Şairlikte de hekimlikte de ortak olan insanın acıları

Şair ve Uzm. Dr. Önder Çolakoğlu ile pandemiye ve edebiyata dair konuştuk. Çolakoğlu, “Şairlikte de hekimlikte de ortak olan insanın acıları. İnsanı severek, insandan yana tavır koyarak yol alıyorum” dedi


  • Oluşturulma Tarihi : 08.12.2020 07:47
  • Güncelleme Tarihi : 08.12.2020 07:47
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Şairlikte de hekimlikte de ortak olan insanın acıları

Yaşamını İzmir’de sürdüren şair  ve Uzm. Dr. Önder Çolakoğlu ile şiir serüvenini ve yaşadığımız pandemi sürecini konuştuk. Çolakoğlu, edebiyat kimliğinin yanında hekim kimliğine de sahip. 2018’de ‘Çapak’, 2019’da ‘Taş Uğultusu’ adlı kitapları yayımlandı. İki kitabınıda edinip okudum. Toplumsal duyarlılığı yüksek olan, yaşadıkları ile yazdıkları arasında çelişmeyen, duyan, gören ve sessizliğini şiirlerinde bir ırmak gibi gür şekilde dile getiren imgeleri güçlü bir şair. Çolakoğlu ayrıca 2020 ‘Taş Uğultusu’ kitabı ile Ruhi Türkyılmaz Sanatevi ödülünü de sahip. Yaptığımız o söyleşinin detayları.

“UMARIM BİTMEZ BU SERÜVEN”

Şiir yazma serüveniniz nasıl başladı?

Aslında çok uzun değil. Ortaokuldan beri edebiyatla iç içeyim. Belki ta o yıllardan biriktirdiklerim, şiirimi oluşturmamda yardımcı oldu. Küçük küçük karalamalar, çiziklemeler elbette oluyordu. Ama bekledim sanki. Çok uzun zaman geçtikten sonra birdenbire ve belki geç kalmışlık hissiyle çok şiir yazdım. Çok kısa süre içinde dergilerde şiirlerim çıkmaya başladı, ardından ilk kitap ve ikinci kitap. Bu serüven bitecek gibi görünmüyor. Kuşandık sevgimizi, inancımızı, kalemimizi. Umarım bitmez bu serüven. Taşımak ağır geliyor acıyı. Yazmak iyi geliyor. Yazmak ne güzel bir sancı.

Genelde ilk şiirler aşka ve sevgiliye yazılır, sizin nasıl oldu? Örnek aldığınız ya da etkilendiğiniz şair var mıydı?

Ben ilk günden beri hayata yazıyorum. İnsana yazıyorum, yani şiirlerimi gördüğüm, dolandığım ve karmaşa içinde hissettiğim hayata karşı yazıyorum. Bu kaostaki insanı yazıyorum. Bazen gözündeki çapağını, bazen yüreğindeki uğultuyu yazıyorum. Ama mutlaka beni, bizi huzursuz edenler üzerine yazıyorum. Örnek aldığım değil belki, etkilendiğim şairler var elbette. Etkilenmemek olur mu bu serüvende. Onlarca belki. Eskilerden de var, çağdaşım olanlardan da, hatta genç olan şairler de var. Edip Cansever, Nazım Hikmet, Behçet Necatigil, Adnan Yücel, Veysel Çolak,  Ahmet Telli, Hüseyin Ferhad, Seyyidhan Kömürcü. Rainer Maria Rilke, Ritsos, Lorca.

İlk kitabınız ‘Çapak’ ile son kitabınız ‘Taş Uğultusu’ arasında bir fark görüyor musunuz?

Elbette fark var. Çapak uzun yıllardır şiir adına biriktirdiklerimizin toplamıydı aslında.  Çocukluktan bugünlere gelen bir sürecin bileşkesi gibi. Aslında çoğu söyleşide belirttiğim gibi huzursuzluğun şiirini yazma peşindeyim ve Çapak bu amaçsalın ilk halkasıydı. Huzursuzluğun ilk seslenişini göstermek açısından önemliydi. Hayatla uzlaşamadığımın ilk anlatısıydı Çapak. İlk heyecanı... Taş Uğultusu bundan başka birikimlerin etiketlendiği adres oldu benim için. Sesin egemen olduğu bu çağda içsel suskunluğumuza ortak olan uğultuları dizeledim.Tarihsel bilinci daha çok ön plana çıkarıp huzur- suzluklarımızı ve bu dünyayla uzlaşamaz olduğumu daha çok susarak anlatmak istedim. Tarih bilinci taraf olmaktır benim için. Bu uğultu ancak bu bilinçle anlatılmalı diye düşündüm. Uğultu çok büyük bir yaradır bence. Dibe vuruşun flamasını açmak istedim kendimce.

Büyük laf etmiş olabilirim ama bu dibe vuruş kurtarabilir belki bizi diye düşündüm. Bunu yaparken farklı bir ses oluşturmak istedim. Buna ‘Taş Uğultusu’ dedim. Bu çağın ruhsal olarak yarattığı tahribatlarla yaptığım  bir yüzleşme olarak da tanımlayabilirim. Bu yüzleşme ileriki dönemde devam edecek diye düşünüyorum.

Şairlerin yurdu olur mu? Şair çağının tanığı mıdır?

Çağına tanık olmak şairin sınavıdır aslında. Bu sınav şair için ömür boyu devam eder. Şiiri her türlü adaletsizlikle savaşmak için hazır kıtada olmalıdır. Çağa tanık olmak demek tarih bilincini yine yeniden oluşturmaktır. Yaşadığı dönem içinde insana dair ne varsa bir tavrı olması gerekir. İnsandan yana her şeyde tarafgir olduğunu da ortaya koymakta tereddüt etmemelidir.

