Sayfa Yükleniyor...
Kızlarağası Hanında 17 yıldır yer alan seramik atölyesi Toprak Çocuklarının ilginç hikayesini Yusuf Sezgin Önden dinledik
ANIL YIKGEÇ
Kızlarağası Hanının avlusundaki bir dükkanda yer alan Toprak Çocukları, dört sanatçının hayal güçlerinin bir araya gelmesiyle kuruldu. Yusuf Sezgin Ön, Azize Önlü, Azime Önlü ve Zafer Ön 19 sene önce açtıkları atölyelerini zaman zaman zor günler geçirerek de olsa yaratarak, üreterek sürdürüyorlar. Biz de onların ilginç yolculuklarına ortak olmak istedik ve Yusuf Sezgin Ön ile Toprak Çocuklarının hikayesini ve sanata bakış açılarını konuştuk.
TARİHE NOT DÜŞTÜK
Toprak Çocukları, 1996 yılında Yusuf Sezgin Ön, Azize Önlü, Azime Önlü ve Zafer Ön tarafından kuruldu. Hepsi de seramik eğitimi almış olan dört genç içlerindeki çocukları ve yaratma sevgilerini de alıp işe koyuldular. Okuldan mezun olur olmaz özgürce yaratmak ve üretmek için atölyelerini açtılar. O zamandan beri Kızlarağası Hanında kilin onların ellerinde sanat eserlerine dönüşmesine şahit oluyoruz. Atölye açmayı nasıl karar verdiklerini sorduğumda şöyle yanıt verdi: Dördümüz okullardaki baskıcı tutum, fabrikalardaki tek düzen ya da köleleştirilmeye çalışılan çizgi hoşumuza gitmedi. Sanatçı olduğumuz için yaratmak ve üretmek istiyorduk. Heyecanımız vardı. Dünyaya atılan bir çığlık gibi düşündük. Özgür olabileceğimiz kendimizi rahat ifade edebileceğimiz bir alan olarak seçtik. Gerçekten de iyi oldu. En azından üniversitedeyken hocalarımızın atölyelerinde çalışıyorduk. Eseri biz yapıyorduk ama hocalarımızın imzasını bile biz atıyorduk. Kimliksizleşme gibi oluyordu. Burada küçücük bir atölyede olsa kendi yaptığımız her şeyin altına Toprak Çocukları yazıyoruz. Yıllar sonra insanlar seramiğin altını çevirip baktıklarında kimin yaptığını görebilecekler. Azize ve Azimenin anneleri de yaptığını z her şeye isim ve tarih yazın diye öğütte bulunmuş. O yüzden buna çok önem verirler. Emeğimizin yüzde 15ini isim yazmaya ayırdık ve hiç vazgeçmedik yazmaktan. Hem tarzımızı ortaya koyduk hem de tarihe not düştük. Ürünümüzü beğenen de beğenmeyen de kime sesleneceğini bilsin.
EN BÜYÜK KAZANCIM EŞİMDİR
Dördünün de hayatı birbirinin içine öyle girmiş ki zaman zaman neredeyse ruhları, bilinçleri bile yer değiştirmiş sanki. Yusuf Sezgin Ön ile Azize Ön evliler. Azize Ön ile Azime Ön ikiz kardeşler. Zafer Ön ile Yusuf Sezgin Ön de kardeşler. Hem aile hem de birbirinden farklı tarzları olan sanatçılar olarak çok fazla ortak yönleri var. Dördünün de hem tasarlayıp hem de ürettiklerini belirten Ön, Dördümüz de hem tasarlıyor hem de üretiyoruz. Her atölyede böyle olmuyor. Eşim Azize ile Azime ikiz kardeşler zaten. Benim diğer erkek kardeşim de Azime ile evli. Biz de onlarla ikizleşmiş gibi olduk. Bazen öyle ruh geçişleri oluyor ki aynı anda aynı şeyleri tasarlıyoruz. Örneğin ben bir şey tasarlıyorum, eşimin ikizi Azime Ben bunu yarın yapacaktım diyor. Doğayla seramikle uğraşmak çok güzel dedi. Üniversitede yollarının kesişip bir araya geldiklerini söyleyen Ön, Azize ile ben Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde sınıf arkadaşıydık. O, benden bir yıl sonra üniversiteye başladı. Ben ilk girdiğim yıl çok yalnızlık çektim. Ne hocalar ne de öğrenciler bazında istediğim ortamı bulmadım. Hayal kırıklığına uğramıştım. İlk yılım küskünlükle geçtim. 