- Kültür-Sanat
- 11.05.2025 14:53
Sanatçı Burçak Güner Gölgeli’nin ‘Gauguin Hiç Gelmeyecek’ sergisi 14 – 28 Eylül arasında tüm sanatseverlere sunuldu. Gölgeli sergiye ilişkin, “Tüm paryalar bizi anlatır. Ne olması gerektiği değil, ne olmamamız üstüne bir çağrıdır” dedi
SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER
Burçak Güner Gölgeli, “Bugünden yarını daha iyiye taşımanın en masum yoludur sanat” diyen bir ressam. Görünenin ardındakini deşmek adına kendine sorular türeten, iyi bir dünya için üreten bir sanatçı. “Resim emlak işi değildir. Resimden para falan kazanamazsınız. Bu bir sevgi işidir” ifadelerini kullanan sanatçı, Çetin Emeç Sanat Galerisi’nde, kimsesizlere ithafen açtığı sergiyle sahip olduğu bu düşünceleri daha da pekiştiriyor. Paris’te gerçekleştirdiği karma sergi ile uluslararası sanat çevrelerinin de dikkatini çeken sanatçı Gölgeli, resim sanatına ve sanatın yaşadığı toplumsal sorunlara yer veriyor.
Eğitim fakültesi mezunu olmasına karşın öğretmenlik yapmayan ve kendini renklerin büyülü dünyasına bırakan Burçak Güner Gölgeli, kendisini tanıtırken Aziz Nesin örneği verdi. Gölgeli şöyle konuştu: “Sanırım en zorlandığım sorulardan biri. Aklıma Aziz Nesin’in soy ismini alma hikayesini getiriyor. ‘Nesin sen?’ Çok kıskandığım bir soy isimdir. Her gün kendimi kendime tanımlamaya çalışıyorum. Cezanne der ki, ‘Resim bir meslek değil yazgıdır. Bu işin bir emekliliği olmaz.’ Ben belki sadece basit bir ressamımdır. En değerli statükom bu aslında. Bundan sonrası benimle ilgili değil. O, birilerinin sizlere dayatarak yapıştırdığı şeylerdir.”
“HAYIR, AİT DEĞİLİZ”
Birden çok kimliğe sahip olduğumuzu söyleyen sanatçı Gölgeli, aidiyet duygusuna da vurgu yaparak, “Sanıyoruz ki biz aidiz. Hayır, ait değiliz. Öyle bir yüzyıldayız ki kimlik olarak birden fazlayız. Evde eş, iş yerinde müdür, maçta taraftar… Farklı alanlardan kendinizi ifade etme durumundasınız. Bir tarafıyla belki muhafazakarsınız, dindarsınız, bir tarafınızla belki sosyal demokratsınız, bir tarafınızla da aslında farkında olmadan liberal yaşıyorsunuz. O yüzden bence insanlar birbirlerine bu kadar yüklenmemeli. Tek bir tanım üzerinden gidemeyiz. ‘Siz kimsiniz, burası neresi, ne olacak bu işin sonu?’ falanlar sağlıklı değil. Bilmemiz gereken tek şey dünya bizim evimiz. Ekolojik anlamda onu korumalıyız. Artık şu egomuzu, kibrimizi bir tarafa bırakıp evimizi biraz daha sahiplenmeliyiz. Zira dünya bizsiz de yaşayabilir. Bu kötülüklerle bizler sadece kendimizi yok edeceğiz” dedi.
“PARYALAR BİZİ ANLATIR”
Sorunlara çözüm olmak mümkün iken, her soruna bir yenisinin eklendiğini, insanların ne kendisine ne de bir başka canlıya yaşam hakkı tanımadığını söyleyen Gölgeli, “Bugün bir ressam olarak önceliğimi tamamen estetik bir soruna bırakamamanın çaresizliğini yaşıyorum” dedi. İnsanın kendinden başka hiçbir canlıya tahammül edemediğini, sokaktaki canlıları aşağılayıp hor gördüğünü anlatan Gölgeli, “Paryalar kelimesini biraz olsun inceler, anlamına bakarsanız, seriye bu ismi vermekte zorlanmadığımı göreceksiniz. Dünyanın en eski sorunlarından biri olan paryalar, bu serinin ruhunu oluşturuyor. Biz kolektif bilincimizle başka bir türü, örneğin köpekleri, maddi çıkar için dövüştürüyoruz. Yalnız ve boğucu gri evlerimizde süslü biblolar gibi besliyoruz. Canımız sıkılınca sokağa terk ediyoruz. Sokakta kendi çöplüğümüzü görmeksizin, bu canlıları sorumlu sayıp, doğası gereği oluşan her türlü biçiminden rahatsız oluyoruz. Genetiği ile oynuyor, kendi hatamızı kabullenmeksizin öteliyoruz. Irklar arası kıyaslamalar yapıyoruz. Benim için bir Alman kurdu ya da golden paryadır. Tüm paryalar bizi anlatır. Ne olması gerektiği değil, ne olmamamız üstüne bir çağrıdır” diye konuştu.
