Sayfa Yükleniyor...
MÖ.1000’lerde adı Uruşalim olan yerleşim yerinde Kenaniler’den Yabusiler ve Filistinliler yaşardı. Yahudi Krallığı, Uruşalim toprakları üzerinde, MÖ.1050-930 yılları arasında 12 Yahudi kabilesinin bir araya gelerek oluşturduğu bir devletti. Başkentleri Kudüs’tü. Yahudilerin Tevrat ve Zebur’u kapsayan kutsal kitabı Tanah’ta Kudüs “Tanrının seçtiği şehir” olarak tanımlanır. Dünyanın merkezi de derler. Yahudi dini metinlerinde Kudüs için ‘Tanrı dünyayı yaratırken güzelliği on parçaya taksim etti bunun dokuzunu Kudüs’e, birini dünyaya verdi’ denilir. Tanrı dünyayı yarattığı zaman tahtının altından bir parça koparıp boşluğa fırlatmıştır. Yahudiler bu taşa Even Şatiah (Nirengi Taşı) derler ve bu taşın yeryüzünde düştüğü yere Tanrı’nın Kudüs şehrini inşa etmelerini istediğine inanırlar. Onlara göre yeryüzünün merkezi bu taş ve üzerine inşa edilen kutsal tapınaktır. Yahudilerin kıblesi olan Süleyman Mabedi’ni içinde barındırır. Bu mabedi kurmak, ne peygamberleri Hz.Musa, ne de ilk kralları Hz. Davut’a nasip oldu. Hz. Musa’nın kavminin altın buzağı yapıp ona taptığını görünce çok sinirlenip, Tanrı’nın ona verdiği On Emir’in yazıldığı taş levhaları kırarak, üzerlerine Levilileri gönderip halkını katlettiği için Tanrı kutsal şehre sokmadı.
19 Mayıs 1919 Tanzimat Dönemi’nden beri Osmanlı Devletini kuşatan dost ve düşmanlara karşı bir uyanış, bağımsızlık yolunda dirilişin başladığı gündür...
İnsanlığın başlangıcıyla burada cismi,
2010 yılında Milliyet Blog’da yazarken, aramıza katılan Yegah Elif Mirzade adlı şair-yazarın ismiyle müsemma naif, mistik, gelecek vadeden yazıları hemen ilgimi çekti. Takibe alıp, tanıştım ve asıl adını öğrendim ve yazılarını kitaplaştırmaya teşvik ettim. Ruh eşim olarak gördüğüm Rana Değirmenci İslâmoğlu ile dostluğumuz sanalden gerçeğe dönüşünce, şahsında gençlik yıllarımı gördüm. Kültür donanımını aşılamaya çalışan, bir koltuğa sığdırdığı birkaç işle sürekli devinim halinde, kitap ve okuma aşığı, daime kendini yenileyen idealist bir eğitimci…
Yıllar ilerledikçe ardı ardına bastırdığı Oyma Sandığımda Saklı Renklerim, Nar-ı Beyza 2 / Ağaç'ın Sabrı, Tarihin Şiir Dili - Yahya Kemal ve ortak eserleri elime geçtiğinde arkadaşımla gururlandım. Yazarları arasında bulunduğum Musikar dergisi ve yürüttüğü projeler hayata geçtikçe sevindim.
Mart ayında Ankara’da Gülnar Yayınevinde yayımlanan 590 sayfalık ‘İnsanın Yazısı Edebiyat’ referans kitabının 7. telif eseri olarak edebiyat, kültür ve eğitim dünyasına katılması, beni çok etkiledi. Her kitabın bir kısmeti, bir hikmeti vardır 'İnsanın Yazısı Edebiyat' -'ol'unca- bereketiyle geldi... Yazdığı ithaf ve 7 rakamı beni de harekete geçirdi. Yedi telif, yedi ortak eserden sonra sürekli yazdığım halde, uzun süredir kitap bastırmadım. Baskıya hazır kitaplarımı bu
“Sırça köşkte oturan, sakın komşusunun evini taşlamasın!”
