Sanat ülkemizde öksüz bir çocuk!

Ressam Yazar Şaziment Duran, ülkemizde sanatın öksüz bir çocuk olduğunu, bu öksüz çocukla kimsenin ilgilenmediğini ve bu çocuğu yetimhanelerin bile almadığı ifade etti


  • Oluşturulma Tarihi : 08.04.2017 07:55
  • Güncelleme Tarihi : 08.04.2017 07:55
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Sanat ülkemizde öksüz bir çocuk!

TANER UYANIKER - ÖZEL HABER

Şehirden uzak doğa ve denizin buluştuğu İnciraltı Sahil Evleri’nde çocukluğundan itibaren yaşamını sürdüren Ressam Yazar Şaziment Duran, sanatçılığının temellerini de burada atıyor. Çocukluğunu yalnız bir ceviz ağacının altında çizim yaparak ve kitap okuyarak geçiren Duran, yaşadığı yerin sanatsal havasını eserlerinde de yansıtıyor. Duran’ı tarif edecek olursak, hayatını sanata adayan kişilerden diyebiliriz. Sanata adanmış hayat eserlerine de yansıyor. Adeta ilk bakışta resimleriyle insanı etkisi altına alıyor. Bunda tablolarında yansıttığı insanların ikinci yüzünün etkisi çok… İstisnasız bu resimler hepimizden bir parça taşıyor! Duran’ın sanatında en beğendiği ve kendi ifadesiyle tanımladığı renkleri ise aşkın rengi mavi ve yaşamın rengi yeşil. Duran ‘evet ben iyi bir ressamım oldu yeter’ diyenlerden değil. Her gün sanat için çabalıyor. Sadece resimde değil, İki muhteşem eseriyle de edebiyat dünyasında adından sıkça bahsettiriyor. ‘Rüya ile Gerçek Arasında’ ve ‘Vatikan’ eserleri polisiye dalında önemli bir yer edinmeye doğru gidiyor. Ve hayatının temeline sevgiyi yerleştiren Duran ile söyleşimize çocukluğundan, yani sanata dair ilk adımından başladık.

BİR CEVİZ AĞACINDA BAŞLAYAN SANAT!

Resim sevdasının kendisinde çocukluktan itibaren oluştuğunu belirten Duran, “Benim için sanat çocukluğumdan itibaren gelen bir olaydı. Ben sabahları yanıma bir termos sıcak su ve kuru kahve alır ve evimizin önündeki ceviz ağacının altına giderdim. O dönem 9-10 yaşlarımdaydım ve akşama kadar o ağacın altında çizim yapar ve kitaplarımı okurdum. Evet enteresan bir çocukluğumun olduğunu söyleyebilirim. Sahil evleri o dönemlerde çok kıraç bir yerdi. Levanten ağırlıklıklıdır genelde insanlar. Biz burada o kadar güzel akşamlar yaşadık ki… O kadar çok anlatacak şeylerimiz oldu ki, o dostlarla bir araya geldiğimizde bu günleri yâd ediyoruz. Ailemiz akşama kadar deniz kenarında ne yaptığımızı soruyordu. Balık tutar oturur orada yerdik mesela. Ya da deniz kabuklarından, taşlardan ördekler, kuşlar yapardık. Yaşadığımız yerde sizi biraz sanata itiyor. Buranın yalnızlığı, fazla kalabalık olmaması o şehrin kasvetli havasından uzak olması bizi burada başka bir hayata sanata çekmeye başlamıştı. Çizdiğim tüm çizimlerde o zaman kazanmış olduğum yeteneğimin önüme çıktığı dönemlerdi. Ve bu sanat sevdası hep sürdü. Beni hayatımda götürecek, sevgiyle yaşatacak şeyin sanat olduğuna inanıyorum” dedi.   

