- Kültür-Sanat
- 20.04.2025 11:02
Sınıf öğretmeni Fatih Göklerin kaleme aldığı Yüz Yıllık Suskunluk kitabı okuyucuları ile buluştu. Kitapta, savaş, cinayet, aşk gibi konulara yer verilirken İzmir Saat Kulesinin bilinmeyen yönleri de gün ışığına çıkarılıyor
NİLGÜN TAZE
İzmir Saat Kulesinin hikayesini kendi dilinden dinlemek isteyenler için harika bir fırsat olan Yüz Yıllık Suskunluk kitabı okuyucuları ile buluşmaya hazır. Öğretmenlik yapan Fatih Göklerin uzun incelemeler sonucu oluşturduğu kitapta birbirinden güzel kurgulara da yer verilmiş.
Kitap okumaya ve yazmaya küçük yaşlardan itibaren başladığını belirten Yüz Yıllık Suskunluk kitabının yazarı Fatih Gökler, İzmir Saat Kulesinin hikayesinin Sırbistan, Yugoslavya ve Bosnayı anlatan bir belgeseli izledikten sonra doğduğunu belirtti. Nobel ödüllü Ivo Andriçin yazdığı Drina Köprüsü kitabı okuduktan sonra İzmir Saat Kulesi etrafında yaşanan olayları kurgulamaya başladığını söyleyen Gökler, Tarihi eserlerimizi anlatan kitaplarımız çok fazla. Eksiğimiz ise tarihimizi o eserin ağzından anlatan kitapların olmaması. Kitaplarda hep dönem, padişah ve vezirlerin hayat hikayeleri anlatılıyor. Bir mimari eser üzerinden anlatım yapılamaz mı? sorusuyla yola çıkarak İzmirin gözde tarihi eserlerinden olan Saat Kulesinin tanıklıklarını kendi dilinden anlatmaya karar verdim. İlk olarak Ayasofyayı düşündüm ancak İzmir-İstanbul arasında sık sık gidip gelmem gerekeceği için kendi şehrimde çalışmaya karar verdim dedi.
SAAT KULESİ VE ANILARI
İzmir Saat Kulesinin sürekli çevresinde dolaşılmasına rağmen insanların hakkında pek bir şey bilmediğini vurgulayan Gökler, araştırma yaptıkça birçok bilinmeyenin açığa çıktığını ifade ederek, Özellikle önemli toplumsal olaylar üzerinde durdum. 1974 yılında olan depremde çan kulesinin yıkıldığını ve tamiratının iki yıl sürdüğünü hiç duymamıştım mesela. Arkasındaki hükümet konağının 1870 yılında komple yandığını ve aslına uygun olarak yapılmasının on yıl sürdüğünü de bilmiyordum. Saat Kulesi bu yangına şahitlik yaparak yangının heyecanını yaşamış. 1970li yıllarda yaşanan siyasi olaylarda mutlaka cinayetlerin işlenebileceğini düşünerek bazı kurgulamalar oluşturdum. 2011de İhsan Alyanak isimli vapurun kaza yaptığını fotoğraflamıştım. Saat Kulesinin bu kazaya yaptığı tanıklığı da ye verdim açıklamasını yaptı.
BİLİNMEYEN GERÇEKLER
Osmanlı ve Abdülhamit tuğralarının yer aldığı kulenin 1927de çıkan bir kanunla üzerindeki tüm tuğraların silindiğini ve yerine motifler işlendiğini anlatan Gökler, kule ile ilgili birçok bilinmeyenin gün yüzüne çıktığını ifade etti. Gökler, İskender Pala, Babilde Ölüm İstanbulda Aşk isimli kitabında Leyla ile Mecnunun elde ele dolaşan kitabını konuşturuyordu. Orhan Pamukun Benim Adım Kırmızıda ise duvardaki posterden, sokakta gezen köpeğe kadar her şey konuşuyordu. 400 yıllık Drina Köprüsü anlatılırken 3. şahıs olan yazarın 400 yıl yaşaması mümkün değildir. Bu nedenle kulenin hikayesini yaşlı insanlardan dinlemem gerekiyordu. İlk etapta kendi çevremdeki büyüklerle konuştum ardından yaşlı sahaflarla. Onlardan çok eski fotoğraflar edindim ifadelerini kullandı.