Her 24 Nisan’da ABD yöneticilerinin Demokles’in kılıcı gibi salladığı Ermeni Tehcirinin bir “Soykırım” olduğu tezi ile yıllardır Türkiye’yi gerip duruyorlardı. Sonunda baklayı ağızlarından çıkardılar. İyi ki çıkardılar. Şimdiye kadar verilen tavizler kursaklarında kalsın…
“Sırça köşkte oturan, sakın komşusunun evini taşlamasın!” diyen atalarımız boşuna konuşmamış.
Türkiye’yı soykırım ile suçlayanlar; önce ardlarında tarihî belgelerle, kanıtlarla onları kovalayan Kızılderililer, Karaderililer, Hiroşima-Nagazaki, Vietnam, Afganistan ve Irak’ta sadistçe yok ettikleri milyonların hayaletinden kurtulup, sonra konuşsunlar… II.Dünya Savaşı’nda Japon uçaklarının Pearl Harbour saldırısından sonra, Batı sahillerinde yaşayan Japon asıllı ABD vatandaşlarının iç bölgelere sürülmesinin Ermeni Tehcirinden farklı olmadığını kabullensinler.
*Tehcir neden oldu?
Ermeni Tehciri, 1915 yılında müttefikimiz olan Almanların önerisiyle yapıldı… I.Dünya Savaşı’nda Ruslarla işbirliği yaparak Osmanlı Ordusunu arkadan vuran ve Müslüman halkı vahşice yok eden, Doğu Anadolu’daki Ermeni militanların yakalanması kararı 24 Nisan 1915’te, onlara destek olan halkın Suriye’ye tehciri kararı 27 Mayıs’ta alındı. Bu karar, saldıran Ermeniler ve kendini savunan Müslümanlar arasındaki karşılıklı mukateleyi(öldürme) durdurmak amacıyla alındı. Dönemin kaynakları incelendiğinde, Osmanlı yönetiminin bu kararının asla soykırım amaçlı olmadığı görülür.
İngilizler, işgallere gerekçe oluşturmak için yayınladıkları propaganda amaçlı Mavi Kitap’ta Türklerin 1,5 milyon
23 Nisan İlk Çocuk Bayramı
Kutlu Ramazan ayının manevî iklimi Dünyamızı sararken, tez zamanda herkesi esir alan salgından kurtulmamızı, insanî duyguların adalet, paylaşım, koruyucu iyilikle bezenmesi dileğimle, şifalı iftarlar..
Ayten BAŞABAŞ DİRİER
Çanakkale Savaşları’nın Sonuç ve Önemi
106. yılını idrak ettiğimiz Çanakkale Zaferi, Türklük yaşadıkça ilham, onur ve gurur kaynağımız, Tarihimizin serefrazı olacaktır. Zaferi kazanan Osmanlı İmparatorluğu 1299’da kurulup, her canlı organizma gibi doğdu, büyüdü, yaşlandı… Anadolu Selçuklu Devleti’nin parçalanmasıyla kurulan Beyliklerin içinde en küçüğü olduğu halde; coğrafî-stratejik konumu ve uygun koşullar nedeniyle kısa sürede üç kıtada, üç çağ boyunca dünya egemeni oldu. XVIII. asırda kuzey kısmını ele geçirdiği Karadeniz ve Kafkasya’dan sonra Boğazlar ve Akdeniz’e göz diken Rusya; Osmanlı İmparatorluğunu “Hasta Adam”a benzeterek, ölümünü bir an önce gerçekleştirmek üzere diplomatik girişimlerde bulundu. Rusya’nın ılık denizlere inmesi, Avrupalıların Coğrafî Keşifler sonucu ele geçirdiği sömürgeler için bir tehdit oluşturduğundan, önerisi ilgi görmedi. 1871’de siyasî birliğini sağlayan Almanya ve İtalya’nın, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile yeni bir güç olarak ortaya çıkıp, Üçlü İttifak’ı kurmaları ve Osmanlı İmparatorluğu’na yaklaşmaları; İngiltere-Fransa’nın, Rusya ile Üçlü İtilâf’ı kurmalarına yol açtı.
İki bloğun arasındaki siyasal ve ekonomik yarışın yol açtığı I. Dünya Savaşı’nda en önemli cephe kuşkusuz Türk Boğazları idi. İtilaf Devletleri
K O R K M A !..