1991 yılımda Azize gelince yalnızlığım bitti. O da belki aynı duyguyu yaşamak üzere gelmişti ama birbirimizi toparladık. Benim sanat eğitiminden en büyük kazancım eşimdir. Aradığım hocayı, öğrenciyi onda buldum. Üniversiteye hazırlanırken kafamda ideal bir öğretmen profili vardı. Ben onu eşimin babası Hıdır amcada buldum. Bir şey yapsın ama bana anlatmasın, yaparken ben göreyim isterdim. Hıdır amcanın işçiliği çok iyi. Gençliği, Köy Enstitülerinin olduğu zamanda geçiyor. Okutulmamış. Tunceli köylüsü bir ailenin çocuğu. Hayatı boyunca mimar ya da heykeltıraş olmak istemiş. Kendi yaşadıkları evi kendi yapmış. Ahşap ile ilgili bütün el işlerini yapabilen Michelangelo gibi bir adam. Ben onunla tanışınca içimdeki hoca isteği de doldu. Sonuçta kızıyla da flört ediyorum. Aynı yetenekler onda da var. Mezun olunca da bağımsız alan oluşturmak istedik. Bizim için Toprak Çocukları bir fauna gibi oldu. Sonuçta dünya bizim istediğimiz gibi işlemiyor. Çoğu zaman seni yok etmeye ya da enerjini tüketmeye yönelik. Yine bu kapitalist sistemin içindeyiz ama Toprak Çocukları içinde daha çok kendimizi yaşayabiliyoruz. Bizi gören birçok yeni mezun seramik sanatçısı genç de kendini çok çaresiz hissetmiyor. Mütevazı şartlarda yaşadık ama 19 yıldır atölyemiz var ve üretiyoruz. Kızlarağası Hanındaki dükkan ise 17 yıldır var. Toprak Çocukları olarak sadece dekoratif ürünler ve hediyelik eşyalar üretmiyoruz. Sanatsal çalışmalarımız da var diye konuştu.
İNSANLARIN SEVGİSİ VE DESTEĞİYLE AYAKTA KALDIK
Toprak Çocukları isminin tam olarak onları yansıttığını düşünen Ön, Bu kadar sanatın desteklenmediği bir sistemde insanların sevgisi ve desteğiyle ayakta kaldık. Örneğin bizim 4 kişi mi 44 kişi mi olduğumuzu bilmezler. Biz kişi olarak azdık ama niyet olarak hep çoktuk. İnsanlara örnek de olduk. 6-7 ay isim aradık. Bir isim koyuyorduk, kimseye söylemiyorduk, bir hafta sonra komik geliyordu. Bir gün yine hep beraber beyin fırtınası yaparken Toprak Çocukları ismini bulduk. Duygu olarak da bu işi severek, çocuksu ve amatör bir ruhla, çamurla, kille yaptığımızı anlatsın istedik. Seramiği az yapsak sevgilimizi özlemiş gibi özlüyoruz. Hepimiz hiperaktifiz ve çok enerjimiz var. Çamur yani toprak hepimizi dizginlemiş de oldu. Çocukluğumdan beri çözüm bulunamayan bir çocuk gibiydim. 18 yaşında sanatçı olmaya karar verdim. Sanat her yönden doyurucu olduğu için beni dizginlemiş oldu ifadelerini kullandı.
HİLESİZ, SAF DUYGUYLA ÜRETTİLER
İkiz kardeşler Azize ve Azime Önlünün, atölye kurulduktan birkaç yıl sonra heykel çalışmalarına ağırlık verdiğini söyleyen Yusuf Sezgin Ön, Azize ve Azime yaptıklarının doğruluklarına çok inanmak isterler. Heykel yapımına 1996 yılında başladılar, ilk sergileri ise 2006 yılında İstanbulda açıldı. Sergideki tepkiler olağanüstüydü. Herkes Böyle şeyler yapıyorsunuz da bugüne kadar neden sakladınız? dedi. Bunu da sanatla ilgili söz sahibi olan insanlar söyledi. Ama onlar emin olmak istedi. Bir süre sonra bize komik gelecekse mahcup olmayalım diye düşündüler. Arketipten getirdikleri için hilesiz bir üretim yapıyorlar. Göz hırsızı olmamak adına yıllarca sergilere bile gitmediler. Dürüst bir tavır içinde oldukları için yapacaklarının onda birini bile görseler yapmazlar. O yüzden hep içlerine dalıp içlerinden çıkardılar. Hepimizin içinde binlerce yıllık bir sanat duygusu var. O duygular yükselirken bazıları o titreşimdeyse yapabilme yeteneği de varsa bir sanat eserine dönüştürebilir. Hem düşünüp hem de hayata geçirebilmeleri onların yeteneği. Babalarının kendi yeteneklerini yansıtacak bir işi yapamamış olmasından dolayı içinde bir uhde kalmış. O yüzden kızlarını güzel sanatlar fakültesinde okutabilmek için emekli olduktan sonra İzmire taşınmış dedi.
