Susturulmaya rağmen ‘Ben Buyum’ diyebilmek

İnsanların gelecek kaygısı giderildiğinde sadece kitaba değil, sinemaya, tiyatroya, resme ve sanatın tüm dallarına ilgi göstereceklerini belirten yazar Suna Güler, yaşama geçirilmeyen bilginin hamallık olduğunu söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 01.02.2017 07:17
  • Güncelleme Tarihi : 01.02.2017 07:17
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Susturulmaya rağmen ‘Ben Buyum’ diyebilmek

NİLGÜN TAZE - ÖZEL HABER

Çocukluk yıllarında kendisini ifade etmesinin engellenmesiyle kaleme, kağıda sarılan yazar Suna Güler o yıllardaki çaresizliğini “Kadın Sesi Kağıda Düşerse” adındaki ortak yapıtta da anlatmaya çalışır. Duygu ve düşüncelerini İzmir’e yerleştikten sonra rahatça ifade edebilme imkanına kavuşan yazar, bu süreçten sonra 4 kitap çıkarır.

Erken yaşta evlendirilen yazar Suna Güler yazdıkları nedeni ile hayatı boyunca cezalandırılarak yargılandığını söyleyerek, “Belki tanık olmuşsunuzdur, kızların çok konuşmadığı, yorulmadığı, acıkmadığı, gülmediği bir aile yapısından geliyorum. Kağıda düşen sözcüklerimin suç delili olduğunu kavrayınca notlarımı gizlemekte daha titiz davranmam gerektiğini öğrendim. Yine de yakalanıyordum. Kendimi tutamayıp yazdıklarımı sonradan yakarak cezalardan kaçmaya başladım. Erken yaşta evlendim. Evliliğin kendi irademle davranmak olduğunu sanıyordum ancak çok çabuk yanıldığımı anladım” dedi.

BİR DOĞUM SANCISI

İş yaşamı, çocuklar, ev işleri arasında diş ağrısı gibi ortaya çıkan yazma dürtüsünü bastıramadığında kağıda düşen sözcüklerinin evlendikten sonrada eşinin eline geçtiğini anlatan Güler, “Bu kez cezam alaya alınmak, küçümsenmek oldu. Çocuklarımızın önünde, eş, dost ortamında, özellikle Anadolu şivesine öykünerek, “Bizim hanım şayir olmuş” diye dalga geçiyordu. O alayları göze alamadığım için yazmamaya çalışıyordum ama doğum gibi, geldiği zaman gönderemiyorsunuz. Yazılarımı gizleme çabam paranoyaya dönüşmüştü artık. Ajandaları dolduran sözlerimi bazaların içinde gizliyordum. Sonunda bir roman çıktı ortaya. Kıstırılmış bir kadının var olma çabası yer alıyor o romanda. Roman kahramanıma yol gösterirken kendi çıkışımı buldum ve evliliğimi sonlandırdım” açıklamasını yaptı.

DİL ARAYIŞI

Yazdığı romanı okuyucuların kendi yaşam öyküsü sandığını ifade eden Güler şunları söyledi: “Kamuya açık alanda striptiz yapmak gibiydi kitabım bu nedenle yayımlatamadım. Önce bir dil oluşturmam gerektiğini anladım. O dil arayışı sonucu ortaya çıktı, “Ödünç Zamanlar” ve “Özgürlük Çıkmazı” adlarındaki iki öykü kitabım. Bu arada aklıma batan bir diken gibi kendini duyuruyordu “Günah Kadına Yaraşır” da ki kadın kahraman. Günah Kadına Yaraşır bir dönem romanıdır, cumhuriyetin kuruluş yılları ve daha öncesini anlatır. Gizli, hüzünlü, yasaklı bir aşk vardır mayasında, sıradan okurun kabul edemeyeceği. Yaşamadığım dönemlerde, gitmediğim coğrafyalarda geçiyordu, çok araştırma yapmam gerekti. Altı yılda tamamlandı. Hemen peşinden doğa yürüyüş öykülerinin yer aldığı “Doğadan Tarihe Datça Serüveni” başladı.”