Yeni kurulan Düzenli Ordu, düşman ilerleyişini 6-10 Ocak 1921 tarihinde İnönü’de durdurunca, millî duygu şahlandı. Düşmanın geri çekilmesi zafer sayıldı. Bu iyimserlik havası, Ekim 1920’de açılan Millî Marş yarışmasını sonuçlandırdı. 26 Şubat 1921 tarihli Meclis oturumunda, yedi güfte ele alındı. 12 Mart 1921’de Meclis’te yaşanan yoğun tartışmalardan sonra Mehmet Âkif’in “Kahraman Ordumuza” adadığı on kıtalık şiiri oy çokluğuyla seçildi. Ali Rıfat tarafından bestelenen şiir, genç Türk devleti’nin Millî Marşı oldu.
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül; ne
Milletlerin zor günlerinde sanatçıları toplumun sesi olur. Türk Milleti'nin ateşle sınandığı 1911-1922 yılları arasındaki o karanlık günlerde; şair, yazar ve diğer sanatçılarımız toplum için ürettiler. Trablusgarp, Balkan ve I.Dünya Savaşları’nda ardarda 7 yıl süren savaştan sonra başlayan işgallerle yorgunluk umutsuzluğa dönüşürken; Kurtuluş Savaşı öncesinde millî şuur refleksini tetikleyen sanatçılarımızın katkıları belirtilmezse anlatılanlar eksik kalır…
Cumhuriyet Dönemi Anayasa hareketleri, Millî Mücadele’nin başlangıcına dayanır. Çanakkale kahramanının “Vatanın bağımsızlığı, milletin istiklâli tehlikededir!” çağrısı üzerine; millî iradenin tecelli ettiği Kuvayı Milliye Çeteleri, Dernekler, Kongrelerin ardından; 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilip, Mebusan Meclisi’nin dağıtılması üzerine 23 Nisan’da Büyük Millet Meclisi açıldı. Mecliste I.Grup ve II. Grup adıyla çalışan milletvekilleri, 10 Ocak 1921-Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nu kabul etti. Meclisin hazırladığı 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu(Anayasası) Millet eliyle hazırlanan tek Anayasa özelliğini taşır. 23 maddeden oluşan yeni Anayasa; egemenliği kayıtsız, şartsız millete ait sayarak, Kuvvetler Birliği(Yasama+Yürütme+Yargı) ve Meclis üstünlüğü ilkelerini esas aldı. Olağanüstü bir döneme ait olan bu Anayasa kısa, pratik ve ihtilâlci bir karaktere sahipti.
Türk Tarihi’nde Demokrasi Hareketlerinin ilk adımları, Osmanlı İmparatorluğu döneminde XIX. asrın başlarında Fransız İhtilâli’nin etkisinde kalan III.Selim’in Nizam-ı Cedit Islahatları ile II.Mahmut’un Sened-i İttifakı(1808) imzalamasıyla başladı. Abdülmecit döneminde çıkarılan, padişahın kendi mutlak kudretini yine kendi iradesi ile sınırladığı 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları bu yolda atılmış önemli adımlardır.
II-Anayasaların Tarihi Gelişimi
I-Yeni Anayasa Gerekliliği
Beşinci kol; casusluk, ajanlık, psikolojik savaş gibi yasal olmayan faaliyetlerdir. Klâsik düzende ordular dört kol halinde yürüdükleri için, bir toplumu silahsız içten çökertmeye yönelik faaliyetlere “5. kol” denmektedir.
5. Kol faaliyeti; düşmanın, elindeki her türlü aracı kullanarak, bir milletin birlik ve bütünlüğünü yok etmeye, devletini parçalayıp bölmeye ve devleti kendi emrine geçirmeye yönelik çalışan yıkıcı hareketlerinin bütününü kapsar. Fikir farklılıklarını çatışmaya dönüştürür, şantaj yapar, dedikodu çıkarır, kötü alışkanlıkları kullanarak milletleri içten çürütür. Toplumun her kesimi 5. Kol için faaliyet gösterebilir.
Truva atı ile başlayan bu faaliyet, Moğollarla doruklaştı. Önceleri fedailerden oluşan 5. Kol, I.Dünya Savaşı’nda teşkilâta dönüştü. İspanya İç Savaşı’ndaki beşinci kol çeteleri, II.Dünya Savaşı’nda Gerilla adını aldı. Zamanımızda GESTAPO, CIA, KGB, MI6, MIT (ilkin Teşkilâtı Mahsusa, MM), MOSSAD (ilkin Nili) 5. Kol faaliyetlerini yürüten yasal kurumlardır.
