Sayfa Yükleniyor...
Orhan Veli Kanık Türkiyenin yetiştirdiği en büyük şairlerden birisi. 1914 yılının nisan ayında dünyaya gelen Kanık, daha 36 yaşında belediyenin açtığı çukura düşerek yaşamını yitirdi, geriye unutulmaz şiirler bırakmıştı
TANER UYANIKER- Türkiyenin yetiştirdiği en büyük şairlerden biri olan Orhan Veli Kanık, genç yaşta hayata veda ederken geriye unutulmaz şiirler bıraktı. Bunların başında İstanbulu Dinliyorum Gözlerim Kapalı şiiri gelmektedir. Sait Faik şöyle betimlemiştir Orhan Veliyi, İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli. Kanık isekendi hayatını şöyle anlatır: 1914'te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşımda gurbete çıktım. Yedisinde mektebe başladım. 9 yaşımda okumaya, 10 yaşımda yazmaya merak saldım. 13'te Oktay Rifat'ı, 16'da Melih Cevdet'i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18'de rakıya başladım. 19'dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25'te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum, hiç evlenmedim. Şimdi askerim."
ORHAN VELİNİN DOĞUMU VE ÖĞRENİMİ
Orhan Veli Kanık, 13 Nisan 1914te Beykoza bağlı Yalıköyünde bulunan İshak Ağa Yokuşundaki Çayır Sokağında 9 numaralı konakta dünyaya geldi. Babası Mehmet Veli, annesi ise Fatma Nigar Hanımdır. Asıl ismi Ahmet Orhan olan şairin babasının adı Veli olduğu için, sanatçı Soyadı Kanunundan önce Orhan Veli olarak tanındı. Orhan Velinin kendisinden küçük iki kardeşi vardı. Bunlar Vatan Gazetesi muhabirlerinden Adnan Veli Kanık ve Füruzan Yolyapandır. Şairin ayrıca, bir yaşında iken Ankarada ölen Ayşe Zerrin isminde bir kız kardeşi de olduğu söylenmektedir.
Kanıkın edebiyata olan merakı ilkokul sıralarında başladı. Bu dönemde Çocuk Dünyası isimli dergide bir hikâyesi basıldı. Ortaokulun yedinci sınıfındayken Oktay Rifat Horozcu ile tanıştı. Birkaç yıl sonra ise bir müsamere sırasında halkevinde Melih Cevdet Anday ile arkadaş oldu. Lisenin ilk yılında edebiyat öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınardı. Tanpınar, öğretmeni olduğu sürece Kanıka öğütler verdi ve onu yönlendirdi. Şair, lise döneminde arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdetle birlikte Sesimiz isimli bir dergi çıkardı. Sanatçının yaşamının bu evresi aruz vezni kurallarını ve ahengini kavradığı ve ilk şiirlerini yazdığı dönem oldu.
Şair 1932 yılında, liseden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin felsefe bölümüne kaydını yaptırdı. 1933 yılında Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti başkanı seçildi. 1935 yılına kadar devam ettiği üniversiteyi bitirmeden okuldan ayrıldı. İstanbul Üniversitesine giderken bir yandan sürdürdüğü Galatasaray Lisesindeki öğretmen yardımcılığı görevine, okuldan ayrıldıktan sonra bir sene daha devam etti.
YAZIK OLDU SÜLEYMAN EFENDİYE ŞİİRİ
1939 yılında, arkadaşı Melih Cevdet Andayla birlikte araba kazası geçirdi. Bu olayın sonucunda yirmi gün komada kaldı. Kazanın sebebi, Andayın sürdüğü arabanın Çubuk Barajı tepesinden aşağı yuvarlanmasıydı. 1941 yılının Mayıs ayında Garip seçkisi yayınlandı. Bu kitapta şairin yirmi dört şiirinin yanı sıra Melih Cevdetin on altı, Oktay Rifatın ise yirmi bir şiiri yer aldı. Kitabın içindeki şiirler kadar ses getiren önsözünü ise Orhan Veli yazdı. Bu kitap sonradan Birinci Yeni olarak da anılacak Garip akımının başlangıcı oldu. Garip akımının kurucuları olan Kanık, Horozcu ve Anday, radikal bir tutumla kendilerinden önce gelen hececilerin ve Ahmet Haşimin şiirleriyle, Nazım Hikmetin toplumcu-gerçekçi şiirlerini reddettiler. Kitaptaki şiirler ve önsöz edebiyat dünyasında büyük tartışmalara sebep oldu. Özellikle Orhan Velinin yazdığı Yazık Oldu Süleyman Efendiye mısrası üzerinde duruldu.
