes suçlu. Toplumun önceliklerini belirleyen dinamikler kitabı öncelemiyor. Öncelemediği gibi biri, bir diğerini pasifize ederek neredeyse yok ediyor. Bunu basit bir örnekle açıklayacak olursak görsel medya ve sanal alem aileyi pasifize ederek aile bağlarında çözülmeye daha sonrasında ise kurumsal kişiliğinde yozlaşmaya sebep olmaktadır. Bu süreç öğrenci ile birlikte okula kadar taşınmaktadır. Okuldaki eğitim ve öğretim paydaşlarının kitap okumaya etkisine gelecek olursak orası çok daha vahim. Vahameti tahribatının fazla olmasında değil, misyonunu yeterince yerine getirememesinde. Bunun da eğitim politikasından tutun, bileşenlerin ferdi tutumuna kadar onlarca sebebi var. Bariz bir iki örnek verecek olursak öncelikle öğretmenin tutumuna bakmamızda fayda var. İlkokul sıralarından başlamamızda fayda var. Edebi niteliği olmayan, öğrencide okuma hevesini yok edecek metinlerle ilk darbeyi indiriyoruz. Yüz temel eser adı altında öğretimin her kademesinde bir dayatma ile onların neler okuyacağına karar veriyoruz. Bunu şöyle izah edebiliriz, damak zevki oluşma evresinde tatsız tuzsuz yemeklerle bireyin yemek zevkinin gelişmesini engel olmak gibi. Fuarlarda da sık sık anne ve babaların kitap seçme konusunda çocuklara müdahale ettiğini görüyorum. Oysa çocuk bireysel farklılıklarına göre seçeceği kitaplarla kendi kültürünü oluşturacak. Okulların hemen hemen hepsinde birer kütüphane bulunur, zenginliği veya fakirliğini bir yana bırakırsak, mevcut kitapların neredeyse tamamı fantastik dünyanın çocuklarına ve gençlerine hitap edecek nitelikte değil. Kütüphanelerin acilen güncel yayınlarla donatılması gerekiyor. Anne, baba ve öğretmenlere düşen kitap okumayı telkin etmek değil, okuyarak örnek olmaktır.

Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi? Ne kadar süre daha yazmaya devam edeceksiniz? Kendinize koyduğunuz bir hedef var mı?

Yazmayı hayatımın merkezine oturtmuş değilim, bunu yapmayı da asla düşünmem. O günlük hayatımın rutininde sürdürdüğüm bir eylem, okuma gibi… Aksi takdirde hayatındaki başka eşdeğer önceliklerimi baskı altına alır. Bu da birçok probleme sebep olur. Beni küstüren bir olay veya yazmama engel teşkil edecek bir durum olmadıktan sonra hep yazarım herhalde. Bu yazma işi okyanus suyu içmeye benzer içtikçe içesin gelir, yazma da öyle yazdıkça yazasın gelir. Sınır koyulur mu bilmem; ama kendimi tekrara düştüğümde bırakmam gerektiğini biliyorum.

OKUYUCU MANTIĞI

Yayınevlerinin kitap politikaları hakkında neler düşünüyorsunuz?

Yayınevlerinin bugünkü durumlarını anlamak gerçekten zor. Ticari kuruluş mantığıyla hareket ettiklerinden okur ve yazarın beklentilerini karşılayamıyorlar. Karşılıklı bir suçlamadır gidiyor. Aslında her tarafın da sorunu okur eksikliği veya okur mantığı diyelim. Yayınevleri doğal olarak kimin daha çok satma potansiyeli varsa onun kitabını basar. Bazen de sosyal medya bu eylemde etkili olur. Birçoğu bu mantıkla çalışır. Ajans görevi görüp para ile basanlar çoğunlukta. Basan da bastıran da kendi açılarından haklılar. Çünkü satış yapanlar yabancı fantastik kitaplar ve popüler kültürün eserleri. Diğer küçük ve orta ölçekli yayınevleri başka nasıl ayakta kalacak. Bir de siyasal açıdan bir sınıflama var ki o da başka bir sorun. Ama bütün bunlara rağmen, maddi kaygılara rağmen, sanatı ve edebi metni önceleyenler de yok değil. Yayınevlerinin politikalarını oluşturan okuyucu mantığıdır.

“BEN MARDİN’İM”

Ben Mardin’im Mezopotamya’nın orta yerinde

Şahadet parmağı misali yükselirim göğe

Ezan sesi çana selam durur, çan ezana

Güvercinler kah kiliseye, kah cami avlusuna

Melek tavus raks eder Müslüman, Hıristiyan

Siyah ile yeşil cübbe yan yana

Yezidi güneşine karşı Mecusi ateşi yanar

Minaremde üç din yaşar

Haç ile hilal aynı örste tava gelir

Dil yerine gözler konuşur

Önümde içilmeyi bekleyen zaman

Mırra tadında bir an

Posası çıkmış yıllar bana baston

Yol geçiririm içimden

Tek bağlantım, tek engelim

Ben gecenin gerdanında Mardin’im.

Atilla Yaşrin

Haber Merkezi