- Kültür-Sanat
- 05.05.2025 15:19
Yazar Recep Şükrü Güngör, Kayıp Kahramanlar adlı kitabında toplum sorunlarından başlayarak, aşk konusu da dahil olmak üzere pek çok konuya eğiliyor. Güngörle bu konularda güzel bir söyleşi gerçekleştirdik
ONURHAN ALPAGUT / ÖZEL RÖPORTAJ
Bu haftaki röportajımızın konuğu olan yazar Recep Şükrü Güngöre İzmirli Mizah Yazarı Ahmet Zeki Yeşil aracılığı ile ulaştım. Lisansını Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladıktan sonra Türk İslam edebiyatında yüksek lisans ve doktora yaparak akademi ile uğraşmayı sürdüren Güngör, 15 yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra kritik bir karar alarak, Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Çocuk Esirgeme Kurumunda çalışmaya başladı. Yazı ile haşır neşir olmasının lise yıllarında başladığını söyleyen yazar daha sonra bir gurup arkadaşı Martı dergisini çıkarttı. İlk eserlerini burada veren Güngör, daha sonra çok sayıda kitaba imzasını koydu. Yazdıklarında toplumların sorunlarını dile getiren yazar, son kitabı Kayıp Kahramanlar ile Kahramanmaraş kitap fuarına katıldı.
Bize kısaca kendinizden söz eder misiniz?
On iki nüfuslu bir ailenin ikinci çocuğu olarak 1971de dünyaya geldim. İlk ve orta eğitimimi doğduğum şehirde tamamladım. Lisansta Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Türk İslam edebiyatı alanında yüksek lisans doktora yaparak öykücülüğümün yanı sıra akademi ile de uğraşmaktayım. On beş yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra kurum değiştirerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Çocuk Esirgeme Kurumunda çalışmaya başladım ve burada göreve devam etmekteyim. Evliyim ve dört çocuk babasıyım. Lise yıllarımda yazmaya başladım. Bir grup arkadaşımla Martı ve Yitik Düşler dergilerini çıkardım. Üniversite öğrenciliği yıllarında yazmaya başladığım öykülerimi Martı, Yitik Düşler, Hece Öykü, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, İstanbul Bir Nokta, Değirmen, Edebiyat Sokağı gibi birçok dergide yayımladım. Otuzdan fazla kitabı yayına hazırladım. On yedi kitap yazdım. Hayat benim için şiir kadar güzeldir ve şiir gibi yaşanmalıdır. Ben kendi hikayemi arayan bir yolcuyum. Acılı dünyada kendimi kurmaya çalışıyorum, yani insan olmayı amaçlıyorum. Kalbimin doğusuyla batısını bir kıyıda birleştirerek yaşama gayretindeyim. Dil yoluyla kendime adalar kurarak öyküler devşiriyorum. İlk kitabım Yüreğimin Mevisimini 2001de yayımladım. 2003te Şeyh Galipten mülhem Hüsn ile Aşkı, 2005te Adem ile Havva ve Yas Ayini kitaplarımı yayımladım. Adem ile Havvada insanlığın ilk atası kabul edilen insanları anlatmaya çalıştım. Yas Ayininde bireysel duyarlığı dile getirdim. 2007de Can Ağrısı öykülerimi yayımladım. Can Ağrısında toplumsal konulara evirilmeye başladım. 2010 yılında yayımladığım Kayıp Ruhlar Kıraathanesinde ve 2012de yayımladığım Memleket Meselesinde toplumsal konulara yöneldim. İlk üç kitabımda benimsediğim Sanat, sanat içindir anlayışından uzaklaşarak Sanat toplum meselelerini anlatmada bir araçtır anlayışına yakınlaştım. Yaş ilerledikçe sosyal yaraya parmak basan konuları işlemeye başladım. Toplumun meselelerini anlatmıyorsa sanatın görevini yerine getirmediğine inandım. Borgesin, Büyülemiyorsa beş para etmez sözüne çok değer veriyorum. Meseleyi anlatma kadar nasıl anlattığının da önemli olduğuna inanırım. Şimdi de peşimde yol işaretleri bırakarak öykü yolculuğunu Kayıp Kahramanlar kitabıyla sürdürüyorum.
