Sayfa Yükleniyor...
Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan ile dünya sinema ve dizi sektörünü, bunların ülkemize etkilerini, son zamanlarda Türk dizilerinin dışarıya ihraç edilmesini derinlemesine konuştuk
TANER UYANIKER
Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan ile sinema ve dizi sektörünü masaya yatırmak için buluştuk. Amerikan film ve dizilerinin belli bir amaç altında üretildiğini söyleyen Işıkhan, buradaki amacın Amerikan kültürünün pazarlanması olduğunu söyledi. Işıkhan, bir döneme damgasını vuran Dallas dizisiyle Türk halkının ahlaki deformasyona uğradığını ifade etti. Türk dizilerinin özellikle Arap ülkelerine satılmasına değinen Işıkhan, Türk dizilerinin, emperyalist güçlerin dizilerinin bir devamı olduğunu söyleyerek bunlarla oradaki halkı yozlaştırdığımızı söyledi.
Hollywoodla birlikte Amerikanın kültür emperyalizmini dünyaya yaydığını belirten Işıkhan, Amerika kendi silahlı gücüyle dünyaya jandarmalık yaparken bir taraftan da kendi kültürünü de anlatmak, yaygınlaştırmak tanıtmak veya başka ülkelerde baskın bir kültür haline getirmeye çalıştı. Bu durum bildiğimiz silah kavramı dışında en büyük silahtır. Kültürel emperyalizm, halkları oyalayan, uyuşturan, geri kalmasını sağlayan harekettir. Dünyanın her yerinde Amerikan filmleri hep ilk etapta seyredilen filmlerdir. Çünkü sinemanın gelişmesiyle birlikte dünyanın belkide birçok ülkesinde, ilk sinema filmleri bunlar olmuştur. Az gelişmiş ülkelerde sinema sektörü daha sonra gelişmiştir. Sinema yaygınlaştıkça bir sinema kültürü oluşturuldu. Bu sinema kültürünün temelinde halkın aydınlanması, bilinçlenmesi, uygarlaşması istenmedi. Bu şekilde kullanılmış olsa zaten dünya bu halde olmazdı. Tam tersi uyuşan, uyuşturulan, kaderine razı olan bireyler yaratılmaya çalışıldı dedi.
BU BİR KÜLTÜREL EMPERYALİZMDİR
Amerikan filmlerinin her birinde muhakkak kendi gücünü simgeleyen objelerin, söylemlerin ve dinsel faktörlerin yer aldığını belirten Işıkhan, ideolojik anlamda dünyaya kendi kültürlerini yaydıklarını ve bu emperyal havanın gücünün etkisini yıllar sonra dünyanın her yerinde görüldüğünü ifade etti. Sinema kadar etkili ve güçlü bir silahın o güne kadar daha bulunmamasına rağmen, televizyonun buluşuyla dizi sektörünün yeni silaha dönüştürüldüğünü söyledi. Işıkhan, Daha çok kitle, daha çok sömürü anlayışında sinemaya ek olarak küçük küçük bölümlerle, bir sinema filmini bölerek parçalayarak, dizileri ortaya çıkardılar. Bununla birlikte insanları televizyonunun başında bu kez o mekana, o görüntüye mahkum ettiler diye konuştu.
Işıkhan, Dizi sektörünün son yıllarda çok yaygınlık kazanmasında elbette sosyo-ekonomik ve psikolojik nedenleri var. Dünya dizi sektörünü ilk önce ele alırsak, bu sektörün ele başı olan Amerikadır. Amerikanın yanı sıra Brezilya ve diğer ülkelerin dünyaya pazarladıkları dizilere bakmak da gerekiyor. Bu dizilerle o ülkeler hem para kazanıyor hem de gönderdikleri ülkelerin kültürel gelişimini yönlendiriyorlar ve denetliyorlar. Dünya haklarının geri kalmışlığını, sömürülmesini, ahlaksal boyutunu bilimsel kavrayışını her şeyi bu dizilerle belirlediler, yönlendirdiler ve halen bu konuda etkililer diye ifade etti.
