Sunulan fikirleri sorgulamak sorumluluktur

Türkiye’de eleştirmen kavramına yüklenen olumsuz imaj nedeniyle çok okumak gibi bir zorunluluğu yanında getirdiği için Türkiye’de eleştirmen sayısının az olduğunu belirten Dr. Pınar Üretmen, bu alanın en büyük açmazının henüz alt birimlere ayrılmaması olduğunu söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 24.02.2016 09:38
  • Güncelleme Tarihi : 24.02.2016 09:38
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Sunulan fikirleri sorgulamak sorumluluktur

NİLGÜN TAZE ÖZEL 

Kanguru Kültür Merkezi’nde başladığı edebiyat çalışmalarında eleştirel denemeye yönlendirilerek kısa bir süre sonra başarılı olan Dr. Pınar Üretmen,  çocukluğundan beri bulduğu her boşlukta kitap okumaya devam eder. Türkiye’de tatlı dille dayatılmaya çalışılan yanlış bilgileri insanların sorgulama sorumluluğu bulunduğunu ifade eden Üretmen, bugünlerde uzun yıllar boyunca biriktirdiği bilgileri paylaşmanın mutluluğunu yaşıyor.

Edebiyata olan ilgisinin bulduğu her fırsatta okumaktan kaynaklandığını ve okumanın yaşamının merkezini oluşturduğunu belirten Doktor Pınar Üretmen, kendisini tam bir okuma tutkunu olarak tanımlayarak, “Her vakit bulduğum yerde bir satır da olsa bir şey okumak gibi çoğu kişi için tuhaf sayılabilecek bir alışkanlığım var. Bilet sırasında beklerken, trafikte, yemek yerken okurum. Yanıma en az bir kitap almadan evden çıkmam asla. Bu yüzden okumak, boş zamanlarımda hayatımın yanında yer alan bir şey değil, yaşamımın içi, odağı. Tabi ki hayatın temposundan vakit bulabildiğim ölçüde. Okumak kadar arkadaşlarımla sohbet etmek ve tartışmak, fikirlerimi paylaşmak da önemli benim için. Bu nedenle okuduklarımdan çıkarımlar yapmayı, kendi bakış açımla yorumlamayı, beyin alıştırmalarını da çok seviyorum.  Okuduğum hikâyelere, yaşamlara, bakış açılarına dâhil olduğumu hissediyorum böylelikle. Yani çoğaldığımı” ifadelerini kullandı.

KAYBOLAN DEĞERLER CANLANIYOR 

Okumaya olan ilgisinin çocukluk yaşlarında oluştuğunu ancak fikirlerini iyi bir şekilde ifade ederek yazmaya başlamasının başladığı edebiyat atölyesinde gerçekleştiğini ifade eden Üretmen, “Kitaplar çocukluğumdan beri yanı başımda. Ama bu tutkumun daha disipline olması ve fikirlerimi yazmaya cesaret edebilmem iki yıl önce başladığım atölye çalışmalarımla mümkün oldu. Sevgili Aydın Şimşek hocamın Kanguru Kültür Atölyesi dâhilinde yürüttüğü çalışmalara katılmam sayesinde yeni bir yolculuk başladı hayatımda. Biz İzmir Kanguru Atölyesinde birbirimize dostluk ve dürüstlükle bağlı, Aykırı Kuş adı altında bir gurup haline geldik.  Artık günümüzde çok ender bulunan değerleri yaşama olanağı sunuyor bu da bana. Hem dostluk hem dürüstlük pek bir araya gelemez bizim kültürümüzde. Sevdiklerimizi mutlu etmek için beyaz yalanları çok severiz. Oysa edebiyat tutkusu tam da bu noktada farklı bir bakışa ihtiyaç duyuyor” dedi.

SEVGİ VE BİRLİKTELİĞİN GÜCÜ

İkiyüzlülük ve haset gibi insanın kendisine ve çevresine zarar veren düşüncelerin sanata bulaşabilecek en tehlikeli duygular olduğuna dikkat çeken Üretmen, Aykırı Kuşlar’ın omuz omuza, el ele yürümeye çalıştıklarını belirterek, “Hocamız Aydın Şimşek eşliğinde diğer atölye arkadaşlarımızla birlikte okumalar yapıyoruz. Edebiyat akımları, yazarlar, edebi ve felsefi kuramlarla tanışıyoruz. Okumayan yazarlar olmamak için çabalıyor, bakış açımızı beraberce genişletmeye çalışıyoruz. Tabi olabildiğince fener tutmaya, ayna olmaya çaba göstererek birbirimize. Sevgi, saygı ve empati duygularımızı kaybetmeden. Kendi çalışmalarımızı paylaşıyor, değerlendiriyor ve birlikte çoğalıyoruz. İki ayda bir Aykırı Kuş adında edebiyat dergimizi ve her yıl da atölyeye devam eden tüm arkadaşlarımızın katıldığı bir ortak kitap çıkartıyoruz. Aykırı Kuş ortak kitabımızın bu yıl dördüncüsü yayımlanacak. Aynı temaya farklı bakış açıları ile yazılmış öykülerin yer aldığı ortak kitapların hem kültürel tarih hem de kollektif bilinçle üretim açısından çok değerli olduğuna inanıyorum” açıklamasını yaptı.