OKUMAK DOLMAKTIR
Yazar olma süreciniz nasıl gelişti, hikayeniz nedir?
Ortaokul ve lise yıllarında çok okudum. Roman, hikaye, şiir okudum. Birincisi bunların zihnimizi doldurması ile bir kelime hazinesi oluştu. İkincisi de çocukluğumda köy evleri, köy geceleri hayatta idi Orada halk hikayeleri okunurdu. O hikayeleri dinleyerek büyüdüm. Üniversite yıllarında şiir ve öyküde yoğunlaştım. Okumak dolmaktır. Bir yerde bardağı boşaltmak gerekiyor. Ya konuşmalıydım yahut yazmalı. Arkadaşlarımla Martı ismini verdiğimiz edebiyat sanat dergisini çıkardık. Dergi ile başladı asıl macera. Orada yazacağım türü aradım ve öyküde karar kıldım. Öykücülüğümün mucidi Martı dergisidir diyebilirim. Ailemde yazar yok, okuyup büyük adam olmuş kimse yok. Dedemler eski yazıları iyi bilen halk arasında irfan sahibi denen kimselerdi. Herhangi bir tasavvuf geleneğine de bağlı değillerdi. Göçebe Avşar Türklerindeniz. Yaşadığımız coğrafyanın üzerimizde etkisi büyük. Her bir yanı dağlarla kapalı olan şehrimizde havalar soğudu mu herkes evine çekilir ya hikaye okur yahut da Leyla ile Mecnun gibi şiirleri okurdu. Bir kişi okur bütün meclis dinlerdi. Bunlar temel oldu bana. Sonra edebiyat eserleri okudukça form gelişti. Kendime yazarım demem. Yazı ile uğraşıyorum derim. Öykü ile uğraşıyorum derim. Babamın destan defteri vardı. Akşamları o defterden bize askerde iken yazdığı destanları okurdu. Öykümün temelinde babamın destan defteri vardır desem isabet etmiş olurum.
YENİ KİTAPLAR YOLDA
Kitaplarınızı ortalama ne kadar bir sürede tamamlıyorsunuz?
Kitaplarımı iki yıl arayla yayımlıyordum. 2012den sonra kurum değiştirmem sebebiyle hayatımdaki düzensizlik kitaplarıma da yansıdı ama bu yıl yeniden kitapları yayımlamaya başladım. Kayıp Kahramanlar İncir yayıncılıktan okur karşısına çıktı. Bekleyen kitaplarım var. Eski kitapların yeni baskıları olacak. Bu yıl ve gelecek yıl birkaç kitap çıkabilir ama daha sonra iki yılda bir kitap çıkarma kuralımı uygulayacağım. Okur, yazarı biraz unutmalı. Sürekli göz önünde, sürekli gündemde olmaz edebiyat yazarı. Biraz geride bir gizemin içinde olur. Okur onu merak eder, şu yazarım nerede demeye başlayınca yeni eser gelir okur da yazarı güzel karşılar. Öykülerini özlemiştir, iki yıldır beklemektedir. Okuru özletmek, onun seni beklediğini bilmek yazara bir başka heyecan verir.
En çok hangi yazarları okuyorsunuz? Kimlerden etkileniyorsunuz? Hangi kitapları okumaktan hoşlanıyorsunuz? Belirli bir tarzınız var mı?