SAAT MEKANİZMASI
Kemeraltında çalışan bir saatçinin 6 günde bir Saat Kulesinin içine girerek gerekli bakım ve ayarlamalarını yaptığını açıklayan Gökler şöyle konuştu: Babadan oğula saatçilik yapan bu dedemiz saatin makinazması ile ilgili her şeyi anlatabileceğini ancak dışı ile hiç ilgilenmediğini söyledi. Çok dil döktüm Sizin söyleyeceğiniz bir cümle benim bir konu oluşturmama neden olabilir diye ancak nafile. Abdülhamitin tahta çıkışının 25. yıldönümü için yapılıyor kule. O dönemler Osmanlı ile Almanyanın arası baya sıcak olduğu için bu samimiyeti koruyabilmek için mekanizmayı o dönemin Alman kralına hediye ediyor.
BÜYÜK YANGIN
Kitabın içinde işgal, yangın, terör, deprem, cinayet gibi olayların yer aldığını ve minimalist bir tarihe yer verildiğini ifade eden Gökler, işgal sonrası çıkan büyük yangından da bahsedildiğini belirterek, 13 Eylül kurtuluşundan 4 gün sonra Basmanede yaşayan Ermeniler tarafından çıkarıldığına inanılan büyük yangının kimin tarafından çıkarıldığı hala belli değil. Kimi Ermenilerin yaktığını iddia ederken kimileride Rumların ve Türklerin yaktığını iddia ediyor. Türk ordusu geldiğinde Rumlar teslim olurken Ermeniler teslim olmuyor. Basmane kapısının bulunduğu yerden çıkan yangın önce Piere oradan da Konaka arka bölgeleriyle birlikte sıçrıyor. Tarihçilerin çoğu Ermenilerin Güzel İzmir bize yar olmadı Türklere de olmasın anlayışla çıkarıldığında hem fikir. Güzelyalı tarafından yangını izleyen Latife Hanıma Atatürk, Sizinde yanan mülkleriniz var mıydı? diye sorar. Latife Hanım, evet cevabını verince Atatürk yanan mülklerin telafi edileceğini söyler dedi.
İZMİR METROPOLİTİ HRİSOSTOMOS
Kitabın çok karamsar bir hale gelmemesi için İzmirin işgalinde Rumların Türklere yaptığı eziyetlere yer vermediğini açıklayan Gökler, İzmir Metropoliti Hrisostomosun feslileri öldürün çağrısıyla Başoturak Camisine kadar ne kadar fesli varsa öldürüldüğünü anlattı. Gökler, Savaş sırasında Türklere çok büyük eziyetler yapılır ancak üç yıl sonra işler tersine dönerek şehri tekrar Türkler alınca İzmir Metropoliti Hrisostomosun paçaları tutuşur. Kendisini kurtarabilmek amacıyla Atatürkle görüşmek ister ancak kabul edilmez. Hrisostomos son çare olarak İzmir valisi ile görüşür. Vali Nurettin Paşa makamına kabul eder ancak kaderinin Türk halkının inisiyatifine bağlı olduğunu söyleyerek onu kapıya gösterir. Hrisostomos dışarı çıkar çıkmaz halk tarafından linç edilir. Kitaptan yine çok fazla tarih anlatmış olmamak için işgal hikayelerini de çıkardım ifadelerini kullandı.
