Sayfa Yükleniyor...
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Milliyetçi Hareket Partisi'nin en büyük proje olarak tam bağımsız Türkiye, güvenli, huzurlu ve barış içinde bir vatan vaat ettiğini söyledi.
Bahçeli, maden kazalarına dikkat çekerek şunları dedi: Madenlere neşter vurulması devamlı ertelenmiş, ilkel çalışma şartlarına ısrarla göz yumulmuştur. Ölümlü kazalara adeta davetiye çıkarılmıştır. İktidara nüfuz etmiş çıkar ittifakı madenlere sadece para kaynağı olarak bakmış; işçi güvenliğini, işçi sağlığını, insan haysiyetine yaraşır çalışma ortamlarını hep göz ardı etmiştir. Ekmeğini kazanmak için yerin yüzlerce metre altına inen işçilerimize zulüm ve kabus gibi şartlar reva görülmüştür. Bugünkü çağda ülkemizdeki çalışma ortamlarına hiçbir vatandaşımız layık değildir. Kaza ve kayıplar artık tahammül eşiklerini çoktan aşmıştır. Ermenekte 4 kardeşimizin cansız bedenine ulaşılmış olup, 14ü hala toprak altındadır. Hükümet, 12 yıllık süre zarfında, iş güvenliği ve çalışma hayatıyla ilgili yasal ve idari düzenlemeler yapmıştır. Bu çerçevede İş Kanunu da yenilenmiştir. Fakat yine de madenlerden kötü haber gelmesine, umutların toprak altında kalmasına mani olunamamıştır. AKP Hükümeti, uyarılara kulak tıkamış, sırf yandaşları kollayabilmek, madenleri eşe dosta peşkeş çekebilmek için yeni yeni kılıflar bulmuştur. Maden ruhsatlarının 2012 yılından itibaren Başbakanlık tarafından dağıtılması buna dair verilebilecek en somut örnektir.
Bize göre yasal düzenleme yapmak, eylem planları hazırlamak önemlidir, ama önce bunları sahada tatbik etmek ve her yönüyle uygulanmasını denetlemek daha önemlidir. Başbakan Davutoğlunun geçen hafta açıkladığı İş Güvenliği Eylem Paketi kağıt üstünde iyi niyetli gibi görünse de yeterli ve ikna edici değildir. Bu vesileyle Başbakan işçilerimizin ve işverenlerin bir zihniyet dönüşümü sürecine girmeleri gerektiğini söylemiş, ne var ki bunun nasıl olacağını dile getirememiştir.
EKONOMİ POLİTİKALARI ÇOKTAN ÇUVALLAMIŞTIR
Sosyal ve ekonomik meselelerin günden güne ağırlaştığını söyleyen Bahçeli, Zira AK Parti Hükümetinin ekonomi politikaları çoktan çuvallamıştır. Çiftçinin şikâyetçi olduğu, işçinin ölümle pençeleştiği, esnafın bitkin düştüğü, memur ve emeklinin kan kaybettiği bir ekonomik tablonun umut vermesi imkânsızdır. Türkiye ekonomisinin neresi istikrarlıdır? Parmakla gösterilen, gıptayla bakılan, borç veren, büyüyen, kalkınan ve istikrar adası olarak yutturulan ülke nerededir? Başbakan ve Hükümetinin istikrar takıntısı, güçlü Türkiye ezberi milletimizin gerçekleriyle örtüşmemektedir diye konuştu.
BİZ TÜRKİYE YANIYOR DİYORUZ, ERDOĞAN KÜBAYA CAMİ DİYOR
ABDnin keşfiyle ilgili kafa yorup internette dolaşan beşinci sınıf kulaktan dolma bilgilere itibar edenler, zaman bolluğundan canları sıkılıyorsa dizlerini kırıp işsizliğin, yoksulluğun millet varlığında açtığı dipsiz kuyuları keşfe çıkmalıdır diyen Bahçeli sözlerini şöyle sürdürdü:Kolombun keşfiyle ilgili polemik yapanlar, ekonomik teslimiyete, ekonomik kaosa, ekonomik alaboraya eğilmelidir. Amerika kıtasını alan almış, satan satmıştır; marifet fethin kim tarafından yapıldığını konuşmak değil, fethedilene kimin köle gibi bağlandığını itiraf edebilmek, bundan da utanç duymaktır. Dahası saraya kurulan, hazineye çöreklenen zihniyet, Kristof Kolombun hatıralarında Küba kıyılarında bir dağın tepesinde bir caminin varlığından bahsettiğini söylemiştir. 17-25 Aralık akımının lideri burada da durmamış, Kübalı kardeşleriyle konuşacaklarını, o dağın tepesine bugün bir caminin yakışacağını açıklamıştır.