Okumak uzun zamana yayılan bir eylem. Otuz yıldan bu yana okumalarımın meydana getirdiği bir yazı adamıyım diyebilirim. Batıdan doğudan ayrımı yapmadan okurum. Galyano ile Firdevsi aynı rafta durur. Şems Pervani ile Orhan Pamuk ve Marquezi aynı evin misafirleri görürüm. Yazar okumasını severim. Yani bir yazarın bütün eserlerini peş peşe okuyup o yazardan hem iyi yararlanmak hem de onun hakkında fikir edinmeyi severim. Tanzimattan günümüze mihver öykücüleri bu şekilde okudum. Öyküde kim hangi tarzları kullanmış her birini inceledim. Memduh Şevket, Sait Faik, Mustafa Kutlu ortasında bir tarzda karar kıldım. İlk zamanlarda daha şiirsel, sanatsal cümleler kurmaya gayret ederken son beş yıldan bu yana sosyal konuları ele alıp bir noktasından yakalamayı, okura bir öneride bulunmayı amaçlıyorum. Büyük Saat okuduğum gibi Yaş Otuz Beşi, oradan Nazımı ve Necip Fazılı, Sezai Karakoçu, Rasim Özdenöreni Hangi birini saysam eksik kalacak. Öykücüleri özellikle takip ederim. Cumhuriyet dönemi öykücülerinin neredeyse tamamını okudum. Kısa öyküler, bir izlekli öyküler okumayı da yazmayı da severim. Tek vuruşluk olmalı öykü. Bütün hayatı anlatmamalı. Bütün düşünceleri içermemeli. Bir noktada odaklanmalı ve o odakla sona ulaşmalı. Özellikle takip ettiğim isimler var. Mustafa Kutlu, Sadık Yalsızuçanlar, Rasim Özdenören, Hasan Ali Toptaş, Cemal Şakar, Bilge Karasu, Sevim Burak
Ağırlıklı olarak ne tür kitaplar yazıyorsunuz?
Benim kendime yakıştırdığım tür öykü. Daha fakültede okurken çıkarmaya başladığımız Martı dergisinde yazarken karar kıldım bu türde Zaman zaman öykü kitaplarıyla ilgili eleştiri yazıları yazdım. Bu arada defterimde şiirler var ama okuyucu sanırım göremeyecek o şiirleri. Çocuk kitapları yazdım. Gençlik romanları da yazdım. Yüksek Uçuş gençlik romanıdır. Kırmızı Şapkalılar çocuk romanı. Bana göre bir yazarın türü ne ise bütün yazdığı o türdür. Mesela Sait Faikin yazdığı her eser öyküdür. Form olarak öykü olmasa bile içerik olarak öyküdür. Nitekim Sait Faikin öykülerinin içinde mektup vardır. Rasim Özdenörenin son kitaplarında bir paragraflık metinler var, mektuplar, şiirimsiler var. Hepsini öykü adı altında kitaplaştırmıştır. Ben de ne yazarsam yazayım sonu öyküye varıp dayanıyor.
SON KİTABINI 2006DA YAZMAYA BAŞLADI
Kayıp Kahramanlar adlı kitabınızın hikayesini sizden dinlemek isteriz. Kitabın içeriğinden de biraz söz edecek olursak
Kayıp Kahramanlar kitabı 2006dan sonra yazmaya başladığım öykülerden oluşuyor. Kitabı dört bölüme ayırdım. Birinci bölümü aile, toplum, millet sorunlarını ele aldığım öykülerden oluşturdum. İkinci bölümde aşk konusunu işlediğim öyküler, üçüncü bölüm Donu Kısa Öyküler başlığına uygun kısa öykülerden, şiirsel metinlerden meydana geliyor. Artistlik laflar bol, söz sanatı bol. Bazı okurlarım bu tür sözleri özellikle istiyor. Çok yer kaplamamakla beraber bir miktar bu tür öyküler koydum kitaba. Son bölümde bizim adamın öyküsü başlığı ile giriyor öyküye. Orada da hazineci bir amcamın ilgi çekici yaşamından birkaç zaman dilimini öyküleştirdim. Kitaplarımı okur için mi yazıyorum sorusu akla gelebilir. Gönlümce yazıyorum. Bazen eğlenerek bazen bunalarak, bazen kalemimden kan akıtarak Sonunda mutlu oluyorum, bunun için ödüyorum o kadar yazma zahmeti bedelini. Metnin bitişindeki haz, sporcunun zafere ulaştığındaki haz gibidir. Onu parayla pulla ölçemezsiniz. O an yaşanacak kadar aziz bir zevktir, duygudur.
