- Siyaset
- 17.08.2025 15:29
İzBB’ye yönelik yürütülen soruşturma kapsamında tutuklu bulunan Tunç Soyer, yayınladığı Cezaevi Günlüğünde cezaevinde olmanın olumlu ve olumsuz yanlarını kaleme alarak; hapishanede olmanın insanı olgunlaştırdığını söyledi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve iştiraklerine yönelik İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında tutukluluğu devam eden bulunan İzmir Büyükşehir Belediyesi (İzBB) eski Başkanı Tunç Soyer, Cezaevi Günlüğünü yayınladı. Buca Cezaevi’nde tutuklu bulunan Soyer, kaleme aldığı satırlarla 43 yıl önce Maltepe Cezaevi’nde günlük tutan şair Ataol Behramoğlu’na atıfta bulundu. Behramoğlu’nun “Cezaevi Güncesi”nden alıntılar yapan Soyer, “Yaşama sevincini yitirmemek için doğaüstü bir iç güce sahip olmak gerekir” ifadeleriyle başladığı yazısında, özgür bir yurtta yaşamanın en kıymetli şey olduğunu vurguladı.
Paylaştığı günlüğün ilk bölümünde cezaevinde bulunmanın olumlu yanlarından bahseden Soyer, özgür bir yurtta yaşamanın en kıymetli şey olduğunu vurguladı. Cezaevinin insanı olgunlaştırdığını da dile getiren Soyer, “‘Yaşamak dediğimiz şey, yaşama sevinci olsa gerek. Mapusluk uzadıkça bu sevincin kıvılcımları sönmeye yüz tutuyor. Mapuslukta, yaşama sevincini yitirmeyen doğaüstü bir iç güce sahip olmalı’ Ataol Behramoğlu, 14 Ağustos 1982’de, tam 43 yıl önce Maltepe Cezaevinde tuttuğu ‘Cezaevi Güncesi’ne böyle yazıyor. Sonra adeta yol gösteriyor; ‘Işıklı, güzel bir dünya olduğunu hiç unutmamalı. Ama o dünya için savaşırken, acıya katlanmasını da bilmeli. Sabır ve dayanıklılık kazanmalı. Sinir sağlamlığı, disiplin ve üretim, özgürlüklerinden yoksun kılınan insanın daha çok yara almasını önleyecek şeyler bunlar olmalı.’ diyor. ‘Yani sakin, sabırlı ve çalışkan olmak gerek’ diye ekliyor. Sevgili Ataol Ağabeyin 43 yıl önce yazdıklarının bugün yaşananlara ne büyük benzerlikler taşıdığına şaşırarak okuyorum; ‘İyi ve akıllı insanlar belli dönemlerde hapse atılıyor, işsiz bırakılıyor, posaları çıkarılıyor. Türkiye’de aydının değişmez bir yazgısı bu. Daha büyük çatışmalar öncesinde uzunca bir baskı döneminden geçeceği anlaşılıyor Türkiye’nin. Anlıyorum ki; en kıymetli şey, özgür bir yurtta yaşamakmış.’ O özgür yurdu özlemenin, onun için mücadele etmenin, onu sevmenin sonucu ortaya çıktığını biliyorum. Kendimizi bilgisizlikten arındırır, akıl, bilgi ve güzelliğe kapılarımızı açarsak, sadece özümüzü yeniden kazanmıyoruz, aynı zamanda yurdun coğrafyasını, etnik yapısını, tarihini, edebiyatını, sanatını, kültürünü, birbirinden güzel insanlarını da öğrenmeye, anlamaya, tanımaya başlıyoruz. Bu da yurdumuza sevgi bağlarımızı güçlendiriyor. Mapusane bu farkındalıkları güçlendiriyor ve yeni meziyetlerle insanı olgunlaştırıyor. İçtenliği ve açık yürekliliği koruyarak daha ölçülü, soğukkanlı olmayı, küçüklüklere aldırış etmemeyi, aşırı duygusal olmamayı öğretiyor. Korku, bezginlik ve her türlü hırstan arınmanın kıymetini gösteriyor. En güzeli tefekkür, insanın özüne dönmesi, geçmişin muhasebesini daha özgürce ve daha kapsamlı yapabilmesi ve gelecek vizyonunu güncelleyip tazeleyebilmesi. Bunlar mapusluğun öğrettikleri” dedi.
Yazısının ikinci bölümünde ise Soyer, cezaevindeki sessizliğin ağırlığını, müziğe duyduğu özlemi ve sevdiklerinden ayrı kalmanın acısını anlattı. Öğrendiği her şey ile birlikte cezaevinden çıkacağını ve sevenleri ile kucaklaşacağını ifade eden Soyer, “Peki hiç mi zorlukları yok? Olmaz mı? Ben sessizliğin bu kadar ağır olabileceğini hiç düşünmemiştim. Özellikle elektrikler kesildiğinde, vantilatörün uğultusu da sustuğunda derin bir sükunet oluyor. Sıcaktan bile daha ağır bir sessizlik çöküyor. Sessizlik aslında olumsuz bir şey değil, sevgi, sadakat, ölümden bile eski, kadim bir olgu hatta. Söz için ‘sessizliğin bolluk ve bereketinden doğmuştur’ derler. Ancak; karla kaplı bir sessizlik toprağında açan gül; müziği özlüyor insan. Güzel bir müziğin özgürleştirici gücünden yoksunluk ıstırap veriyor. Ya da; Mavi bir çiçek yaprağında kalmış bir yağmur damlası gibi damla damla gözyaşı görmek, Defne’nin, Duygu’nun, Neptün’ün, annemin gözlerinde. Çok can yakıcı oluyor… Oysa yaşam dolu olunca ne güzel gülümsüyor herkes.! Neyse ki içimizde alışma gücüyle doldurulmuş bir depo var ve bizi tehlikelerden, acının tahribatından koruyor. Yani insan kendi biyolojik, tinsel ve entelektüel varlığıyla sürekli çatışma halinde olan bir isyankar değil mi? Yani alışkanlık isyana, isyan alışkanlığa gebe. Esas olan; Tanpınar’ın söylediği gibi; ‘zaman denilen şeyi insanın benimsemesi, bir meyve verir gibi, izlerini onda bırakmasıdır.’ Yani zamanın; o kubbeli zamanın akustiğinin senin sesini çoğaltmasıdır. Kısacası, asıl mesele, ister içeride, ister dışarıda derinlemesine yaşamak ve kendini gerçekleştirebilmektir. Ölümlü hayata ışıklı bir renk verebilmektir. Biliyorum, buradan yenilenmiş ve güçlenmiş olarak çıkacağım. Olumlu olumsuz tüm yaşadıklarımla, yeni öğrendiklerimle yine aranıza karışacağım. Hepinizi çok özledim. Sevgiyle kucaklaşacağımız günü dört gözle bekliyorum. Sağlıcakla kalın” ifadelerini kullandı.
Kaynak : BERKAY ERDEN