EDEBİYAT VE ELEŞTİRİ İÇ İÇE 

Ülkemizde edebiyatla eleştirinin nasıl iç içe var olduğunu, onları birleştiren ortak noktaların neler olduğunu açıklayan Üretmen, eleştiri veya deneme yazınının Türkiye’de yeterince değerlendirilemediğini düşündüğünü belirterek şöyle konuştu: “Bunda biraz yeni kuramların bizim toplumumuzdan çıkmamasının da etkisi var. Çok sınırlı sayıda bilim adamı yetiştiği gibi Türkiye’de, edebiyat kuramcıları da bir elin parmaklarını geçemiyor. Birçok neden sayılabilir bunu için elbette. Ama sonuç olarak yeni bir şeyler söyleyen kişilerin azlığı da “eleştirmen” kavramının kimliği üzerinde soru işaretleri doğuruyor. Oysa edebiyatımızın en çok ihtiyaç duyduğu alanın bu olduğunu düşünüyorum. Kitap okumayan bir toplumuz ama kitap yazmaya da bir o kadar meraklı bir ülke haline geldik. Kimi ünlü olmanın, adını duyurmanın bir yolu saydığı için, kimi içini boşaltıp dertleşmeye ihtiyaç duyduğundan yazmak istiyor. Ama söyleyecek sözü olan ve bunu edebiyatın estetiğine uygun yani popüler bir geçicilikle değil de edebi bir şekilde yapmaya çalışan kişiler de var. Ve bunlar ne yazık ki kalabalığın ve gürültünün içinde seslerini duyuramıyorlar çoğu zaman.” 

“TÜRKİYE’DE ELEŞTİRMENE İHTİYAÇ VAR”

Çok yetenekli kalemlerin hep aynı yerden baktıkları ve kendilerine objektif olamadıkları için hatalarını göremediklerini ifade ederek, Türk yazınında bunları uygun şekilde değerlendirebilecek açılım noktalarına ihtiyaç olduğunu söyleyen Üretmen, “Sadece metni değil aynı zamanda yazarın bakış açılarını, yazma pratiklerini, kurgu yöntemlerini ele alıp değerlendirecek kişilere yani eleştirmenlik kurumuna ihtiyaç var. Kendi eserini irdelenemez ve tenkit edilemez gören kalemler için söylenecek fazla bir şey yok, onlar her zaman olacaktır. Ama Türk edebiyatının gelişmesi, dünya edebiyatında yerini alması ancak bu sayede olabilir diye düşünüyorum. Bu alan şu anda tam olarak doldurulamıyor. Onun için en azından yeni yazmaya başlayan kalemler için bu görevi biraz da yazma atölyelerinin yürüttüğünü düşünüyorum günümüzde. Tabii ki bu atölyelerin de iyileri ve kötüleri var her şeyde olduğu gibi. Ama yola çıkan birinin, eğer ihtiyaç duyuyorsa, yol haritasını okumayı öğrenmesinde önemli katkıları olduğunu da görüyoruz” dedi. 

ELEŞTİRMENLERE OLUMSUZ İMAJ 

Edebiyatta eleştiriyi seçme nedenlerini anlatan Üretmen, yazmak kadar okumayı, okunanları yorumlamayı, tartışmayı, fikirler üretmeyi de seven bir insan olduğunu ifade ederek, “ Farklı bakış açılarından bakarak farklı görüntüler yakalama oyunu da diyebiliriz belki buna, bilemiyorum. Önceleri öykü ve kısa öykü yazıyordum. Ama Aydın Şimşek hocamın da desteği ile deneme ve eleştirel deneme yazmanın beni daha çok heyecanlandırdığını fark ettim. Okuma tutkum ile de daha çok kesişen bir alan yarattı bu bana. Her okumada yeni şeyler öğrenmek de en büyük kazanım benim için”  şeklinde konuştu. Eleştirmen kavramına yüklenen olumsuz imajın etkisiyle çok okumak gibi bir zorunluluğunu yanında getirdiği için Türkiye’de eleştirmen sayısının az olduğunu belirten Üretmen, “Ama bu alana ilgi duyan birçok yeni kalem var. Edebiyatla ilgili web sitelerinde ve gazetelerde yer alan yazılara bakınca görebiliyoruz bunu. Kimi sadece kitap yorumluyor, kimi eleştirel deneme alanında deneyim kazanmaya çalışıyor. Ama bu alanın en büyük açmazının henüz alt birimlere ayrılmamış olmasında yattığını düşünüyorum” açıklamasını yaptı. 