“ŞAİR TOPLUMSAL DÜŞÜNMELİDİR”

Toplumsal şiirler yazan bir şairsiniz. Şair toplumsal düşünmek zorunda mı?

Elbette zorunda. Toplumsal şiir diye bir şey var mı o da ayrı konu. Şair zaten uzlaşmayan, anarşist bir ruh hali içinde olma halidir çok kere. Direnç noktaları geliştirmektir hayat içinde. Bunu abartılı şekilde yapmaya ihtiyacı yoktur. Yazdıklarıyla, toplumsal dinamiklerde ne tarafta olduğunu gösteren insandır. Şair toplumsal yaşamak, düşünmek ve yazmak zorundadır. Değilse şair de değildir bana göre. Nerede acı, eşitsizlik, ötekileştirme varsa şair orada bayrağını dikmelidir. İnsanın varoluşsal sorunlarını ve yüzleşmelerini yaparken bunun toplum üzerindeki katmansal etkilerini ortaya koymanın kıymetli olacağını düşünüyorum.

Dünyayı saran pandemi sürecini yaşıyoruz, hekim olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Komplo teorilerine çok inanmam elbet ama dünyadaki kapitalist sistemin tıkandığını gördükçe, pandemi sürecinin bir düzlemselde oynanan tiyatro durumunu düşündürüyor bana. Ama bu virüsün önemselliğini ortadan kaldırmıyor. Bilim ve gerçeğin süzgecinde kalarak ve inanarak davranmalıyız. Mesleğimden dolayı çok acı şeylerle karşılaşıyoruz. Meslektaşlarımız, çalışma arkadaşlarımız, teker teker hasta oluyor, ölüyorlar. Yitip gidiyoruz biz de. Soğukkanlılığımızı elden bırakmadan ama bu süreçten kapitalizm denen illetin nasıl bir karabasan gibi insanın üstüne çöktüğünü görerek, bazı sonuçlar

çıkarmalıyız. Ses çıkarmalı ve duyarlılığımızı ortaya koymalıyız.

Pandemi sürecinde yazdığınız şiirler var mı? Ya da yazmak için fırsat oluyor mu?

Açıksası mesleki açıdan çok zorlu bir süreç yaşadığım kesin olsa da, hayatın olduğu yerde şiirin var olduğunu biliyorum, görüyorum ve yazıyorum. Fırsattan öte şiir bir

kaynaktır hayat için. Köküne sığındığım, ısındığım. Bu dönemde yazdığım bir şiirden kısa bir bölümü paylaşmak isterim.

Çiçekler topluyorum

serüvenlerden dönüşte

Yumurtalar çatlıyor, içi kemiren sessizlik

Yeni bir doğumun heyecanı ve  inceliğe kavuşur gibi hayat

Yaz ölümleri bile güzeldi

Hayatın özü olmalı kozalaktan damlayan reçine.

Son olarak İzmir sizin için ne ifade ediyor?

Bu kente 24 sene önce geldim. Artık yurdum oldu İzmir. Benim güzel, nazlı İzmir’im. Hep böyle sıcak ve sevgiyle kal emi.

Yeni bir ses, yeni bir dil...

Eleştirinin şiir üstündeki önemi nedir? Her şair eleştiriyi kaldırır mı?

Eleştiri olmadan edebiyat olur mu? Şiir hele hiç olmaz. Eleştiri, bir şiir yazılmaya başlandığı andan itibaren başlar. Ömür boyu sürer. Eleştiri kuramlar, kalıplar ile değil, eleştiriyi yapacak kişinin şiir birikimi, okumaları, karşılaştırmalarından oluşmalıdır. Şairin eleştiriyi kaldırmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Yeni bir ses, yeni bir dil oluştırma amaçsalını önde tutmalıdır. Çünkü şiir okura da, eleştiriyi yapana da hayata farklı yönden bakmayı öğretir. Özellikle bazı şairlerin şiir serüveninde savrulmalara, yeni soluklanmalara yol açacağı için çok kıymetlidir. Yapılan eleştiriye karşılık bir başka eleştiri oluşturmak da edebiyatın vazgeçilmez meydan okumalarıdır. Bu da şairin yaratıcı deneyimini ve farklılık oluşturma çabasını arttırır.

“Şiir yazarken mesleki anlamda yararlanıyorum”

Şairlik ile hekimlik arasındaki bağınız nedir?

Hekimlik zaten baştan aşağı insanlığın durağı. Şiir yazarken mesleki anlamda çok yararlanıyorum. Hatta köprüler kuruyorum diyebilirim. Hastaların sorunları, sadece gözle görülür elle tutulur şeyler olmuyor bazen. O sorunlara neden olacak bu toplum içindeki varoluşsal kaygılarını da kaydediyorum belleğime aslında. Çok şey birikiyor. İnsanların acıları, hayatları ister istemez bir panorama sunuyor size. Bilinçaltımda çok kere bunu duyumsadığımı hissediyorum. Aynı zamanda şiirlerde mesleki olarak tıbbi kavramsalları kullanıyorum. Bazı imgeleri o terimlerle anlatabilmek daha vurgu yapıyor belki de. Şairlikte de hekimlikte de ortak olan insanın acıları sıkıntıları olunca bu yakınlık kaçınılmaz oluyor. İnsanı severek, insandan yana tavır koyarak yol alıyorum.

Haber Merkezi