Yazarlık; bir iç çekiş, içini dökmek

Yazar, Psikoloji Danışmanlığı yapıyor, çok yönlü bir kişilik; Haydar Ersöz 8 kitaba imza attı. Ersöz, yakın zamanda tamamlanan yeni kitabının kısa sürede yayınlanacağının müjdesini verdi


  • Oluşturulma Tarihi : 25.02.2020 07:30
  • Güncelleme Tarihi : 25.02.2020 07:30
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Yazarlık; bir iç çekiş, içini dökmek haberinin görseli

ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ
Çok yönlü bir yazar olan Haydar Ersöz ile sohbet ettik. Kendi hikayesini ondan dinledik. Ersöz bugüne kadar 8 kitaba imza attı. Kısa bir aradan sonra yeni kitabı da raflarda yerini alacak. Dediğine göre kitap yayınlanmaya hazır aşamada. Buradan okurlarına duyuralım. Yeni kitabının içeriği hakkında kısaca söz eden Ersöz, “Tarihten, kültürden bildiğimiz 40’ları irdeliyoruz. Spiritüel köklerini, tarihsel köklerini, sosyolojik köklerini. Dilimizdeki köklerini. Ülkenin düşün ve inanç tarihinde yeni bir sayfa olacak ‘40’lar’ diye konuştu.
Sizi kısaca tanıyalım…
59 yaşındayım. Okumayı ve yazmayı severim. Mizahtan çok hoşlanırım. Meslek olarak kendime Psikoloji Danışmanlığını seçtim. Branşım aile dizilimi. Çorumluyum. Şifacılık uğraş alanım. Bir kız evladım var.
YAZDIKÇA YAZASIM GELDİ
Yazıyla olan hikayeniz nasıl başladı ve devamın neler oldu?
Yazı yazmayı bilmezdim. Hayatımda mektup bile yazmamıştım. Lisede edebiyattan sınıfta kalmıştım. Edebiyatı da sevmezdim, halen de boş lakırdıları pek sevmem. Boş görünse bile bir yazının içinde bir cevvaliyet olmalı, bir mizah, ironi, felsefe, düşündüren, güldüren, kızdıran, bir şey olmalı her sözde, cümlede… Gençliğimizde devrimci olmuştuk. O zaman Hip hop, metal falan yoktu, ya ülkücü olacaktık ya devrimci. Biz köyden göçmüştük. Köylü Türkmen, şehrin kenar çeperinde yaşayan… İlkokuldaki sınıf arkadaşlarımın çoğu şehirliydi, bize göre daha farklıydılar, daha bakımlı, konuşmaları daha düzgün, her şeyleri daha yerleşikti. Hatta çoğu kumral, sarışın olanları bile vardı. Biz kara kuru, yamuk yumuk oğlancıklardık. Şehirli arkadaşlarımın çoğu sünniydi, Türkçüydü, ülkücü oldular. Biz köylü çocukları aleviydik solcu olduk, niye solcu olduk halen tam bilemiyorum. Abim İstanbul’a üniversiteye gitmişti ve orda solcu olmuştu, benim idolüm de abimdi, onun gibi olmak istedim galiba. Liseyi bitirince ailem beni Almanya’ya ablamın yanına gönderdi, burada kalırsa başına bir şey gelecek diye çekinceleri vardı. Hem orada okusun adam olsun istediler. Ama ben okumadım, adam da olmadım solculuğa devam ettim, yazar oldum. Okula gitmek vakit kaybıydı, biran önce devrim yapmamız gerekiyordu. Biz devrim için acele ettikçe halkımız ağırdan alıyordu. Sanki bize inat devrimi uzatıyorlardı. Halen yapmadılar. Biz o kadar kararlı ve inançlı devrimciyken devrimci arkadaşlar bizi örgütten attılar. Gerekçeleri de çok komikti. Ben mizahı ve hayatı seven biriyim. Bir bahar günü yoldaş hanımları bir toplantıya götürürken “hava güzel, araba güzel, rüzgar güzel, türkü güzel, yoldaşlar güzel” diye bir söz söylemiştim, gerçekten her şey çok güzeldi ve coşkuluydum. Yoldaşlarımı da çok seviyordum. Yoldaşlara güzel dediğim için, gayri ahlaki bir davranış diye beni örgütten attılar. Çok ağrıma gitti. Uzun süre kendime gelemedim. Sosyalizmi yeniden incelemeye başladım, nerde hata yapıyoruz diye. İşte o zaman yazmaya başladım. İlk kitabım “Mülkiyet, Devlet, Parti. Nasıl Bir Sosyalizm” adıyla yayımlandı. İyi ki örgütten atmışlar diye sonra sevindim, yoksa biz kendimiz ayrılmazdık, sadıklık bizim dokumuza işlemiş. Yazdıkça yazasım geldi, meğer potansiyel varmış.