Dünya’da değişik ülkeleri gezen ve oralarda yaşayan Duran, en son gittiği Sicilya’da yaşamın insanların mutluluğu yönünde aktığını söyledi. Duran, oradaki gözlemlerini şu ifadelerle aktardı: “Sicilya’da 6 ay kaldım ve orada ki yaşam beni çok etkiledi. Türk yaşamlarına benzer bir yaşamları var. Ama maalesef Türkiye’de göremediğim acısını ve üzüntüsünü yaşadığım bazı olaylar oldu. Oradaki insanlar saat 15.00’a kadar çalışıyorlar. Muhakkak hepsinin bir köy evi var. Herkes işinin yoğunluğuna göre baktıkları bitkilerde farklılık gösteriyor. Az ilgilenebilecek olanlar örneğin zeytin ağacı dikmiş. Başında duruyorlarsa ekip biçiyorlar. Bir kardeş domuz besliyorsa diğeri başka bir şey yapıyor. Hepsi işleri bölüşmüşler. Birbirlerine imece usulü yardımda bulunuyorlar. Maalesef bu Türkiye’de yok. Aslında Sicilya’nın kökenine baktığımızda, Aliağa Küme’de gidenlerin Sicilya’yı kurduğu söyleniyor. Oradaki yaşamı görünce keşke ülkemizde de böyle bir hayat sürülse diyorum.”

SANAT İNSANLIĞIN ATAR DAMARIDIR

Ülkemizde sanatın öksüz bir çocuk olduğunu belirten Duran, bu öksüz çocukla kimsenin ilgilenmediğini ve yetimhanelerin bile almadığı ifadelerini kullandı.  Duran, “Rönesans’ı Türkiye’yle kıyaslamayacağım ama Rönesans’ta sanat halkla iç içeydi. Türkiye’de sanat asla halkla iç içe olamadı. Hep belli bir burjuva kesimi arasında kaldı. Sanatın halkın içinde olması gerekir. Halkın düşüncelerini, onları sanatımıza yansıtmamız gerekir. Ben yaptım oldu, olmaz. Zaten yaptığınız eser sizde kalmıyor, o halka dünyaya açılıyor. Çoğu ülkelerde sanat baş tacıdır.  Hatta şunu diyebilirim: ‘Sanat insanlığın atar damarıdır.’ Onu kestiğiniz an yaşamdan koparsınız. İfadelerinizi sanatla o kadar güzel ifade ediyorsunuz ki… Onsuz nasıl var olabilirsiniz?” diye konuştu.

ÖZÜMÜZÜ UNUTMAMALIYIZ

İnsanın kendi özünden kopmaması gerektiğinin altını çizen Duran, her sanatçının özünden bir şeyler üretmesi gerektiğini söyledi. Duran, batının bazı şeylerini örnek alsak bile kendi özümüzü asla kaybetmememiz gerektiğini vurguladı. Duran, “Mesela bir Karacaoğlan’ı unutmamalıyız. Yer sofrasında yemek yemeyi bilmeliyiz. Yeri geldiğinde Çırağan’da da olmalıyız. Bunu destur alırsak çok güzel yerlere ulaşacağımıza inanıyorum. Kendi özümüzü ortaya koyarsak bizimde sanatta çok iyi bir yere geldiğimizi söyleyebiliriz. Oradan buradan çalıntı şeylerle bir yere varamayız. İyi bir sanatçı olmak için özümüzü ortaya koymalıyız. Sanatta oldum diye bir şey yoktur. Sanat her gün kendinize yeni bir şeyler koymanızı gerektirir” dedi.

Sanatın ülkemizde sevilmesi ve gelişmesi için eğitimin önemine vurgu yapan Duran, şunları söyledi: “Biz toplum olarak o anlık yaşıyoruz.  Bizde birikim yok. Sanatta da geçmişten bir birikim elde edemediğimiz için geleceğe bir şey aktaramıyoruz. Çocukluktan itibaren sanat eğitimin verilmesinden yanayım. 6. sınıfa kadar çocuğun hayal gücü görülmesi gerekir. Her aile çocuklarına iyi eğitim vermek istiyor. O yarış atı gibi koşturulan çocukları düşünüyorum.  Ayşe Hanım’ın çocuğu çok iyi resim yapıyor benimkide o kadar iyi yapmalı deniliyor. Öyle bir şey yok. Çocuklarımız yeteneklerine göre ayrılırsa bu yarış atı gibi koşturulmalarına da gerek kalmaz. Sanatsal yeteneği olmayan çocuklara da eğitim verilmeli en azından bu sanatla ilgili birikimleri olması için ama onlardan asla mükemmel bir eser ortaya koymaları beklenmemeli ve bu uğurda zorlanmamalıdırlar.”