Ufukta yeni bir kitap gözüküyor mu?
Yeni kitaplar var. Adını Anmadan isimli bir öykü kitabım yayım sırasını bekliyor. Çocuk kitaplarım var, yayıncısını henüz bulamamış durumda. Dede Korkut AVMde, Aşkımın Aşkı gibi roman projelerim var hayata geçmemiş, nasıl olurluğu üzerine düşünmeye devam ettiğim, yeni öyküler dosyada birikiyor iki yıl sonraki adı meçhul kitaba girmek için Akademik çalışmalarım var. Bir taraftan makaleler yazıyorum, bir taraftan doktora ve yüksek lisans tezi olarak çalıştığım kitaplar var. Onları bir üniversiteye intisap ettikten sonra bastırmayı düşünüyorum.
FUARLAR OKUYUCU VE YAZARI BİR ARAYA GETİRİYOR
Kitap fuarlarına katıldınız mı? Okuyucu ve yazar üzerindeki etkisi nedir? Ya da önemi..
2003ten beri katılırım. On yıl Tüyapa katıldım. Hüsn ile Aşk, Adem ile Havva, Yas Ayini kitapları vardı o zamanlar. Sonra Can Ağrısı ve Kayıp Ruhlar Kıraathanesi ile Bursa kitap fuarına katıldım. Memleket Meselesi kitabıyla Diyarbakır kitap fuarına katıldım. Şimdi de Kayıp Kahramanlar kitabıyla Kahraman Maraş fuarındayım. Yüksek Uçuş romanıyla katılmak isterdim bir fuara ama nasip olmadı. Fuar, yazarın görücüye çıktığı mekandır. Yazarın okur karşısında sergilenmesidir. Aslında yazarın sırrının açık edilmesidir. Yazarı görmeden onun hakkında daha gizemli hülyalar kuran okuyucu, boylu poslu bir adam, kadın görmezse hayal kırıklığı yaşayabiliyor. Bu açıdan fuar okur için de yazar için de iyi görünmüyor ama okurun yazara ulaşması, yazarın okur tiplerini görmesi, tanıması açısından önemlidir. Bir okul müdürü kitaplarımı imzalattı, aldı. On dakika sonra bir fabrika işçisi aldı, bir süre sonra emekli bir bilgisayar mühendisi öykü kitabımı aldı. Şimdi okur kimlikleri hakkında bir öykücü olarak ilginç deneyimlere ulaştım. Okur yelpazemi gördüm. İnsan çeşitliliğini fark ettim. Bundan böyle metinleri gözden geçirirken bilgisayar mühendisi ile okul müdürünü, fabrika işçisi ile emekli amcayı bir arada düşüneceğim. Okurun aradığı kitapları bulması ve birçok yayıncıyı bir arada görmesi bakımından fuar çok faydalı. Yazarların birbirlerini görmesi, tanıması, yine yazarların yayıncılarla tanışması da fuarlar sayesinde oluyor. Bir yıl boyunca okuyacağı kitabı alıp gelecek senenin fuarına kadar onları okuyan ilginç okurlar tandım fuarlarda.
Yazdıklarınızda ne kadar kendinizi yansıtıyorsunuz?