“YAŞAMI SEVİYORUM”

Yaşamın getirdiği her şeyi derinden sevdiğini belirten Güler, yüzme, sinema, tiyatro, sokak hayvanları, doğayla ilgili her şeye tutku derecesinde ilgili olduğunu belirterek, “Varlığında değil de yokluğunda hissettiklerimi belirtirsem daha doğru anlaşılır sanıyorum. Yazmıyorsam gurbetteyim, okumuyorsam sürgün. Yaşamın getirdiklerini her şeyiyle seviyorum. Yüzmek, sinema, tiyatro, sokak hayvanları, doğayla ilgili her şeye tutku derecesinde ilgiliyim. Hele ki iflah olmaz bir doğa yürüyüşçüsüyüm. Bunu gururla söylüyorum, çünkü menüsküs yırtığı yüzünden doktorların engellemesi ve yarım yüzyılı çoktan aşan yılların getirdiği yükün üstesinden gelerek sürdürüyorum. Hepsi ayrı bir haz. Hepsi varoluşumun gerçek ifadesi, ama yazmak? İşte o benim! Tüm gerçekliğiyle Suna Güler. Susturulmaya kafa tutmak. Susmak zorunda kaldığım yıllardan öç almak. Ben varım, düşünüyorum, yazıyorum ve ben buyum diyebilmek” şeklinde konuştu.

4 KİTAP SERÜVENİ

Kişisel dört kitabı bulunduğu ve dört adet de ortak yapıtta yer aldığı bilgisini veren Güler, “Kent-İnsan, Minimal Öykü Nedir, Ege’den Köyler ve hem editörlüğünü yaptığım, hem yayımlanmasında emek verdiğim Esra Odman İyier’in derlemesi, 27 kadın yazarın yazarlık serüveninin yer aldığı “Kadın Sesi Kağıda Düşerse.” Son kitabın aynı zamanda isim annesiyim. Okuduğum yazarları örnek almıyorum ama okuduğum yazarların ürünüyüm diyebilirim. Hangisini söylesem, söylemediklerime haksızlık etmiş olurum. Dostoyevski, Tolstoy, Umberto Eco, Marquez, John Steinbeck, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, S. F. Abasıyanık, Yusuf Atılgan ilk anda aklıma düşüverenler. Bizde hikaye ve roman yazarlığı cumhuriyet dönemiyle başladığı için şimdilik dünya edebiyatındaki yerimiz göz doldurucu değil, ama Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Leyla Erbil, Ayfer Tunç gibi her coğrafyada ilgiyle okunacak yazarlarımız da yok değil. Daha da uzayabilir bu liste ki, hiçbirini ötekinin önüne koyamam” dedi.

 HER OKUMA YENİ BİR KEŞİF

Güler, tek kişilik bir dünyadan okuyucuların herhangi bir kazanım elde edemeyeceğini belirterek, “Okumadığını itiraf eden bir yazarla karşılaştığımda şunu soruyorum. “Okumuyorsanız, okunmanız gerektiğine nasıl karar veriyorsunuz?” Bir de o yazarı okuyanlara sormak isterdim. “Tek kişilik bir dünyadan ne gibi kazanımlar bekliyorsunuz?” Okumayan biri yazsa da yazmasa da kendi yaşamının ötesinde bir birikime sahip olamaz ki, ne aktarsın? Kendi duygularının ötesine geçemeyen birinin duygudaşlığı da olmaz ki, okuyanına tercüman olsun? Belki o sığ dünya daha kolay anlaşıldığı için ilgi uyandırması daha kolaydır. Bilmiyorum. Kendi adıma, okuduğum her kitap yeni okumalara kapı açıyor ve bundan çok keyif alıyorum. Sonsuz bir coğrafyada keşfe çıkmış gibiyim. Artık şaşırtıcı bir akıl ürünüyle karşılaşmayacağımı sandığım bir yerde bir sürprizle karşılaşıveriyorum. Hele ki yazı teknikleriyle aklımı ve yüreğimi yeni iklimlere sürükleyebilen yazarlara hayranım” ifadelerini kullandı.

DÜŞ KIRIKLIĞI

İlk kitabı yayımlandığında neler hissettiğini anlatan Güler, Türkiye’de deneyimsiz yazarların çoğunun düş kırıklığını yaşamak zorunda kaldığını ifade ederek, “Çoğu kez itiraf edemesek de bu hayal kırıklığını yaşıyoruz. Biraz hüzün, çokca sevinç. Hüznümün nedeni, yayıncının özensizliği yüzündendi. Sevincimse, o öykülerin her birine gereken özeni göstermiş olmamdan duyduğum iç rahatlığıydı. Okuyanlardan gelen geri dönüşler bunun kesin delili. O geri dönüşler nedeniyle yazmak sevincim oldu zaten. Ne yazık ki bir kez şanssız yola çıkınca gerisi de öyle oluyor. Özgürlük Çıkmazı ve Günah Kadına Yaraşır ikinci baskılarını yaptıkları halde Ödünç Zamanlar şimdilik beklemede. Yeni çalışmalarımla onun da yolunu açacağımı biliyorum. Doğadan Tarihe Datça Serüveni’yse, yöresel öyküler izlenimi bıraktığı için aurası Datça’yla sınırlı kaldı. Oysa keyifle okunacak, oldukça eğlenceli yürüyüş öykülerinden oluşuyor. Kişiler gerçek, olaylar gerçek yaşamın aktarımı” şeklimde konuştu.