RESİMLERİNDE İKİNCİ YÜZÜ YANSITIYOR

Resimlerimde insanların görünmeyen yüzlerini ön plana çıkarmaya çalıştığını ifade eden Duran herkesin mutlaka ikinci bir yüzü olduğunu söyledi. Duran, 2003 yılında açtığı sergideki bir anektodu esprili bir şekilde şöyle anlattı: “2003’te ‘insanlığın ikinci yüzü’ diye bir sergi açmıştım. Bir tablom bile kalmadı, hepsi satıldı. Herkes diğer yüzünü gördü galiba dedim” diye konuştu.  Duran, resimlerinde ki ikinci yüzü şu ifadelerle anlattı: “İnsanlar iki yüzlü. Hepimizin ikinci bir yüzü var. Gerçek yüzlerimiz farklı biz bunu kimseye göstermek istemeyiz ama bilinir bu. İşte bunun sıkıntılarını evlerde yaşarız. Nişanlılık döneminde çiftler gerçek yüzünü göstermez evlendikten sonra kadında erkekte ‘aaa ben seninle mi evlendim’ tepkisini verir.  Diğer yüz burada açığa çıkar. Bende tablolarımda bu ikinci yüzü işlemeye çalışıyorum. Eğer orada gördüğünüz iyi bir yüzse kötü bir yüzü vardır ya da bunun tam tersidir. Bunu görmek yakalamak gerekir. Bunu da maalesef çok yakalıyorum!”

EDEBİYATA HIZLI GİRİŞ

Resimden edebiyata geçişinde çocukluğundan beri yazdığı günlüklerin önemli bir yeri olduğunu söyleyen Duran, edebiyata ilk adımını şöyle anlattı: “Bir hocam ‘Şu günlüklerini toparla birazda bir şey ekle de roman yap’ dedi. ‘Ben bunu beceremem’ dedim. Israr etmesiyle romana başladım. Rüyayla gerçek arasındaki ilk romanım oldu. Onun ayrı bir hikayesi var. Kitabı yazıp yayınevine götürdüğümde ‘editöre bırakın çıkın’ dediler. Odaya girdiğimde hiç yüzüme bakmayan bir editörle karşılaştım ve ‘yazıyı masaya bırakıp çıkın’ dedi. Meğerse adamın tavrı oymuş. Etkilenmemek için kimsenin yüzüne bakmıyormuş. Ben tabi bunu bilmediğim için biraz moralim bozuldu. 2 gün sonra sabah 7.30’da telefonum çaldı. Uyku sersemliğine telefonu açtım. Editör arıyordu ve ‘Gel sözleşmeyi yapalım’ dedi. Ondan sonra gittim. Sözleşmeyi yaptım ve ben Makedonya’dayken kitabım basılmış. Sergilerde resimlerimin yanında kitaplarımı da koymaya başladım. Edebiyat resimlerimin önüne geçmeye başladı ve hemen frenledim. Çünkü resim benim mesleğim ve onunla ön planda olmak isterim. Sonra ikinci kitaba başladım. Sanatın içerisine girdiğinizde bir yer de kalamıyorsunuz oradan başka bir yere atlıyorsunuz. Sanatın size vermiş olduğu o aşk ve sevgi size her şeyi yapmanızı sağlıyor” şeklinde konuştu.

Vatikan arka kapak yazısı

Mahzene indi, orada duran dondurulmuş keçinin ağzına sakladığı anahtarı ve haritayı kontrol etti, hepsi yerinde duruyordu. Ertesi gün yola çıkarken bunları yanına almalıydı. İtalya'dan getirdiği burgu topuklu, özel imal edilen, el yapımı kırmızı ayakkabılarını aldı, topuklarını açtı. Haritayı birine, anahtarı da diğerine koydu ve dedesinden kalan çavdar saplı aynaya baktı. Bir şinik buğday karşılığı, Rum Aleko Anton'dan alınmıştı. Mahzende 2. Dünya Savaşı'nda bu aileden alınmış daha ona benzeyen bir yığın eşya vardı.

Rüya ile Gerçek Arasında arka kapak yazısı

Uyku mu, yarı uyanıklık mı? Rüya mı, gerçek mi? Ara bir yer orası. Ara bir yerde güzel bir kadın, gizli örgütler… Yani “Araf”ta gerilim, “Araf”ta heyecan, “Araf”ta aşk…

 

Haber Merkezi