Her metin yazarının rengini taşır. Yazar her metninde kendini anlatır. Çünkü dünyaya kendi penceresinden bakmaktadır. Öykülerimde kendim varım. Ama olay akışına lazım olduğu kadar. İlk öykülerim tamamen benden oluşur. Sonraki öyküler senin öykülerin, seni anlattığım, seni konuşturduğum, seni dinlediğim öyküler. Bunun için toplumsal sorunlara değindiğimi söylüyorum. İçimde bir yaşlı kadının konuştuğunu ve öykülerimi onun anlattığını hissediyorum. Bir hastalık hali midir, yazma hali midir, öykücüye lazım olan mıdır bilemiyorum ama içimde konuşan kadının sesini susturduğum zamanlar öyküden nasibim kesiliyor, o kadın konuşmaya başladığında öyküler dökülüyor. Son öykülerimde öykünün anlatıcısı bir kadın vardır, işte o içimde konuşan kadındır.
POPÜLERİTE SANATIN ÖNÜNE GEÇMİŞ DURUMDA
Bir yazar olarak ülkemizde edebiyata yeterince önem verildiğini düşünüyor musunuz? Konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Nitelik keçiboynuzu gibidir. Bedel ister. Bedel ödemeden tat vermez. İlk önce kekre bir lezzet olur ki her kişi o bedele katlanamaz. Edebiyat zevk işidir ilk önce. Karnını doyurma derdi olanların düşüneceği bir mesele değildir. Açlıkla pençeleşen insanların ürettikleri ancak o duygu dünyasına hissettiklerinden ibaret olur. Varlık içinde açlığı tadıyorsa, varlık içinde yokluğu yaşamasını beceriyorsa bir sanat tadı yaşatır. Edebiyata yeterince önem verilmiyor ama bu öykücünün, yazı adamının derdi olamaz. Bu, yöneticilerin işi. Yazı ile uğraşan insan, hele de edebiyatla uğraşıyorsa, kendi ruh dünyasından seslenir topluma. Toplumun ince damarını yakalayan karşılık bulur, yakalayamayan da karşılık göreceği tarihi bekler. Ya gün yüzüne çıkar yahut kaybolur gider. Geniş halk kitleleri edebiyata değer vermez, vermemeli. Edebiyat az sayıda insanın zevk aldığı bir sanat uğraşıdır. Bir inşaat işçisinin, bir temizlikçinin işi değildir. Böyleyken onlar da türkü söyler, fıkra anlatır, hikaye dinler yani sanatın bir yakasından tutar. İşte sözün burası önemli, sanata tutunmadan yaşanmaz. Her insanın bir sanat dalından tuttuğunu görüyoruz. Benim dediğim geniş halk kitleleri yüksek sanatla ilgilenmez, ilgilenemez ama onunda durumuna göre bir ilgi alanı vardır. Popüler romanların milyon sattığı ama sanat romanlarının, öykülerin, şiirlerin üç yüz, beş yüz sattığı bir ortamda edebiyata ne kadar değer verildiğini siz söyleyin.
Türk insanı sizce yeterli düzeyde okuyor mu?
Maalesef okumuyor. Metrobüslerde, toplu taşımalarda hemen herkesin elinde akıllı telefon. Kimisi sosyal medya illetiyle meşgul, kimisi oyun oynuyor, kimi de mesaj yazıyor. Kitap okuyan binde bir. Kitap okuyan insanlar eylemi yapmalı otobüslerde, metrobüslerde, terminallerde Türk halkını şu telefon hastalığından kurtarmalı. Geçen gün kitap fuarında bir grup öğrenci ile karşılaştım, hepsinin elinde telefon ve kitap evlerinin önünden geçerken elleri sürekli telefonun tuşlarında, kitabı görmüyor bile. Neden buradasınız diye sordum, etkinlik olsun diye geldik dediler. Manzara içler acısı. Öğrenciler ödev dışında okumuyor. Büyükler, lazım değil diye okumuyor. Okumayan insan hayal edemez, hayal edemeyen insan gelecek kuramaz.
