Sayfa Yükleniyor...
Cumartesi günü benim için hafta içi harcadığım enerjiyi topladığım, yorulan zihnimi dinlendirdiğim, kendimi yeni bir haftaya hazırladığım güzel bir gün anlamına geliyor.
Güzel bir kahvaltı sonrası çayımı aldım. Küçük bahçemde portakal ağacı altındaki koltuğuma oturdum. Bilgisayarımı açtım. Kulaklığı taktım. Bir müzik sitesinden o günkü psikolojime uygun, hafif depresif, içinde biraz da acı olan bir parça açtım. Parçayı söyleyen güzel sesli adam Kalakaldım kışın ortasında yine. Yine aldandım sonunu bile bile diye belli ki eski sevgilisine sesleniyordu. Yazın ortasında üzerime kar yağdı sanki. Kafam bulandı. Nefes almakta zorluk çektim sanki. Bir sigara yaktım. Derin bir nefes çektim. Kapattım gözlerimi bir an. Sözlerini ben mi yazdım bu parçanın? Bu kadar mı benzer şeyler yaşıyoruz bu parçayı yazanla? Demek farklı yerlerde farklı hayatlarda yaşıyor olsalar da aynı şeyleri hissedip kelimelere dökebiliyor insanlar...
Bazı duygular ortak tabi ki. Acı, üzüntü, sevgi, aşk, ayrılık ve bunun gibi bir sürü şey. İnsanoğlunun ortak özellikleri. Aradaki fark bunları yaşama derinliği. Neden bazıları daha fazla etkilenirken bazıları daha kolay atlatabiliyor. Ya da neden bazıları atlatamıyor mesela. Yaşadığı duyguların deriliğinden aklını, düzenini, hayatını kaybeden insanların hikayelerini duydum.
Neden bazı insanlar daha çok seviyorlar, neden bazı insanlar duygularını daha kolay kontrol edebiliyorlar? Ya da duygusuz davranabiliyorlar?
Bunları düşünürken gözüm kömürlüğün üzerinde bana bakan bir çift göze takıldı. Güneş gözlüğü takmış gibi duran minik bir kedi yavrusu kafasını kaldırmış, gözünü bana dikmiş bakıyordu.
Hayrola birader ne düşünüyorsun böyle? diye sordu.
Hacı derdim büyük. Gel de bir bardak süt içip konuşalım dedim.
Sağ ol. İnşallah başka sefere. Bizde süt içiyorduk. Sen buyur gel dedi.
Yerimden kalktım. Ona doğru biraz yürüdüm. Kömürlüğün üstündeki eski döşeğe uzanmış anne kedinin üzerinde 3 minik yavru annelerinin birer memesini bulmuş cork cork süt içiyorlardı.
Birader size afiyet olsun. Bende şimdi kahvaltı yaptım dedim.
Kusura bakmazsan kardeşler bitirmeden bende bir şeyler yiyeyim. Malum vahşi hayat. Bana bırakmazlar dedi benimle konuşan yavru. Oda boşta kalan memelerden birini bularak kahvaltısını yapmaya başladı.
Koltuğuma oturdum. Onlar kahvaltı yaparken seyrettim. Bir taraftan süt emiyorlar diğer taraftan da minik pençeleri ile annelerinin karnına hafif masaj yapıyorlardı. Bir belgeselde görmüştüm. Yaptıkları bu hareket süt kanallarını harekete geçiriyor, böylece daha fazla süt emebiliyorlarmış.
Yavrular karınlarını doyururken anneleri dili ile sırayla hepsinin kafasını, gövdesini teker teker temizledi. Sevdi. Herkesin bu sevgi dolu aileyi o anda görmesini isterdim. Tüm sütü emdikten sonra teker teker kalktılar, etrafta hoplayıp zıplamaya, birbirleri ile oyunlar oynamaya başladılar.
Benimle konuşan bana doğru gelmeye başladı. Birader adın neydi dedi
Deniz. Ama bazıları doktor da diyorlar dedim.
Deniz daha güzel isim. Ben sana Deniz diyeyim dedi
Yeni arkadaşımı kırmak istemedim. Peki dedim. Ben sormadan o devam etti.
Sen şimdi benim adımı soracaksın ama benim daha adımı koymadılar.
Niye
Biz genelde evlenince adımızı koyuyorlar. dedi.
Ya senin gözlerin benim oğlanın ki gibi. Sana Levent desem olur mu ? dedim.
Bana mı benziyor. Allah bağışlasın. Güzel isimmiş. Tamam, sevdim. Olur dedi.
Sanırım o da beni kırmak istemiyordu.
Ne düşünüyorsun? dedi bana.
Yav ne düşünmeyeyim ki? Ülkenin hali berbat. Birkaç yıldır ne güzel ne çatışma ne ölüm, hiçbir şey olmuyordu. Ülke hani birazcık da olsa yavaş yavaş gelişiyor, zenginleşiyordu. Silaha harcanan para sosyal ihtiyaçlara ayrılıyordu. Ne olduysa bu 7 Hazirandan sonra oldu. Ülke karıştı. Türkler ve Kürtler birbirini öldürmeye başladı. Çocuğu nasıl olsa ölmeyecek zengin birileri ya da onların yazdıkları ile coşan başkaları da sürekli öldürmeye devam. Sonuna kadar deyip duruyorlar. Benim pek umudum kalmadı. Kaçıp daha sakin bir ülkeye gitsem mi diye düşünüyorum dedim.