Kitaplarınızda ağırlıklı olarak ne türde yazıyorsunuz, ne tür konuları işliyorsunuz?
İkinci kitabım romandı. Örgütten atılış hikayemi yazmıştım. İçimi dökmüştüm. 500 sayfadan fazlaydı. Yıllarca yanımda taşıdım. Emin olamadım. Sonra yırtıp attım. Benim çok şahsi hikayem, kime neydi? Biraz daha içi dolu olmalıydı. Sonraki yıllar yeni baştan kendimi arama yılları oldu. Kimim, ne’yim, neredeyim? Niye yaşıyorum? Bu dünyada işim ne? Hayatın manası ne? Sosyalizmin manası ne, insan ne, nasıl bir varlık, diğer canlılardan farkı ne? Devrim ne, siyaset ne, ideoloji ne? Binlerce soru. Sorular sordukça çoğalır. Her soruya binlerce cevap her cevaba binlerce yeni soru doğar. 90’lı yıllarda Almanya’da, sonsuz sorulara cevap ararken 3 kitap daha çıktı; “Olimpos Tanrılarının İntiharı”, “Gözlerin Hikayesi” ve “Işık Dağı”. İkisi roman, “Olimpos...” ise 400 sayfalık babaya mektup. Bir Edebiyat Profesörü onun için de roman dedi, hem de eşi benzeri olmayan, edebiyat alanında yepyeni bir tarz dedi. Bilmiyordum. Profesör değilim. Profesörden daha iyi bilemem. 1999 yılında kızım dünyaya geldi. Onun gelişi benim hayatımı tamamen ters yüz etti, beni kendime getirdi. Ben de onun doğumunu yazdım, “Karnımdaki Ayak Sesleri” kara mizah roman. Fakat piyasada yok. Bir sefer dağıtıldı, İzmir’de çok satan olmuş. Yayınevi arkadaşımızdı, ikinci dağıtımı beceremedi, kitap heder oldu. Ben de uzun süre yazmadım. 15 yıl… O süre içinde çocuk büyüttüm. Baba oldum. Baba olmayı öğrendim. Baba olmak çok güzel bir şey. Kızım bana baba olmayı öğretti. Benim en büyük Hocam. Kızımla beraber ben de yeniden okula başladım, üniversite, psikoterapi eğitimi, yaptım.
HEPSİ BİRER SEMBOL
Bugüne kadar kaç kitap yazdınız, içerikleri hakkında kısaca bilgilendirmede bulunur musunuz?
8 adet yayımlanmış kitabımız bulunuyor. 3’ü roman. 4. mektup roman. “Nasıl Bir Sosyalizm”, politik-ideolojik bir tartışma kitabı. Lenin’i ve onun devrimini, onun kişiliğini ve devrimdeki, tarihteki rolünü tartışıyoruz. 2015’te “Yağmurun Ülkesine Yolculuk” adlı kitabımızı yazdık. Kişisel gelişim kitabı dedik ama bildiğimiz bir tarz değil. Bir farkındalık kitabı. Yaşarken görmediğimiz, duymadığımız, tadını almadan geçip gittiğimiz söylerken anlamını bilmediğimiz hayatın ince detaylarını, anlarını fark etmeyi yazdık. Hayatı es geçmeden, her anın bir özelliği, önemi olduğunu paylaştık. Sonra “Aşka Düşen Pervaneler” geldi. Aşkı tartıştık. Bir alevi dedesi, İstanbul’dan köye gelen gençlerle sohbet ediyor, aşk üzerinden hayatı konuşuyor, birlikte söyleşiyorlar, muhabbet ediyorlar. “Olimpos...” ve “Gözlerin Hikayesi” Almanya’yı anlatan romanlar. Roman ama sadece aşk, macera, kan ve intikam olan heyecanlı serüven değil… İçinde aşk olan ve çok sorulara yanıt arayan birer felsefe çalışması. Felsefe yetmiyor, işin içine antropoloji, sosyoloji, psikoloji, tarih ve filoloji de giriyor. Dünya’yı egemenliği altına alan Batı kültürünü, doğu -batı kavramlarını irdeliyor ve alıştığımız klişe öğretileri yıkıyor. Bilmediğimiz, düşünmediğimiz yepyeni perspektifler açıyoruz. Nasıl Bir Sosyalizm’de adı üstünde sosyalizmin nasıl olması gerektiğini tartışıyor. Bu aynı zamanda nasıl olmaması gerektiği demek. Mülkiyet, devlet ve parti ilişkisinin irdelendiği bir çalışma, ilk çalışmamız, en acemi dönemde yazdıklarımız. “Işık Dağı” ise bir dram. Olaylar var, insanlar var, isimleri yok. Çünkü hepsi birer sembol, derin bir toplumsal hesaplaşma romanı. Devlet olduğunu zanneden beyaz Türklerle devletin tacizine uğrayan kızıl Türklerin acıklı hikayesini anlatıyor. En son yayınlanmış kitabım; Şeyh Bedreddin Simaveni. Kitabın asıl yazarı Bezmi Nusret Kaygusuz, 1957 yılında yazmış, Giritli bir Bektaşi. Ama dili o kadar Osmanlıca ki, okuyup anlamak çok zor hatta imkansızdı. Onu sadeleştirip Türkçe yeniden yazdık. Resmen yeniden yazdık. Uzunca bir Önsöz ile Bedreddin’in kendine ait olan bir resim ile La Kitap Yayınları’ndan yayımladık. Yepyeni bir Bedreddin doğdu. Bildiğimiz Bedreddin’den farklı, çok daha derin ve sağlam bir şahsiyet. Onun kişiliğinde ve fikirlerinde ülkenin hayatında yeni bir dönem açılacak kuşkum yok.