TÜRK HALKI OKUMUYOR

Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında Türkiye’nin okumada oldukça geride kaldığını belirten Güler adı üzerinde gelişmenin okumaktan kaynaklandığını söyleyerek, “Gelişmiş ülkeler, adı üzerinde “gelişmiş.” Siyasal, ekonomik, toplumsal sorunlarını çözmüş, gelecek kaygıları yok. Bireyleri kendilerini güvende hissediyor. Sadece okumak değil, sanatın tüm dallarına ayıracak bütçeleri de zamanları da var. O kadarla da sınırlı değil, yaşamları bir keşif serüvenine dönüşmüş. Kendi coğrafyaları, yaşamları, dünyaları dışındakileri de merak edecek, araştıracak, keşfedecek, olanaklara sahipler. Bu insanlarla kendi insanımızı nasıl kıyaslarız? Öte yandan kitabın da kendine dair caydırıcı yanlarını görmezden gelemeyiz. Bir tablo gibi götürüp duvarınıza asmakla işiniz bitmiyor, ya da bir müzik cd’si gibi müzik çalara yerleştirip, araba kullanırken, işinizi yaparken dinleyemezsiniz” dedi.

OKUMAYA ZAMAN KALMIYOR

Okumak için her okuyucunun her gün kendine belirli bir saat dilimi ayırması gerektiğini vurgulayan Güler Günde 13-14 saat çalışmak zorunda kalan birinden bunun beklenemeyeceğini ifade ederek şunları söyledi: “Hele ki geçim kaygılarınız varsa bu daha da imkansız hale gelir. Okuma-yazmak ile zihinsel sükunet arasında çok sıkı bir bağ vardır ve biri olmadan öbürü olmaz. Okumak size o sükuneti sağlar, ama sükunet olmadan okumak da olmaz. Bunca caydırıcılık yanında hangi teşvikten söz edebiliriz, bilmiyorum. “Oku kızım oku, oku oğlum oku” dan başka teşvik gelmiyor aklıma. Yine de otobüs duraklarında beklerken, yolculuk sırasında, hastane koridorlarında, plajlarda okuyanları görüyorum, umutlarım yeşeriyor. Türkiye’de okuma oranının düşüklüğü, kitap fiyatlarından falan değil bence, sorun zihinsel ve fiziksel zaman kıtlığından kaynaklanıyor.”

BİLGİ YAŞANMADIKÇA HAMALLIKTIR

Güler, yaşam kaygısının ve var olan düzeni sürdürebilme çabasının insanların enerjisini sömürdüğüne değinerek, “Okumayı sağlayabilmek için teşvike falan gerek yok. İnsanların gelecek kaygısını giderin, sadece kitaba değil, sinemaya, tiyatroya, resme, sanatın tüm dallarına ilgi göstereceklerdir. Çünkü merak insanın doğasında var, o merakın giderilmesi de okumakla, sinemayla, tiyatroyla olur. Tüm bu değerlendirmelerim, kahvehane köşelerinde iskambil kağıtları, domino taşlarıyla zamanı katledenlere değil. Kabul edersiniz ki, onlar okusalar da bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. Yaşama geçirilmedikten sonra bilgi hamallıktır. Çoğunun, o hamallığın farkına varacak kadar bile algısının olduğunu sanmıyorum” dedi.

OKUMA YAZMA ALIŞKANLIĞI

Çocuklara okuma yazma alışkanlığı kazandırabilmek için sizce ebeveynler nasıl bir yol izlemesi gerektiği hakkında fikirlerini paylaşan Güler, “Her şeyden önce bu konunun çocuk gelişimcileri, eğitimciler ve pedagogların konusu olduğunu düşünüyorum. Kendi açımdan ise, ‘Oku çocuğum oku!’ demesinler de ne yaparlarsa yapsınlar. Belki birlikte okumalar yapıp konu üzerinde konuşabilirler. Belki merak uyandıracak şekilde bir öyküye başlayıp, çocukta ilgi uyandırdıktan sonra kitabı ona devredebilirler. Benim ailem bunu, bana okumayı yasaklayarak başardı. Etki, tepki meselesidir belki, belki kişiliğimin doğal sonucu. Bilemiyorum” ifadelerini kullandı.

