- Kültür-Sanat
- 24.04.2025 14:30
Şair Hasan Çapik ile kitapları ve şiir üzerine söyleştik. Çapik, Bekleyişin Zerdüştü, Sismik ve Ritüel son olarak Sfenks Çatlağı kitaplarını kitaplarını yayınladı
ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ
Adıyaman doğumlu Şair Hasan Çapik ile konuştuk. Geçimini tütünden sağlayan bir ailenin çocuğu olan şair, Felsefe Grubu Öğretmenliğini bitirdi. Üniversite yıllarında yazmaya olan ilgisi başlayan Şair bu yıllarda farklı alanlarda yazılar yazdı. 2007 Yılında ilk şiir kitabı Bekleyişin Zerdüştü ardından Sismik ve Rütüle son olarak Sfenks Çatlağını yayınladı.
Sizi kısaca tanıyalım?
1977 Adıyaman doğumluyum. Geçimi tütünden köylü bir ailenin çocuğuyum. Yoksulluğun merkez olduğu bu yaşamda çocukluk ve gençlik yıllarım belli bir özgürlük içinde geçti. Okumaya ve nitelikli düşünceye yönlendirecek öncülerim olmadı ne yazık ki! Fakat bu yaşanmışlıklar kişiliğimin oluşmasında belirleyici oldu. Çukurova Üniversitesi Felsefe Grubu Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Felsefe sayesinde kendimi ve dünyayı doğru tanıdım. Felsefe, hakkı verildiğinde dünyayı aydınlığa götürecek önemli güçlerdendir. Böylece anladım ki bu toplumun asıl düşmanı cahilliktir. Öyleyse, kendimi geliştirirken bunu insanlara aktarabilmenin en iyi yolunun sanat olduğunu görmeye başladım. Meslek etiğimi de bu anlayış üzerine kurdum. Genel anlamda yaşamımda oluşmuş bir düzen vardır.
Yazı ile tanışmanız ne şekilde oldu?
Gençlik yıllarımdan itibaren yaşamda bir şeylerin ters gittiğini, bize anlatıldığı gibi olmadığını sezinliyor fakat bunun adını koyamıyordum. Kürtlüğüm, Aleviliğim ve yoksulluğum gibi gözümün önündeki sorunlarla ilgili aklıma yatan hiçbir açıklama yoktu örneğin. Peki, dünyada başka insanlar için de bu ayırım işlemiyor muydu? Elbette! Sınıfsal tavırlar da aleni şekilde gizleniyordu. Bunlar bende öfke olarak birikiyor ama işe yaramıyordu çünkü bilgisizdim. Çıkışın bilmekten ve aydınlanmaktan geçtiğini üniversitede öğrendim. Okul ortamı ve okumalarım beni düşünmeye ve sorgulamaya yöneltti. Yapı olarak yalnızlığı da sevdiğimden kendi kozam içinde dünyayı anlamaya davrandım. Öfke ve karanlığın yerini bilgi aldıkça yaşamım zenginleşmeye başladı. Bu dönemde yazmak dürtüsü ve ilk karalamalar oluştu. Yazmalıydım çünkü itirazlarım vardı. Eleştirip bir tarafa çekilmektense üreterek müdahale etmenin daha doğru olduğuna inandım. Öğretmenliğe başlamamla karalamalarım üzerine eğilmeye başladım. Tiyatro yazdım ve oynadım. Öyküler yazdım, bir köşeye bıraktım. Denemelerimden anladım ki yaralarımı dağlayan şey şiirdir. Temelinde okumalar var elbette ama dünya, volkanik haliyle her an içinizde patlamadıkça şiire varamıyorsunuz. Salt duygunun şiire ulaştıramadığını da bu süreçte öğrendim. Sanatla ilgilendikçe kendimi tanımaya başladığımı gördüğümden bu beni yazıya daha çok bağladı. Sanatla, kendi madeninizin kazıcısı oluyorsunuz. Öyleyse, insana dair her şeyi görmeli ve göstermeli ki arzulanan yarınlar yaratılsın. Böylece tanışıverdik yazı dünyasıyla!
Yazdığınız kitaplardan kısaca bahseder misiniz?
Şu ana kadar Bekleyişin Zerdüştü (Algı Yay. 2007), Sismik ve Ritüel (Kanguru Yay. 2011) ve Sfenks Çatlağı (İzan Yay. 2020) olmak üzere üç şiir kitabım vardır. Komünal oluşturulmuş kitaplarda yazılarım vardır. Şiirlerim de birçok dergide yayınlanmaya devam ediyor.