VİLLALARDA GEÇEN DİZİLER BİZİ YANSITMIYOR
Anadolunun dünya medeniyetler beşiğinde bulunduğunu ifade eden Işıkhan, Kalıtsal olarak diğer ülkelerden daha ayrı, daha hoşgörülü, daha yaratıcı, daha üretken bir ruha sahip olmamız gerekirken tam tersi uyuşmuş bir Ortadoğu toplumundan bir farkımız yok. Maalesef Türkiyede sinema ve dizi sektörü puzzle gibi birbirini tamamlayan karelerdir. Türkiyede hiçbir dizinin ben halkı aydınlatayım, halkı çağdaş dünya formlarına ulaştırayım, kültürel anlamda bir katkımız olsun düşüncesi, mantığı olmadı, olamaz da. Çünkü sektör itibariyle, sömürüden kaynaklı gelirleri olan ve sömürerek yaşayan bir sektördür. Türkiyeye dayalı bu sektör tümüyle paraya dayalıdır. Birde izlediğimiz dizilerin çoğuna ben şaşırıyorum. Hiç mi 3. sınıf bir sokakta geçen öykünüz olmaz? Hep villalarda başlıyor, aşk kavgalarıyla, en lüks araçlarla devam ediyor. Aşk, buluşma, kavuşma, bunlar dışında hiçbir şey görmedim. Ondan sonra diyoruz ki bu halk neden süt dökmüş kedi gibi sakin. Siyasi anlamda söylemiyorum, hayata karşı reflekslerinde gevşemesinin temelinde insanlarımızın, halkımızın beyni yıkandı. Özellikle ülkede üretmeyen, evde oturan ev hanımı kardeşlerimiz var. Onların aklına, akşama kadar beyinlerine enjekte edilen o tehlikeli virüsler, bu toplumun hasta bir topluma dönüşmesine neden oldu şeklinde konuştu.
HEM UTANIYORUM HEM DE ÜZÜLÜYORUM
Birde yaptığımız diziler çok matahmış gibi bunları yabancı ülkelere ithal ediyoruz diyen Işıkhan konuşmasını şöyle sürdürdü: Ne kadar acı ki bu toplumu uyuşturan dizileri, bizden az gelişmiş ülkelere ihraç ediyoruz. Sanki biz bu dizilerle çok aydınlandık, çok geliştik de hadi komşularımızı da geliştirelim, aydınlansın mantığıyla sattık. Dizilerde verilen şeyler bizim kültürümüz değil ki! Asla Anadolunun geçmişinden gelen o bilgilerin, kültürel yansıması değil. Emperyal kültürün yıllarca Türkiyeye empoze ettiği ürünleri, biz daha geliştirerek ve farklı açılardan değerlendirerek, tümüyle geri kalmış ülkelere ihraç ediyoruz. Buradan Amerika, Fransa gibi ülkelere dizi ihraç etmiyoruz, olsa bile çok istisna bir iki dizidir. Ama Ortadoğuya ya da az gelişmiş ülkelere ihraç ettiğimiz diziler var. Ortadoğudaki ülkeler bizi Avrupai bir ülke olarak gelişmiş, ilerlemiş, kendi kültürünü kavramış, gözüyle görüyorlar. Biz, bu geri kalmış ülkelerin daha da geri kalmasına neden olacak formlar ihraç ediyoruz. İklimsel ya da yönetsel koşullardan üretmeyen ülke insanlarını daha çok eve bağlamak, daha çok kapı arkalarında ev içi ilişkileri tezgahlamak, ailenin ahlakını çiğnemek için oyunları öğretmek adına diziler gönderiyoruz. Ben kendi adıma hem utanıyorum hem de üzülüyorum. Tamam ihraç edelim ama bilimi, nitelikli kültürümüzü, heykeltıraşlarımızı, yazarlarımızı, güzel nitelikli sinema yapıtlarımız gönderelim. Bizim sayemizde bir adım daha ileri gitsin, o toplum bir adım daha aydınlansın. Onlar da kardeş Müslüman ülke bu diye örnek göstersin.