GENÇ YAZARLARA TAVSİYELER

Yazar olmak isteyen gençlere tavsiyelerde bulunan Güler şu ifadeleri kullandı: “Yazar olunmaz, doğulur. Öylesine bir söz öbeği gibi geliyor kulağa ama bir gerçeklik ifadesidir. Yazmak bir dürtüdür çünkü bastırmaya çalışırsın üstesinden gelemezsin, sonra bir bakmışsın yazım çilesinin içindesin. İnsan niye yazıyla uğraşmak istesin? Yazarken de okurken de yalnızlık ikinci derin gibidir. Katı bir disiplin gerektirir. Diğer işlerle kıyaslanınca yüksek bir getirisi yoktur. Eh bir de yayımcı çilesini ekleyin. Yazma çabası içinde olanlara, Hasan Ali Toptaş’ın ‘Bin Hüzünlü Haz’romanını okumalarını öneririm, yine de yazmaktan vazgeçmemişlerse bazı önerilerim olur. Örneğin, nasıl, kime, ne yazdıklarına aldırmadan her gün birkaç sayfa yazsınlar, o günkü dağarcıklarını boşaltana kadar. Yazdıklarını arşivlesinler ama kimseye okutmasınlar.”

İLHAM PERİLERİ

 Abartılı bir övgünün gelişimi durdurup, ölçüyü kaçırmış bir eleştirinin ise çabayı dibinden yok edeceği bilgisini veren Güler, “Sürekli yazmaksa ilham perilerini canlı tutar. Zamanla duyguları yoğunlaşmaya, düşünceleri odaklaşmaya başlar. İmge dağarcıkları gelişir. Öte yandan değişik yazarları irdeleyerek okumalarını sürdürsünler. Hangi duygu, nasıl özlü ve vurgulayıcı anlatılmış, hangi teknikten yararlanılmış dikkat etsinler. Benim buna sabrım yetmez, çok uzun bir süreç mi diyorlar. O zaman beğeniyle okudukları bir romanı baştan sona kendi el yazılarıyla yazsınlar. Bu uygulamanın iki yönden yararı olur. Birincisi, yazmak için gerekli sabra sahip olup olmadıklarını test etmiş olurlar ki, sabır yazarlığın olmazsa olmazıdır. İkincisi usta bir yazardan tümce yapısı, söz oyunları açısından etkili bir ders almış olurlar” şeklinde konuştu.

Üç farklı dalda, üç dosya üzerinde çalıştığını ifade eden Güler şunları söyledi: “Biri roman, ‘Günah Kadına Yaraşır’ın tema açısından devamı niteliğinde. O roman aynı zamanda yazıp yayımlatmaktan vazgeçtiğim ilk çalışmanın yeniden kurgulanması. Şimdiki birikimimle gözden geçirince öyle acemice ki, beni biraz uğraştıracak. İkincisi, bir araştırma dosyası. Aşka dair, tarihten, kültürlerden, dinden etkileşimlerin şifrelerini çözmeye çalıştığım bir çalışma. Üçüncüsü, sanırım literatürde bir benzeri olmayan, her paragrafta ayrı bir duygu ve düşünceye yer veren kişisel gelişim ve motivasyon dosyası. Sıralamada sonda olan, uygulamada başta gidiyor. Bu kış benim cephemdeki çalışmaların biteceğini sanıyorum, yayıncı aşamasını zaman gösterecek.”

SUNA GÜLER KİMDİR?

Karabük’te doğarak 1984’den sonra uluslararası taşımacılıkla uğraşan bir aile şirketinin sahibi olmamızdan dolayı İskenderun’a, ardından İzmir’e taşındık. İzmir, hayatımın devrimini gerçekleştirdiğim ildir benim. İkilemlerimden kurtulduğum, ne istediğimden emin olduğum, hayati kararları yaşama geçirdiğim il. Bu yüzden yeri apayrıdır, ama ekonomik yönden öyle karmaşık bir dönemdi ki ülkem adına, kaygılarla, sosyal yaşamın getirdiği koşturmalarla baş edemez oldum. Daha küçük bir yer arıyordum, İzmir’i aratmayacak özelliklere sahip bir coğrafya. Bir süredir değişik sebeplerle Datça ayağıma dolaşıyordu, şubatın bir günü kalkıp gittim, ilk görüşte yerleşmeye karar verdim. Ve artık yazmak, yaşamın odağına rakipsiz bir kraliçe olarak yerleşti. Yaptığım her şeyi sevdiğim için yapıyorum, aldığım her soluk haz veriyor. Yani herkese kısmet olmasını dilediğim bir yaşam sürdürüyorum ama belirtmekte de yarar var, Datça herkesin dokusuna uygun olmayabilir.

Haber Merkezi