“ELEŞTİRİ UZMANLIK GEREKTİRİR”

Her konuda her şeyi söylemeye çalışmanın hiçbir şeyi tam olarak söyleyememe riskini taşıdığını, kuramsal edebiyatın ve eleştirel deneme yazarlarının uzmanlık alanları ile çalışmalarının gelecekte bir rahatlama ve özgünlük yaratacağını umduğunu söyleyen Üretmen, “Kendi mesleğimden örnek verirsem, artık her şeyi bilen doktorlar değil konusunda uzmanlaşan, derinleşen hekimler tercih ediliyor. Sizin elinizde bir sorun varsa hekime değil, hatta ortopediste bile değil de el cerrahına gitmeyi tercih etmiyor musunuz artık? Dünyada da eleştiri kurumu da aynı şekilde dikey ya da yatay özelleşmeye doğru kayıyor. Sadece dil kuramını ya da sadece Franz Kafka’yı inceleyenlere doğru. Tabii ki bunu yapmak için mutlaka yeterli temel bilgi ve donanıma sahip olmak gerekiyor, tıpkı el cerrahı olmak için önce doktor olmak gerektiği gibi. Ama bu aşamadan sonra her konuda her şeyi söylemeye çalışmak, hiçbir şeyi tam olarak söyleyememe riskini taşıyor. Yani kuramsal edebiyatın ve eleştirel deneme yazarlarının uzmanlık alanları ile çalışmaları sanırım gelecekte bu alanda bir rahatlama ve özgünlük yaratacak.Böyle bir konuya yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Türkiye’de edebiyat ve eleştiri konularında düşünen, tartışan, fikirler üreten kalemlerin sesini sizler sayesinde duyurabilmesini umut ediyorum. Hem yaşadığımız çağın hem de dünyanın edebiyata ve sanata çok ihtiyacı var” ifadelerini kullandı.

TÜRKİYE’DE OKUMA ALIŞKANLIĞI YOK

Türkiye’de okuma alışkanlığının bulunmadığı ve okuma alışkanlığı kazandırabilmek için önce okumayı sevdirmek gerektiğini söyleyen Üretmen şöyle dedi: “Bu konuyu sosyolojik, kültürel, antropolojik, psikolojik faklı bakış açıları ile değerlendirilebiliriz kuşkusuz. Ama bunların bir adım ötesine geçerek, sözlü kültüre ait özelliklerimizin toplumsal bilinçdışı kodlarımızda yer almasının da önemli bir etken olabileceğini vurgulamak istiyorum. Sözel mirasımız bizim zenginliğimiz. Bu zenginliği inkâr etmek, zayıflatmak, yok saymak değil, bu değerlerin yanına okuma kültürünü de ekleyebilmek asıl amacımız olmalı. Okuma kültürüne uzak kalmaya devam ettiğimiz sürece sözün mantıksallığını ve gerçekle ilintisini değil de sadece güzel konuşmayı önemsemekten kurtulamayacağımızı düşünüyorum. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovanların yaşadığı bir toplumda yılanı deliğinden çıkaran tatlı -ama doğruluktan uzak- sözlere olan tutkumuzu mercek altına almak istiyorum.”

SORGULAMAK SORUMLULUKTUR

Topluma bir hap gibi verilen ve düşünmeden kabul etmesi beklenen bilgileri insanların sorgulama hakkı olduğunu ifade eden Üretmen, “İnsanlığa dayatılan fikirlerin doğruluğunu ne kadar tatlı ifade edilirlerse edilsinler sorgulama hakkımız hatta sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğu hatırlatmakta eleştirmenlere düşüyor. Soru sormanın ayıp sayılmasına karşı çıkmak, bir fikri olduğu için söze karışan çocukların susturulmasının ve bunun ‘büyüklere saygı’ adı altında sunulmasının yanlışlığını açıklamak eleştirmenlerin görevi. “Bizim toplumumuzda niçin bilim adamı yetişmiyor?” sorusuna bu tür yaklaşımların neden olduğunu, sözü büyüklere verirken “Sus!”u neden çocuklara lâyık gördüğümüzü sormak ve hafızamızın bağışıklık sistemini tekrar güçlendirerek geçmişten aldığımız derslerle geleceğe uzanmak da bizlerin görevi. Neden bu kadar unutmaya ve kandırılmaya yatkın bir toplum olduğumuz sorusuna yeni cevaplar verme zamanının geldiğini bir kez daha vurgulamak: Çünkü okumayı sevmiyoruz” şeklinde konuştu.

Haber Merkezi