Kedi levent sözümü kesmeden dikkatle dinliyordu. ölüm, öldürmek deyince siyah kulakları dikildi.
Birader bu Türkler ve Kürtler farklı türler mi?
Nasıl yani? dedim
Yani birader bunlar mesela biri aslan biri ceylan mı? Ya da senin anlayacağın şekilde sorayım. Bunlar biri kedi biri köpek türü mü? diye sordu.
Bir an düşünür gibi oldum. yoo. İnsan ikisi de yani Aynı cinsler. Ama biri diğerine göre daha cins olduğunu iddia ediyor dedim.
Hımm dedi, patisi ile yeni çıkan bıyığını temizleyerek. Eee o zaman sizin ülke de yem az dedi.
Birader sende enteresan anlatıyorsun. Yem ne ki dedim.
Kardeşim ben kediyim gördüğün gibi. Kedi dilinden anlatmaya çalışıyorum. Yani kavganın nedenini bulmaya çalışıyorum. Biz genelde yemek için kavga ederiz de ondan dedi
Haa. Öyle desene. Yok, valla yemek çok bizim ülke de. Hatta 5 milyon Suriyeli bile doyuruyoruz dedim.
o zaman sizin alan azdır dedi. Anlamadığımı görünce devam etti. Bak birader bizim kendimize ait av alanımız oluyor. Bunları çişimiz ile işaretliyoruz. Böylece rakipler bu alana girmiyorlar. Ama kedi çok, alan az olursa kavga ediyoruz o zaman
Yok be Leventcim. Valla oda değil. Ülkemiz dünyanın en büyük ülkelerinden birisi. Alan geniş. İsteyen istediği kadar sağa, sola çiş yapabilir dedim.
Yav kardeşim Allahtan belanızı mı istiyorsunuz? Nedir paylaşamadığınız ki o zaman? dedi kaşlarını çatarak.
İnan ki bende bilmiyorum dedim.
Diğer bıyığını sıvazladı. Biraz düşündü. Oyun oynayan kardeşlerine baktı. Sonra tekrar dönüp bana baktı. Sevgili doktorum, pardon Denizcim. Sana Deniz diyecektim değil mi? Galiba sizin sorunu anladım dedi.
Hiç ses çıkarmadan dinliyordum. Benim anlamadığım sorunu bu küçük kedi yavrusu mu çözmüştü?
Bak Deniz, şu sütünü emdiğimiz, bizi seven, bize bakan, büyüten, bizim için kendini her türlü tehlikeye atan kişi var ya ona anne diyoruz. O bizim annemiz. Bizi o kadar çok seviyor ki biz de birbirimizi. Biz birbirimiz ile sadece oyunlar oynarız. Birbirimiz öldürmeyiz. Peki babamız nerde? Allah bilir nerede. Biz hiç görmedik. Bir kere bile yanımıza gelmedi, bizi sevmedi, kafamızı yalamadı, yemek getirmedi. Annemin dediğine göre bizi görse öldürüp anneme tecavüz edermiş. Yani böyle kötü biri.
Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözlerimi hiç çevirmeden onu dinlediğimi görünce Galiba sizi baba kedi büyütmüş. Sizde sevgi eksik Deniz sevgi dedi.
Düşündüm hakikaten doğru söylüyordu. Türkler, Kürtlerin ölümü ile seviniyor yok edelim, öldürelim, yakalım, bombalayalım, hepsini asalım diyorlar. Kürtlerde aynı şeyleri düşünüyorlar gördüğüm kadarıyla. Bunu görmek için çok uzağa gitmeye gerek yok. Bakınız Şekil 2A: Facebook paylaşımları.
Bizden olmayanı öldürelim diyenlerin dışında ortada olan büyük bir topluluk ise Şimdi bir şey dersem yanlış anlaşılır. En iyisi susayım deyip ölümlere seyirci kalabiliyor.
Valla Leventcim tam teşhisi koydun. Ne diyeyim bir hayvan kadar sevgi dolu olamayabiliyoruz dedim.
Abi vahşilik sizin genetiğiniz de var. Mesela biz kimseyi zevk için öldürmeyiz. Siz ise birçok türü yok ettiniz dedi. Mahcup oldum. Canım sıkıldı. Bir çay alma bahanesi ile ayrılmak istedim.
Abi ben bir çay alayım. Sen de bir süt alır mısın dedim.
Denizcim. Süt süt nereye kadar. İçimiz dışımız süt oldu. Sen bir ara bir kilo ciğer alırsan makbule geçer. Yalnız dikkat et kasap ciğere acı koymasın. Vahşileştiriyor bizi dedi.
Ya istediğin ciğer olsun. Ayıp ettin dedim.
Deniz hocam dedi ciddileşerek. Sakın ola sizin yemeğe başkaları bir şey koyuyor olmasın? dedi. Harbiden ya. Ben niye düşünemedim Kim yemeğimize bir şey koyuyor acaba diye tekrarladım.
Ablamın sesi ile uyandım. acıktın mı kurban olduğum dedi. Yok abla oda nerden çıktı dedim. Yemek yemek diye sayıklayıp duruyorsun da dedi. Yok be abla. Demek ki rüyamda yemek görmüşüm dedim.
Koltukta müzik dinlerken uyumuşum.
Kalktım. O esna da kedi ile göz göze geldik. Kardeşleri ile oynuyordu. Yemeğe dikkat. Birileri acı koyuyor olabilir der gibiydi.
Sahi yemeğimize, aramıza kim ne koyuyor? Farkında mıyız?