***
I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu Orta Doğu’da Çanakkale çapında zaferler kazandı. İngilizlerin en önemli kuvvetlerini yığdığı Filistin ve Irak Cephelerinde
Zeytindalı Harekâtı Şehitlerimizin aziz ruhuna…
“Tarih tekerrür ediyor” derler… Hiç ders alınsa tekerrür eder miydi? Günümüzden bin* yıl önce de Kuzey Suriye Haç-Hilâl Savaşı’na sahne oldu. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesine bir tepki olarak 1096 yılında başlayan I.Haçlı Seferi’ne katılan yarım milyonluk Avrupalıdan, binbir serüvenden sonra Anadolu’da Türkler karşısında eriye eriye, 1099’da elli bin kişi Kudüs’e varabildi. Fatımîlerden alınan Kudüs’te, kılıçtan geçirdikleri Müslüman ve Yahudilerin kanları dereler halinde akıp, atların dizine kadar ulaştı. Sonuçta Haçlı Seferleri’nin en önemli gerekçesi amacına ulaşıp, kutsal topraklarda 1098’de Urfa ve Antakya Kontlukları, 1100’de Kudüs Krallığı, 1109’da Trablusşam Kontluğu kurularak, Feodalite rejimi bölgede uygulanmaya başlandı.
O dönemde Anadolu Selçuklu Devleti, Beyliklerden Artuklular ve Danişmendliler, Haçlıların güzergahında olduklarından onlara karşı savaşırken; az da olsa Büyük Selçuklular, diğer Beylikler ve Zengiler Atabeyliğinden yardım aldılar. Bu dönem Türklerin yoğun bir şekilde Kuzey Mezopotamya’ya yerleştikleri bir sürece rastlar. Eğer Türklerin bu savunması olmasa, Haçlılar daha ötelere uzanacaktı. Ne Bağdat’taki Abbasiler, ne de Haçlıları çağıran Mısır’daki Şiî Fatımîlerin onlara karşı koyabilecek direnci yoktu.
Anadolu Selçuklu Sultanı I.Kılıç Arslan ve Artuklu Melikleri Sökmen ve İlgazi, yeğenleri Belek Gazi ile Musul Atabeyi Nureddin Zengi bu mücadelenin
Kurtuluş Savaşı’mızın ilk muştusu İnönü’de alındı. (Konu hakkında detaylı bilgi için bakınız: http://blog.milliyet.com.tr/i--inonu-savasi-oldu-mu-/Blog/?BlogNo=223506)
Yeni yılı karşıladığımız “Yılbaşı eğlenceleri” birkaç yıldır tartışmasız yaşanıyor. Daha önce ev içi çekişmeler ve huzursuzluklara neden oluyordu. Yine de kutlamalara dokunduranlar var… Konuyla ilgili kavramları açıklamakta yarar görüyorum.
*YILBAŞI
Yılbaşı kutlamalarının dinden çok, kültürle bağlantısı var ve insanlıkla yaşıt… Toplumsal olay ve olguların başlangıcı Mezopotamya’da olduğuna göre, yeni yıl etkinlikleri de orada başlar. Yeni yıl ilk kez, günümüzden IV bin yıl önce Babil Kulesi’nde ilkbaharda kutlanmaya başlandı. Daha sonar Mısırlılar, çöl topraklarına hayat veren Nil’in taştığı Eylül ayında kutlayarak sürdürdü. Milattan önce 46 yılında Roma’da Julius Sezar tarafından kabul edilen ve günümüzde de halen kullanılan takvimle yeni yıl, Ocak ayının ilk günü olarak belirlendi. Jülyen takvimi bazı değişikliklerle günümüze kadar geldi. Romalılar yılın ilk ayına, başlangıçların tanrısı, kapıların koruyucusu Janüs (January) yani Ocak adını verdiler.
Tüm ülkeler, dinler ve kıtalar için her alanda yeni bir başlangıç anlamı taşıyan yeni yıl, değişik gelenek ve törenlerle karşılanır. Tümünün ortak amacı ise, yeni yılın binbir umutla bolluk ve şans getirmesidir.