Kendinizi ifade etme konusunda neden şiiri tercih ettiniz?
İnsan ilkin hangi alanda yazacağını bilmiyor. Başka yazın alanlarını deneyimledim de şiire vardım. Şiirin doğasıyla kişilik özeliklerim arasında benzerlik buluyorum. Az konuşan, sözde bilgelik arayan, düşünceyi damıtan, hayal gücüne hep hayat hakkı tanıyan, fırtınası eksik olmayan biri şiirle sevişmesin.
Corona pandemisinin en yoğun olduğu dönemde neler yaptınız?
Yaşam şeklimi pek değiştirmedi. Sadece zaman verdi. Zaten fırsat bulduğumda okumaya ve yazmaya yöneliyorum. Dışarıdaki dünya dışarıdakilere kalsın, diyenlerdenim. “Boş zaman” en tiksindiğim şeylerdendir. Olanağım olsa, dışarıya sadece yürümek ve doğaya karışmak için çıkardım. Günümüz yaşam şekli güzellikleri ve değerleri her yönüyle yuttuğundan iletişim kuramıyorum. Diyojen gibi insan arayıp duruyorum ama benim elimdeki fener şiir! İnsana nesneleşmenin ötesinde bir anlam yüklediğimden olacak; bu bağı kuramayınca içime çekiliyorum. Bu dönemde nitelikli okumalar yaptım, yazdım ve Sfenks Çatlağı ile uğraştım.
Yeni kitap hazırlığınız var mı?
İlkesel olarak çok kitap yayınlamaktansa niteliği ve estetiği dert edinirim. Yarattığım şiir sarsıcı değilse, bana yol aldırtmamışsa, devrimci yönü yoksa o halde yeni kitaba da gerek yoktur. Nitelik kaygım ve sanata saygımdan, var olanları demlendirmeye çalışırım. Kitaplarımın arasındaki zaman aralığının uzun olmasının nedeni de budur. Bu yönüyle sorunuza yaklaştığımda “şiir bilir” diyorum.
Türk edebiyatında mevcut en büyük sorunu ne olarak görüyorsunuz?
Sanat tarih içinde farklı formlardan geçip farklı akımlardan beslense de temel tözü insan ve yaşamıdır. Sanat bu yaşanmışlığı veya yaşanması arzulananları kurguyla harmanlayarak estetize haliyle bizlere sunar. Demek ki sanat olmasaydı duy(g)uların evrimi de gerçekleşmezdi. Eğer bir ot parçasına karanfil demeyi ve aşk unsuru olarak sevgilimize ulaştırmayı akıl etmişsek bu sanatın yaratıcılığı ve bizi dönüştürme gücündendir. Şunu söylemeye çalışıyorum; insanlığın kökenleri sanattadır. Bu yüzden sanat insanla bağını koparamaz. Günümüzde, içinde insan olmayan bir sanat var. Malları üst üste yığılmış bakkal dükkanı gibi şiir! Bakkal yığılmışlarına mal diyor, şair imge veya şiir! Ama aradığımızı bulamıyoruz. Bu şarlatanlığın binbir hali içinde can çekişiyor şiir. Doğal olarak insanlar da kendilerini görmeyen şiiri okumuyor. İnsanlar okumuyor deniliyor da şu sorulmuyor; “Sen okunacak ne yazıyorsun?” Sanat bu çıkmazını aşmadığı sürece insanlara ve kendisine yabancılaşacaktır. Yabancılaşan sanat sermayedarları mutlu edebilir ama kendisine harakiri yapmış olur. Birey ve toplum birbirini öteleyen değil birbirini tamamlayandır. Birini ihmal ederseniz sistem çöker. Günümüz sanatı bireyi çürümüşlüğünde ve yalnızlığında kutsallaştırmaya gidiyor. Bunu aşmak zorundayız. Sanat herhangi bir iktidar, ideoloji veya siyasetin uşağı olmadan, amaçsallığında insanı anlattığında sorunlarını aşmış olur. Bu salt Türkiye’ye özgü bir sorun değildir. Tüm sorunlarımızın kaynağı kapitalizmin yarattığı bir sorundur bu! İnsanı görmeyen bu sanatın çıkışı da toplumcu gerçekçiliktedir.