BALIK BAŞTAN KOKAR
Yeterince okumadığımızı söylediniz? Size göre bunun temelinde ne gibi sorunlar var. Okullarda verilen eğitimden başlayarak... neler söylersiniz?
Okulda öğretmenin okuması lazım. Öğretmen rol-model olmalıdır. Sınıfa her girdiğinde elinde okuduğu kitabı olmalıdır. Kitap edebiyat öğretmenlerinin ödev malzemesi gibi görülmemelidir. Matematik öğretmeni bir romanı ödev verebilmelidir. Her öğretmenin okuduğu bir kitap olmalıdır. Bakanlık bunu takip etmeli ve kitap okumayan öğretmene yaptırım uygulamalıdır. Okumadan nasıl okutur bu insanlar, okutamıyor işte, bugünkü perişan halin sebebi budur. Namık Kemal, Celalettin Harzemşah tiyatrosunun giriş kısmında önce öğretmenlerin eğitilmesi gerektiğini savunur. Çok doğru bir tespittir. Önce öğretmen okumalıdır. Fakülteyi bitirdikten sonra kitabı elinden bırakan bir neslin yetiştireceği nesil de kendisi gibi olacaktır. Her dönemde bir okulun bütün öğretmenler için on kitaptan oluşan bir listesi olmalıdır. Klasiklerden seçilirse ortak kabulle hareket edilmiş olur. Dönem sonunda o kitaplardan sınav olmalıdır. O sınava öğretmenler de tabi tutulmalıdır.
Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi? Ne kadar süre daha yazmaya devam edeceksiniz? Belirli bir hedefiniz var mı?
Yazmanın yaşı yok. Son nefese kadar okuyacağımı ve yazacağımı düşünüyorum. Yaş ilerledikçe ayağı yere basan cümleler kurduğumu fark ediyorum. Yazı hayat gibi uzun bir yolculuktur. Hayatla biten bir yolculuk. Peşimizde işaret taşları gibidir yazdıklarımız. Yahut bir dağ başında ateş yakmak gibi O ateşin ışığıyla kimin aydınlanacağını, sıcağıyla kimin ısınacağını kestirmek çok zor. Azerbaycandan, Doğu Türkistandan, Almanyadan, İrandan, Amerikadan okurlarımın olduğunu bilmek yaktığım o ateşin ışığının meçhullere dağıldığını ve bütün dünyada karşılık bulduğunu gösteriyor. Bu tat yetiyor bana. Bir yerlerde bilinmek bir edebiyat yazarı için büyük haz. Yazmak için içime bir daha kor atıyor bu bilgi. Bütün milletlerin, kültürlerin, dinlerin, mezheplerin, inançların ve inançsızlıkların sahipleri tarafından okunmak, bilinmek, onlara seslenmek Nihai hedefim bu. Ölmeden önce gerçekleştirebilirsem mutlu ölürüm. Öyle öyküler yazayım ki her türden insan okuyabilsin.
Yayın evlerinin kitap yayınlama politikaları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yayınevleri daha çok satmayı hedefler. Satmayacağı kitabı basmaya yanaşmaz. Hatır gönül için olsa bile genel tavır budur. Nitelikli edebiyatın çok az talibi çıkıyor. Şiirin talibi az mesela. Öykünün, romanın okuru nispeten var ama deneme ile şiir para etmiyor. Yayıncılar da bu türleri basmaya yanaşmıyorlar. Bu da popüler eserlerin piyasayı kaplamasına sebep oluyor. Gidiş hayra alamet değil. Yaşar Nabi gibi ihlasla çalışan bir yayıncı bugün maalesef yok. Bir milleti, bir devleti ayağa kaldırma idealiyle yayıncılık yapan bir kitap evi var mı dersiniz?
Foto altı: Yazar Recep Şükrü Güngör, Sanat kızgın demirdir. Tutmasını bilmezsen yakar diyor.