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helâl ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
Ölüm Allahın emri,
Ayrılık olmasaydı."
Bu mısrayı kimileri tenkit ederken, kimileri çalıntı olduğunu iddia etti. Bir diğer grup ise Türkçede yazılmış en güzel dizelerden biri olduğunu söyledi. Bu münakaşalar sonucunda mısra çok popüler oldu, hatta Nurullah Ataçın deyişi ile vapurlara, tramvaylara, kahvehanelere kadar girdi ve bir deyim niteliği kazandı. Orhan Velinin Yazık oldu Süleyman Efendiye kadar meşhur olarak gündelik dile giren bir diğer dizesi ise Ahmet Haşimin Göllerde bu dem bir kamış olsam mısrasını hicvetmek için yazdığı Rakı şişesinde balık olsam idi.
GARİP DÖNEMİ
1941 yılında Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfatla birlikte Garip adlı şiir kitabını yayınladı. Bu kitapla birlikte şairin tarzının önceki dönemine göre daha tutarlı duruma gelmiş ve gelişmiş olduğu düşünülür. Kanık, kitabın önsözünü kendi yazdı ve şiir hakkındaki düşüncelerini açıkladı. Bu önsöz Garip akımının manifestosu kabul edilir. Orhan Veli, o günlerin aydınlarının şiir anlayışı sebebiyle kendisine garip gözüyle baktıklarını açıklamıştır. Akımın adının da bu bakış açısından geldiği sanılmaktadır. Garip akımı kendisinden önceki şiir anlayışına bir tepki olarak doğdu. Kanık ve arkadaşları Ahmet Haşimin eserlerini, Nazım Hikmetin toplumcu şiirlerini ve hececileri reddetmişlerdi.
Garip dönemi şiirlerinin bir diğer ortak özelliği ise Orhan Velinin konuşma dilinin doğallığını, sokak Türkçesini ve hatta halk argosunu eserlerine taşımış olmasıydı. Kılıksız, cıgara, ıspanak, rakı, Hitler, boyacı sandığı gibi sözcükler kullanan şairin Kitabe-i Seng-i Mezar isimli şiirinde kullandığı nasır kelimesi büyük tartışmalara sebep oldu. Kanık, böylece hem divan hem de halk şiirinde egemen olan romantizm anlayışını da yıkmış oluyordu. Öte yandan teşbih ve istiareyi terk ettiği için şiirinde yalın bir dil ortaya çıktı. Orhan Velinin Garip hareketiyle getirdiği yeniliklerin diğer ikisi ise Türk şiirinde öteden beri soyut olarak dile getirilen evrensel hümanizmin yerine somut ve belirgin bir hümanizm koyması ve belirli kişileri hedef alan taşlama geleneğini ilk kez bir şair olarak kendisine yöneltmesiydi. Bu dönemde Cemal Süreya tarafından garip adamlar çıkmış garip garip şiirler yazıyor diye eleştirilmişlerdir.
BELEDİYE ÇUKURUNA DÜŞTÜ
Orhan Veli, Yaprakın kapanmasının ardından İstanbula geri döndü. Aynı yılın kasım ayında bir haftalığına geldiği Ankarada belediyenin kazdığı bir çukura düştü ve başından hafifçe yaralandı. İki gün sonra İstanbula döndü. 14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçiren şair hastaneye kaldırıldı. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığın sebebi doktor tarafından anlaşılamadı ve Kanıka alkol zehirlenmesine karşı tedavi uygulandı. Aynı akşam sekizde komaya giren şair gece 23.20de komadan çıkamayarak Cerrahpaşa Hastanesinde hayata veda etti.
Lisedeki edebiyat hocası Ahmet Hamdi Tanpınar, Kanıkı hastanede ziyaret etme fırsatı buldu ve bu olayı şöyle anlattı: Daha orta mektebin birinci sınıfında talebem olan Orhanı Cerrahpaşa Hastanesinde son defa oksijen çadırının altında yarı çıplak, güçlükle nefes alır ve o kadar güzel hayallerin yakaladığı dünyamızı yalnız akı görünen gözlerinden boşanırken gördüğüm günü hiçbir zaman unutamam. Şiirimize tatlı anlaşmazlığı ve lezzeti getiren zeka, kendisi olmaktan çıkmıştı. Rahatsızlandığı sırada üstünde bulunan ceketin cebinden bir diş fırçasının sarılı olduğu kağıda yazılmış Aşk Resmi Geçidi isimli şiiri çıktı.