*NOEL
Uzun süre Yılbaşı, Noel ile bağdaştırılarak, Hıristiyan geleneği diye
1-KAFKASYA CEPHESİ:
Prof.Dr.Aziz Sancar- Biyokimyager,Moleküler Biyolog, Nobel Ödüllü
“Avrupa Tıp sistemi gerek menşei, gerekse yapısı itibariyle İslâm
Kültürüne aittir. Müslümanlar bilim alanında Avrupalıların atasıdır.”
Dr.Donald Campbell-20 yy.Arap Tıbbı Tarihçisi
*
Corona-19 virüsünün yarattığı pandemi nedeniyle Tıp Eğitiminin önemi gündeme oturdu. Dünyada en gelişmiş ülkeler Tıp Eğitimi ve araştırmalarıyla başı çekerken, uyguladıkları sağlık politikaları nedeniyle çuvalladı. Türkiye son yıllarda açılan Tıp Fakülteleri’nde yetişen Sağlık Ordusu ve alınan koruyucu önlemlerle bu alanda yüzünün akıyla çıktı.
Bu gelişmeler Mardinlilerin gönlünde kanayan bir yarayı da gündeme oturttu. Türkiye Tarihi’nde ilk Tıp Fakültesi Artuklu Beyliği’nin ilk yıllarında Mardin’de kurulduğu halde, 28 Mayıs 2007’de kurulan Artuklu Üniversitesi’nin bunyesinde bir Tıp Fakültesi’nin bulunmayışı sorgulanmaya değer… Konuya girmeden önce Tıp Fakültelerinin ilk kurulduğu Orta Doğu Tarihine bir göz atmak gerekir.
I-İLKÇAG MEDENİYETLERİ’NDE TIP
Eski Mezopotamya’da Tıp; dini görüş, büyü ve kehânetlerle iç içe bir durumda gelişti. Tıp eğitimi de tapınaklara bağlı okullarda yapılırdı. Bilinen pek çok bitkisel ilaç ve bazı cerrahi yöntemler olmasına rağmen nedeni anlaşılamayan hastalıklara çoğunlukla günahların cezası veya tanrılar için çalışan ifritlerin işi olarak değerlendirilirdi. Bunların dışında hekimler kendi
Kartal yuvası, Mezopotamya’nın tacı; diller, dinler, taşın şiiri; mütevazı gurura sahip, mert insanların diyarı kadim Mardin… Yıllarca kutlanan, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın armağanı olan 21 Kasım Kurtuluş Günü, genç bir Tarihçinin yetersiz araştırmaları sonucunda Onur Günü’ne çevrilerek, il çapındaki kutlamalar kaldırıldı. Tarih bilinci eksikliğinden kaynaklanan bu durum günlerce basında işlenerek, Mardinliler yalancılıkla suçlandı. Pireyi deve yapmakta usta bir gazetecinin bu konuyu alaycı bir şekilde işlemesi, gururumuzu rencide etti. Medyada aymazların alaylı yorumları her Mardinlinin yüreğini sızlattı. Bu alaycı yazılar halâ yazılıyor. (Bkz:https://www.kocaeligazetesi.com.tr/makale/4930410/mtanzer-unal/olmadi-sayin-bakan27.VI.2020)
Yerel Tarih araştırmaları, Genel Tarih araştırmalarından farklı metod ve kaynaklara dayanır. İlgili çağın yazılı, görsel ve mimarî eserleri, roman, seyahatname, ansiklopedi, sözlük, tarihî romanlar, vakanüvis defterleri, ferman ve beratlar, buyrultular, mezar ve duvar kitâbeleri, salnâmeler, tahrir defterleri, vakıfnâmeler, gazete, dergi ve bültenler gibi yazılı literatür, yabancı dilde yazılmış eserler, sanatsal, tarihî, mimarî ve nümizmatik eserler, resim ve fotoğraflar, harita ve krokiler, belgeler, arşiv dokümanları, buluntular, kitâbeler, cönkler, yazıtlar ve görsel / sesli video ve bant kayıtları vb. şeklinde belirleyebileceğimiz kaynakların dışında canlı ve sözlü aktarımlar dediğimiz insanlarla yapılan söyleşiler,