“EMLAK İŞİ DEĞİLDİR”
İnsanlardan soğuduğu bir dönemde köpekleri incelemeye başladığını kaydeden Gölgeli, “İnsanların hayvanlar üzerindeki o müdahale hakkının hadsizliği beni Çetin Emeç’e getirdi. Bina oldukça hoşuma gidiyor. Müthiş bir tarihe sahip. Ve bu masumane tarih beni fazlaca etkiliyor” dedi. “Gauguin yani Batı hiçbir zaman gelmeyecek” diyerek sözlerini sürdüren Gölgeli, “Ama gözünü seveyim Doğu’ya da dönme. Çünkü o da gelemeyecek. Gel kendi içinde beslen, kendini üret. Temel sıkıntı bu. Bu yüzden sergi çok değerliydi. Ben zaten buraya çoğu kişinin gelmeyeceğini biliyordum. Çünkü bina spesifik. Çetin Emeç’i bilmeyen sanat camiası var. Düşünebiliyor musunuz? Gayet tarihi bir bina ayağımızın altında. Ancak burayı belediyenin bir binası olarak tanımlıyorlar. Büyük bir bellek sorunumuz var. Fakat dediğim gibi, insanların gelmeyeceğini biliyordum. Zaten emlak işi değildir resim. Resimden para falan kazanamazsın. Bu bir sevgi işidir. Ekmek kazanılacak bir alan ya da viskilerimizi elimize alıp şölen havasında geçireceğimiz bir etkinlik yeri değildir” cümlelerine dikkati çekti.
ÖLÜ SEVİCİ…
‘Ölü sevici’ kavramını ele alan Gölgeli, tekrardan Gauguin’den söz açarak şöyle devam etti: “Bizler mutluluğu paylaşan insanlar değiliz. Bizler her zaman dostlarımızla dahi tragedyayı paylaşmayı seviyoruz. O yüzden de yalnızlaşıyoruz. İşte o an Batı sana dönüp, senin o fikirsel alanına hücum ediyor. Ötekileştirme, yabancılaşmak, kent gibi kavramları ortaya çıkarıyor. Hangi kent? İstanbul, İzmir, Ankara büyük köyler aslında. Biz hiçbir zaman kent kültürü yaşayamadık ki. Aynı zamanda komşuluk olgusunu da yitirdik. Ve beraberinde dostluğu, birbirimize teması, dokunmayı, mahallenin kızını korumayı… Bir tarafımız bunları unuttu. Unutmadığımız taraflara ise ‘Varoş’ dedik. Varoş değiliz ki biz. Bizler köy yaşamını devam ettiriyoruz halen. Benim mahallemde ‘askıda ekmek’ kültürü yıllardır var. Ben de gider alır, evime götürürüm. Şimdilerde ise sosyal medyada ‘sanki yeni başlamış bir şey’ gibi pek yaygın. Bu değerler vardı zaten. Bilmeyenler, yaşamayanlar şu an öğreniyor ve şaşırıyor. Fakat benim mahallemde son dönemlerde tuhaflaştı. Ev kiraları arttı, araçlar kaldırımlara kadar çıktı, yürüyecek alan yok. Çılgın amcalar, teyzeler… Peki, nedir bu Batı dayatması. Zorla empoze edilmeye çalışılan (ötekileştirme, yabancılaşma) kavramlar var. Aslında bunun toplamıdır, ‘Gauguin Hiç Gelmeyecek’. Çünkü Gauguin Batı’lı bir isimdir. Bizim toplum bırakın Gauguin’i Zeki Faik İzer’i tanımaz, aynı şekilde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu, İlhan Koman’ı bilmez. Bunlar bizler için müthiş sanatçılar. Ve o yüzden diyorum ki Gauguin Hiç Gelmeyecek.”
KİMSESİZLERE İTHAFEN…
Kendi sergisinin ilginç bir seyircisi olduğunu aktaran sanatçı, “Sokağa girdiğim gün resimleri araçtan indiriyordum. Kağıt toplayan ve her halinden sokakta yaşadığı tahmin edilen bir kadın başımda dikildi, tüm resimlere tek tek baktı. Benim gerçek seyircim o işte. Bu bina da değil. Benim sergim kimsesizlere ithafen yaptığım bir sergidir. Ki davet etmeme rağmen yaşlı kadın o akşam açılışa gelmedi. Belli ki temiz bir gömlek bulamadığı için o tertemiz kalbi getiremedi. Mahallede kimse doğru düzgün adımı bilmez. Ressam derler bana. Adımı dahi bilmeyen o insanlar, balkonundan ne çizdiğimi inceleyen kişiler benim seyircim. Bu bile yeter. Ve bu insanların ellerinde olmayan bir nedenle yok olup gitmesi beni çok korkutuyor” şeklinde konuştu.