Elbette cami Müslümanların manevi görkem ve güzelliği olarak yeryüzünün her tarafına yakışacaktır. Bundan gurur duyarız. Merakımız Erdoğanın, hangi açık ve kabahatini kapatmak için böylesi muhterem bir girişimi alet edeceğidir. Şayet konu ibadet ise, aziz Peygamberimiz kuralı koymuş ve; yeryüzü bana mescit kılındı buyurarak ibadetin mekanlar üstü olduğuna işaret etmiştir. Yine de, Kübaya tıpkı Çamlıcadakine benzer şekilde bir cami yapılmasını temenni ediyorum. Atatürk büstüne kucak açan Kübanın camiye itiraz etmeyeceğini samimiyetle ümit ediyorum. Erdoğan hayır yapmak istiyorsa, sevap kazanmak arayışında ise bankadaki milyar dolarlarından bir bölümünü kurulacak Küba Cami Yaptırma Derneğine bağışlamalı, hiç olmazsa dua almalıdır. Erdoğan her sıkıştığında cami, her zorlandığında başörtüsü, her dara düştüğünde imam hatip istismarından medet ummaktadır.
Çünkü Erdoğan için din ve mukaddesatımız siyasi hedefler için kullanılması mecburi vasıtalardır. Ne tuhaftır ki, Biz Türkiye yanıyor diyoruz, Erdoğan Kübaya cami diyor. Biz işsizlik var, yoksulluk var, vatandaş aç ve açıkta diyoruz; Erdoğan başörtülü kardeşime saldırdılar diyor. Biz kaçak ve karanlık saray haramdır, israftır, kanunsuzluktur diyoruz; Erdoğan az durun cami de yaptıracağız diyor.
Biz çiftçi ne olacak, buğday, arpa, pancar ne zaman para yapacak diye soruyoruz; Erdoğan İmam hatip okulları aslında bir düşüncenin isyanıdır, bir fikrin adeta isyanıdır diyor. Biz hırsız var, yolsuzluk diz boyu, rüşvet sel gibi, hukuk ve adalet tepeleniyor diyoruz; Erdoğan inanıyorsanız kazanacaksınız diyor.
Davutoğlu, aynen Erdoğan gibi, Esad ile yatmakta, Esad ile kalkmaktadır. ABDnin Suriye politikasında bir değişiklik olmamasına rağmen, Başbakan tezimize yaklaştılar, bizi anladılar, aramızda görüş ayrılığı yok gibi ucuz ve temelsiz sözlerle bile bile lades demektedir. G-20 gibi katı kuralları olmayan, dünya ekonomisini yönlendiren, daha çok istişari olan bir platformda Türkiyenin milli hassasiyetleri dile getirilmemiş, hak ve beklentileri savunulmamıştır. Davutoğlu Brisbanee Türkiyeyi temsil etmek için mi, yoksa ABDnin Suriyeyi vurması konusunda yalvarıp yakarmak için mi gitmiştir? Davutoğlu G-20 toplantısında Obamanın masasında oturmayı ayrıcalık ve lütuf mu görmektedir?
Esad teröristtir, Esad zalimdir, Esad katildir de; IŞİD-PYD-PKK kırlarda bayırlarda çiçek toplayan, karıncayı bile ezmekten sakınan sevgi kelebekleri midir? Taşın altına elini koymaktan bahseden Başbakan, Esad gidince, Suriye bölününce, sınırlarımız boyunca terör devletleri kurulunca Türkiyenin ve bölgenin huzura kavuşacağını mı sanmaktadır? Suriyenin parçalanması milletimizin aleyhine olacak, büyüyecek kaos dalgasının nerede duracağı ve nerede son bulacağı bugünden kestirilemeyecektir. Şüphesiz ki, çatışmaların Halepte yoğunlaşması Türkiyeye yönelik mülteci akınını hızlandıracaktır. Türkiye bir ateşin ortasında, acımasız bir hesaplaşmanın, kanlı emperyalizmin yeni bir saldırısının hedefindedir. Sorun Esad değildir. Asıl sorun sömürgeciliğin güncellenmiş yepyeni bir operasyonudur. (İHA)
Haber Merkezi