Sizin sözlerinizle yazar olarak Türkiye’de var olmak….
Yazar olmak her yerde aynı fark etmiyor. . Yazarlık bir iç çekiş ve içini dökmek. Kusmak. Yazar, yazdığı zaman yazar rahatlar. Ama onun kustukları bazılarına şifa, bazılarınaysa kötü gelir. Yazar olarak meşhur olmak, zengin olmak zordur. Ama yazar olunca ölmek kolaylaşır. Yazar, başkaları için yazarsa piyasa yazarı olur, belki çok satar, para da kazanır. Fakat gerçekten soran yazar, çok sıkıntı çeker, önce en yakın çevresi dışlar, yalnız kalır. Herkesin kara dediğine yazar yeşil der, ak dediğine sarı der. Yazar herkesle ters düşer. Yalnızlık yazarlığın olmazsa olmazıdır. İyidir. Gerçek bir yazar bir partiye, tarikata, sermaye grubuna sırtını dayamaz, bir ideolojiye gömülüp kalmaz. Öyle olunca yazara bu dünyada yer yoktur. Ülkemizde de, Almanya’da da. Olimpos... kitabımızı Almanca da yazmıştık, yayınlayacak yayınevi olmadı. Oysa Alman kültürünü, toplum yapısını irdeliyordu. Yeni yeni Almanya o konuları konuşmaya başlıyor. Ama halen çok uzaklar.
KİTAP FUARLARI TÜRK LOKUMU
Kitap fuarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kitap fuarları Türk lokumu. Fuarcılıkla alakası yok. Eskiden köylere çerçi gelirdi. Kitap fuarı da şehirlere gelen çerçiler… Çocukları okuldan toplayıp getiriyorlar, sizi gezmeye götürüyoruz diye, oysa yeni ders kitapları aldırıyorlar, çocukları kandırıyorlar. Bizi de okuyucuyla buluşacaksınız diye getiriyorlar, ilkokul çocuklarıyla karşılaştırıyorlar, bizi de kandırıyorlar. Hani çocukları hayvanat bahçesine götürürler, bak bu maymun, bu deve, bu papağan diye gösterirler ya, biz de kafes gibi bir stantta oturuyoruz, bize el sallayan çocuklara gülücük veriyoruz. Ama onlar bize ne muz veriyorlar ne fındık atıyorlar. Ha bazen okuyucu da geliyor. Onlarla tanışmak da güzel bir duygu.
Yakın bir zamanda sizden yeni bir kitap görecek miyiz?
Evet. 40’lar. Kitabımız yayına hazır. Tarihten, kültürden bildiğimiz 40’ları irdeliyoruz. Spiritüel köklerini, tarihsel köklerini, sosyolojik köklerini. Dilimizdeki köklerini. Ülkenin düşün ve inanç tarihinde yeni bir sayfa olacak “40’lar”. Gene çok kişiyi kızdıracağız ama ne yapalım. İşimiz put yıkmak, klişelerin ışıklarını söndürmek. Gerçeği en derin gömüldüğü yerden bulup çıkartmak gerekiyor, kayıp define orda. Çok güzel şeyler olacak.

KENDİMİ İZMİR’E AİT HİSSEDİYORUM
İzmir Tüyap’a hiç katıldınız mı?
İzmir’i bilirim. 2003-8 yılları arasında 5 yıl İzmir’de yaşadım. 5 yıl içinde yüzlerce kişiyle Aile Dizimi, koaching, şifacılık, spiritüelizm çalışmaları yaptık. İzmir’de sevdiklerimiz çoktur, bizi seven de çoktur. İzmir’de yazarlık bile yaptık, kitaplarımızla ilgili değil ama psikolojiyle ilgili… İzmir Live Dergisi patronu bir gazete çıkartmıştı, İzmir’de 7 Gün adıyla. Haftalık bir gazeteydi. Orada “Ruh Halleri” diye bir köşemiz vardı, 6 ay kadar, gazete batıncaya kadar yazdık. Fuara gelenlerin içinden eski tanıdıklar çıkıyor. 2 senedir katılıyorum, her seferinde eski tanıdıklardan birileri geliyor, sarılıyoruz, çok güzel oluyor. İzmir çok güzel. İnsanı da çok güzel. Ben kendimi en çok İzmir’e ait hissediyorum. Türkiye de bir gün İzmirli olacak, eminim.