BİLİNMEYENLER ANLATILIYOR
Yüzyıllık Suskunluk kitabında anlatılmayan birçok bilinmeyenin 2. ve 3. kitaplarda yer alabileceğini söyleyen Gökler, kitapta kendisinin de bazı kurgular oluşturduğunu paylaşarak, sözlerini şu şekilde sürdürdü: Macera dolu bir define ve aşk hikayem var. İnsanların kaderleri onlar dünyaya gelmeden çok önce belirlenir. İzmirde doğanlar farklı bir hayat yaşarken, Parisde doğanlar çok daha farklı bir yaşam geçirirler. İzmirin sembolü Saat Kulesinin mimarı Raymond Charles Péré kuleyi Arap üslubu ile yapmış. Evli ve on çocuğu olan Perenin içinde olduğu bir aşk kurgusu yaptım. Pere mimarlık okurken Cezayirli bir kıza aşık olur. İşlerinin ters gitmesi nedeniyle babasının intihar etmesi üzerine Pere kıza daha çok bağlanır. Kız arkadaşının bir kaza sonucu ölmesinden sonra hayata küserek derbeder hale gelen Perenin yakın bir arkadaşı acısını unutması için Pereyi İzmire çağırır. Pere burada biraz öğretmenlik yaptıktan sonra Karşıyakada bir mimarlık bürosu açarak çizimler yapmaya başlar. Kızı yaşatmak için yaptığı her esere onun hatırasına uygun küçük çizimler yapan Pere, saat kulesine uygun bir çizim bulamaz. Aklına tüm saat kulesini aşkı Fatmaya adamak gelen Pere, kuleyi Arap usulüne göre yaparak kaybettiği sevgilisine adar.
OKUYUCUYA
Senden tek dileğim var ey okuyucu;
Duyduklarından rahatsız olacaksan,
Özel hayatımı hallaç pamuğu misali dinleyeceksen,
şimdiden bitirelim arkadaşlığımızı.
Yok benim anlattıklarımla yetinip, onlarla tatmin olacaksan buyur
Başlasın arkadaşlığımız hiç bitmemecesine.
Yüz yıllık suskunluğumu sana bozduğum için ne kadar özel bir kişi olduğunu düşün,
Rahat koltuğuna yerleş ve benim ağzımdan konuşan genç sırdaşıma kulak ver.
Dinle ki duyulsun artık sessiz çığlıklarım,
Dinle ki bitsin artık yüzyıllık suskunluğum
SAAT KULESİNİN DİLİNDEN
Bilmem kaç yıl geçti yapılışımın üzerinden, Dolap Vehbi bilmem kaç kere aynı numarayı tekrarladı yanı başımda fakat kader yazıcı tarafından benim için yazılanlar bitmemiş olacak ki şahit olduğum talihsizliklerin önü arkası kesilmedi. Bu sefer de 1968 kuşağının etkisiyle sokağa dökülen solcular ve onlara göz açtırmamaya çalışan sağcılar yüzünden büyük acılar yaşıyordu üzerinden vücut bulduğum güzelim ülke. Bir ülke düşünün ki ekonomisi 70 sente muhtaç, bir ülke düşünün ki tüp, gaz, yağ, sigara, ekmek bulmak büyük mesele. Uzun kuyruklar... Bir ülke düşünün ki halkı, özellikle gençleri sağ sol kavgasına düşmüş. Evet, haklısın: Ne yani gençler siyasetle uğraşmasın mı? dediğini duyuyorum. Tabi ki de uğraşsın tabi ki de devlet yönetimine ait görüşleri olsun fakat bu görüşleri ellerinde silah olmadan, özgür ve demokratik ortamlarda karşılıklı konuşabilsinler. Bir gün içerisinde ülke çapında onlarca kişi sağ sol davasına kurban gitmesin. Bir hiç uğruna gencecik insanlar heder olmasın. Ne yazık ki oldu. Hem de yıllarca. Peki, ne kazandı ülke; kin, nefret, gözyaşı ve kederden başka? Ha bir de yepyeni, taptaze, nur topu gibi darbe kazandı. Demokrasiye, insanlığa, ülkenin gelişmesine vurulmuş kocaman bir darbe. Gerçi bu darbeler, üzerinden vücut bulduğum ülkede o kadar kanıksanmış ve benimsenmiş ki her 10 yılda bir darbe olmazsa, halk: Ne oluyor, bu ülke nereye gidiyor? demeye başlıyor.