HEYECAN DEVAM EDİYOR
Atölyeyi kurduktan sonra zor zamanlar geçirmelerine rağmen hiç vazgeçmediklerini belirten Ön, İlk başta atölyeyi açtığımız heyecan hala bizde var. Hepimiz bir şeyler tasarladık. Yıllar içinde Azizenin yaptığı suretler, benim yaptığım çanlar, Azimenin çanakları, kardeşimin sürahileri gibi bazıları klasiklere girdi. Her zaman kendi tarzımızı koruduk. Bir şeylerden feragat ederek bugünlere geldik. Hiç kazanmadığımız, çok zor para kazandığımız zamanlar da oldu. Hepimiz çok gayret ettik. Her şey aynı sürmüyor. Ülkemiz çok zor bir ülke. Birçok hayal kırıklıklarının ve sıkıntıların olduğu bir ülke. Bu sadece ekonomik de değil diye konuştu.
TOPRAĞIN DENGELEYİCİ BİR YANI VAR
Seramikten sanat eserleri yaratmanın yanında kille, toprakla uğraşmanın başka pozitif yanları olduğunu da anlatan Ön, Toprağın dengeleyici, sağaltıcı bir yanı var. Toprakta yürüyün negatif enerjinizi atın derler ya biz seramikçiler olarak aslında toprakta ellerimizle yürüyoruz. Topraktan geldik toprağa gideceğiz derler, biz sürekli topraktayız. Bu sanat insanın negatifini pozitife çeviriyor. Örneğin birine kızdığımda seramik yapıyorum. Neye kızdığımı da unutuyorum. O kızgınlık anında yaptığım şeylerde kötü olmuyor. Beni kötü bir duygudan iyiye çevirirken yaptığım eser de çirkin olmuyor. Atölyedeki hayatımı düşündüğüm zaman kızgın anlarımda yaptığım eserleri daha sonra görünce o anı hatırlayıp gülümsüyorum. Ben ara ara toprak dışında hayvan kemikleri, metaller gibi başka malzemeler de kullanıyorum. Ama diğerleri genelde toprakla çalışıyor. Azize ve Azimenin heykel dışında başka tablo çalışmaları da oluyor diye konuştu.
SEN Mİ HEYKEL, HEYKEL Mİ SEN?
Seramik Sanatçısı Ön, üretme ve yaratma sürecinde nasıl bir ruha hali içine girdiklerini ise şöyle aktardı: Söz büyü derler ama şekil de büyüdür. Bir insanın o anlık duygusunu heykele sabitliyorsun. O duygu sonsuza dek o eserde kalıyor. Gören herkese de geçiyor. Bir heykelin yapımı günler sürüyor. Kil yumuşak bir malzeme. Heykeli yaparken birçok ruh hali içine giriyorsun, gülüyorsun, gözyaşı döküyorsun gibi. Bu yapım sürecinde sen mi heykel, heykel mi sen karışabiliyor. Örneğin bir keresinde eşim Azize heykel yaparken dudağına dokunmuştum. O Yapma, bozacaksın dedi. Heykeli yaparken onunla o kadar bütünleşmişti ki kendisine dokunmamı heykele dokunuyormuşum gibi algılamıştı. O yüzden de tepki göstermişti. Çünkü gün boyunca yüz yüze heykelle ve artık ikisi aynı şey gibi oluyor. Transa geçiyor resmen. Sanatçı ile heykel eserin bittiğine beraber karar veriyor. Ondan sonra artık ona başka bir şey eklenemiyor. Sanatçının ruhu da onun içinde oluyor. Yaptığımız dekoratif ürünlere de bakıyorum. Belki heykeller kadar yoğun emek isteyen işler değil ama bir şekilde cazip geliyor insanlara. Çünkü doğru duygu doğru şekilde ona yerleştirilmiş demektir. Bazıları Sizinkiler çok farklı, daha sıcak diyor. Bu yüzden atölye olarak istemediğimiz zaman üretmeyiz. İstemeden üretilen ürünler, madde olarak orada var olabilirler fakat ruhları yoktur. Sanatçı öyle zamanlarda sadece şekil üretebilir, duygu üretemez. Seramikleri fırından çıkarttığımızda bakıyorum bizim parçamız ve canımızın yongası. Parmaklarımız uzuyor ve dünyaya dağılıyor gibi oluyor. Yaptığım seramikleri gerçekten seviyorum ve o duygu ürünlerimizi cazip kılıyor. Toprak Çocuklarını Toprak Çocukları yapan bu diye düşünüyorum.
Haber Merkezi