Orhan Velinin Aşk Hayatı
Kardeşi Adnan Veli ise O'nun aşkları konusunda şunları yazar: Orhan'ın ilk aşkı, (eğer buna aşk demek caizse) on iki yaşında başlar. Beykoz'daki komşularının on yaşındaki kızı Fetanet'i sevmişti. Bu uzun sürmedi. Orhan bir müddet sonra yine Beykoz'da, 'Pembeliler' adını verdiği üç kız kardeşin en küçüğü olan Fetanet'e tutuldu. Lisede iken Ankara'da 'Cazibe' adında bir başka kızı sevdi. O'nun 1935 yılından sonraki maceraları ve aşkları hakkında burada isim saymaya hakkım yok. Çünkü sevdiği insanların çoğu bugün yuva kurmuştur."
Oktay Akbal da O'nun aşklarını es geçmez, anılarında: "Gene unutulmaz anılardan biri, bir Boğaz gezintisi... Sait Faik, Orhan Veli, bir de ben... Necati Cumalı da gelecekti, ama vapuru kaçırmıştı. Ufacık bir vapurdaydık. Kenardaki sıralara oturmuştuk. Önü sıra geçtiğimiz Anadolu kıyılarını, iskelelerini, insanlarını seyrediyorduk. Yıl 1947. Orhan da, Sait de keyifliydiler o gün Bahar henüz gelmemişti, kışın içinde yazdan bir gündü. Beykoz'a varıp, karnımızı doyurduktan sonra köyü gezip dolaşmıştık. Her yeri, hemen hemen her kişiyi tanıyordu Orhan. Bütün satıcılarla, balıkçılarla, kayıkçılarla ahbaptı. Bunlardan biri bizi sandalı ile Yeniköy'e atmıştı. İstinye iskelesindeki gazinoda rakı içişimiz, dedikodular, takılmalar, bilmem neler... Vapurda dönerken Orhan Veli, o sıralarda ilgilendiği bir kadından bahsetmişti gülerek. Hatırımda bunlar kalmış. Kadın, Orhan Veli ile tanışınca derhal ona aşırı bir ilgi göstermiş... Nedense kadınlarla olan serüvenlerini anlatmayı severdi. Bir gece yarısı da Orhan Veli ile Unkapanı Köprüsü'nden Fatih'e kadar yürümüştük. Çakırkeyifti, ben de öyle. Bir resim sergisinde ahbap olduğu bir kadınla geçirmekte olduğu serüveni anlattı durdu. Sevinçli ve alaylı."
Quantitatif şiirinde şu dizeler dökülür
Güzel kadınları severim,
İşçi kadınları da severim;
Güzel işçi kadınları
Daha çok severim.
SUNAY AKINDAN CIMBIZLI ŞİİRİN ÖYKÜSÜ
İstanbul'un bilinmeyen tren öykülerinden biri de, Yıldız Sarayı bahçesinin derinliklerinde gizlidir. Yıldız Arşivi'nde bulunan bir proje incelendiğinde, bahçenin büyük bir bölümünü dolaşan bir demiryolunun tasarlandığı anlaşılır. Gerçekleşmeyen bu gezinti treninin varlığına herhalde en çok, 1921 yılında, Halife Abdülmecit'in Yıldız Sarayı'nda düzenlediği sünnet olan çocuklar sevinirdi. O gün sünnet edilen yüzlerce çocuktan biri, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından şu dizeleri yazar:
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
Şiirde sözü edilen Londra Konferansı'nın Orhan Veli'nin sünnet olduğu 1921 yılında yapılan toplantı olduğunu düşünemeyiz. Batılı devletlerin zorlamasıyla, İstanbul ve Ankara hükümetini temsil eden Bekir Sami Bey'in 'Misak-ı Milli' andına aykırı davrandığı için görevden alınmasına neden olan bu toplantıyı Orhan Veli, Ne atom bombası dizesinin ardından anmış olamaz. Şairin sözünü ettiği, 1948 yılının Şubat ayında yapılan, SSCB'nin katılmadığı İngiltere, Fransa ve ABD'nin Batı Almanya'daki işgal bölgelerinin statüsünü belirledikleri toplantıdır.
Haber Merkezi