BU DİZİLERLE O TOPLUMLARA İYİLİK YAPMIYORUZ
Yıllar önce Iraka uluslararası festivallere katılmak üzere gittiğini söyleyen ve orada yaşadığı olayı anlatan Işıkhan, Bağdattan geçerken sinemanın önünden geçtim ve orada kuyruk gördüm. Bizde o kuyruklar 1980 öncesi olurdu. Bir baktım bizim Türk filmleri var. Tabi mutlu oldum. Baktım, İbrahim Tatlısesle Hülya Avşarın bir filmi. Kuyruktakilerin yaş ortalaması 18-25 arası. Aralarına girip sohbet ettim. Konuştuğumda, Bu sanatçılar bizim için hit sanatçılar, Irak-İran savaşını İbrahim Tatlıses bitirebilir. Tatlıses buraya gelse ben ne olursa olsun onun yanına atlar gider görürüm dediler. Tapıyorlar bizim o zamanki sinema oyuncalarımıza. Bir kısmı da gözlerine örterek konuştu. Biz şaşırıyoruz bir Müslüman kadın böyle, mayoyla, erotik giysileriyle nasıl olabiliyor diye dediler. Bir dönem Türkiyede üretilen erotik filmlerde bu ülkelere gelmişti ve oralarda da kuyruklar vardı. İnsanlar şaşırıyordu. Nasıl böyle erotizm oluyor nasıl Müslüman bunlar diye düşünüyorlardı. Buna rağmen çok fazla bir oranda izleniyordu. İzlemekten de kalmıyorlardı bir taraftan. İster İbrahim Tatlıses filmleri olsun ister şimdi gönderdiğimiz diziler olsun biz o toplumlara iyilik yapmadık, yapmıyoruz. Maalesef kendi yönetsel sorunları nedeniyle geri bıraktırılmış bir toplum olarak değerlendirdiğimizde, Ortadoğu ülkelerine bu dizileri göndermekle bu insanlara haksızlık ediyoruz. Her şey para kazanmak değil diye konuştu.
Bir kuşağa damgasını vuran Dallas dizisine değinen Işıkhan, bu diziyle insanların ahlaki deformasyon yaşadıklarını söyledi. Işıkhan, Bu diziyle, dostluk, kardeşlik ilkeleri deformasyona uğratıldı. Artık Anadolu insanı haftadan haftaya Dallas ne yaptı diye düşünüyordu. Birbirini aldatmalar, birbirini sömürmeler, aile içindeki düzenbazlıklar, sevgisizlikler, çıkarcı ilişkiler ülkenin her yerinde izleniyordu. Doğal olarak gelişmesi çok zor dediğimiz o gelenekselleşen, o güzel yaşam ilişkileri, dostluk ilişkileri, aile ilişkileri olan bir toplum müthiş bir deformasyona uğradı tek bir Dallas dizisiyle. Evde kapının arkasında öpüşmek, sevişmek orada anlatıldı, aile içi çözülmeler orada anlatıldı, para için kardeşinin satılması orada anlatıldı. Bir toplumu çözmek istiyorsanız önce ahlaki değerlerinin yok etmeniz gerekiyor. Bu da bir başlangıçtı. Arkasından Brezilya dizileri geldi. Çoğu televizyonda onlarca yıl bu diziler yayınlandı. Allah aşkına bunlar bu topluma ne verdi, gelişmesi için ne katkıda bulundu. Hiçbir katkısı olmadı katkısının yanı sıra kitleyi uyuşturdu, kitleyi televizyonun başına bağladı. Düşünmekten, üretmekten, sevgiden alıkoydu. Bütün bunlar dizi üretim merkezlerinin genel mantığının bir sonucuydu. Sinemadan sonra dizilerinde az gelişmiş ülkelere paylaştırılarak pazarlanmasının nedeni salt para kazanmak değil, bunun yanında o kitleyi de fikirsel anlamda kendi özünden soyutlayarak, kopararak, tasarladıkları bir seviyeye getirmekti dedi.
Yarın: Bu dizilerin desteklediği yan kolları yeni oluşan dizi turizmini ve bu alışverişten etkilenen toplumları ele alacağız.
Haber Merkezi