ATTİLA İLHAN VE AYDIN
İmitasyon eserlerin varlığına işaret eden ve Attila İlhan’ın ‘Aydın’ tanımını hatırlatan Gölgeli, “Bugün alkış tutuyorlar Mark Rothko’ya. Bence büyük bir sanatçı Rothko ama ortalıkta bir sürü de imitasyonu var. Kardeşim sen Türkiye’de Rothko’yu taklit edemezsin. Sen, ‘Bizim altın çağımızdı. Çünkü bizler resim yaptığımızı söylemeye utanırdık. Akşam eve döndüğümüzde kendimiz için çizim yapardık, mahalleden birkaç arkadaş birbirlerini tanırdı, resim yapıyordu diye birbirlerine gidip bakardı. Galericiler yoktu. Endüstrisi yoktu. Alışverişler yoktu’ diyen kişiyi taklit edemezsin. Elbette Rothko o büyük yapıları, titreşimli alanları çok daha ruhani yapıyor. Ama bugün herkes sanıyor ki yalap şalap birkaç boyayla Rothko taklit edilebilir. Ancak iyi paralarla besleniyor bu arkadaşlar. Yapmayın! Hayata karışın, gerçek ve sadece size ait eserler üretin. Üreten sanatçı olmadığı kadar aydın da yok toplumumuzda. Attila İlhan’ın ‘aydın’ olmakla alakalı şöyle güzel bir lafı var: ‘Aslında o salon insanının ağzını alıp halka anlatabilen, halkın o her seferinde dile getirdiği küfrü alıp salon insanına taşıyabilen köprüdür aydın.’ Ne yazık ki düşünen adam olmadığı için aydın da yok. Asıl sıkıntıda bu. Mesele oradaki köprü meselesi. Kim şimdi elini taşın altına koyacak” sözlerine dikkati çekti.
NEFES ALDIKÇA ÇALIŞABİLMEK
Önümüzdeki günlerde açmayı planladığı ‘Küpürler’ sergisine ve hayata geçirmeyi hedeflediği daha birçok çalışmasına ilişkin ipuçları veren Gölgeli, “Bob Marley der ki, ‘Kötüler çalışıyor. Bizler de çalışacağız.’ Nefes aldıkça çalışmak, üretmek lazım. Çünkü kötüler hiç durmadan çalışıyor. Bizim tek sıkıntımız kolektif olamamak. Onların ise en büyük gücü kolektif olabilmek” diyerek toplum olarak üretmenin önemine değindi.
SEVMEKLE BAŞLAYACAK HER ŞEY
Nazım Hikmet’in bir mısrasıyla sözlerine devam eden Gölgeli, “Her şeyden önce daha güzel bir konu var. Aşk mesela. Yalan değil, insan aşık olabilmeli. Sosyal medyadan birilerini beğenmek değil anlatmak istediğim. Kafamızı kaldırıp çevreye bakmakla ve hissetmekle alakalı. Diyor ya Nazım Hikmet, ‘Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey…’ diye. Öyle olsun o zaman” dedi. Gölgeli, açmış olduğu sergiye ilişkin, “Bir süredir yaşanan bir yalnızlığın, sürekli üretildiği bir pazara, bilinçli bir sırt çeviriş! Verilebilecek bir şeyin kalmadığı, görünmezlerin diyarı… Artık kimseye yerli Van Gogh imajı satmayın diyedir… Kimsesizlere sevgilerimle…” diyerek sözlerini sonlandırdı.
KOLEKTİF BİR BİLİNÇ
Birçok karma sergide yer alan sanatçı, sanatın kolektif bilinç oluşturma çabasından söz açarak şu açıklamalarda bulundu: “İnsan iyi ya da kötü yaşamının toplamında, öğrenmeyle ve algılamayla uğraşır. Ancak birikimi pratik eğilimleriyle sonuçlanır. Yaşamın her noktasında geriye dönüp baktıkça, somut gelişimini, ilerlemesini tanımlayabilir. İnsan kolektif bilinçle gelen, bir yığın sorunun cevabını gözden geçirmelidir. Bir yığın sorunun içinden, kendi kapasitesine uygun soruların, cevaplarını vermeye çalışır. Form algısında, sürekli bir anlam sorununu, beraberinde getirir. Tuval başında az ya da çok bu birikimin, yeni biçemleri tartışmaya açılır. Bugünden yarını, daha iyiye taşımanın en masum eylemidir, sanat… Tuvali yeniden işlevsel ve ihtiyaç haline getirmenin, kavgasıdır. Teknik imkanların, yeniden kavramak ( olanaklar dahilin de ) ve sunmak için, kendi kendini göreve çağırır. Bir tür bağımsızlık mücadelesidir. Eski ya da kabul görmüş tanımların içinde, isim koymak lüzumsa; Ekspresyonist ( dışa vurum) ekolün içinden beslendiğimi, konuşmaya çalıştığımı, söylemek mümkün. Bu diğer anlatım olanaklarını reddettiğim anlamını taşımaz. Bugün sokak köpeklerini, konumun merkezine koymuş olmam, diğer soruları ve cevapları, dışında bıraktığım anlamını taşımaz. Sanat, kolektif bir bilinç oluşturma çabasıdır. Emek veren herkesi yardıma çağırır.”