Sayfa Yükleniyor...
Bu yazı çizi işini gittikçe sevmeye başladım. Bir şey yaratıyor olmak bana oldukça keyif veriyor. Yeni keşfettiğim bir özelliğim değil bu tabii ki. Ortaokul döneminden itibaren Türkçe ve edebiyat derslerine özel bir ilgi duyuyordum.
Hikayeler, şiirler yazıyordum.
Hatta bir çizgi filmden etkilenerek, Orman Kurtları diye bir romana bile başlamıştım. Bütün bunları çok değerli öğretmenlerime, en başta rahmetli Sadık Uyan ve Ayla Özaltına borçluyum.
O dönemde yazmayı bırakmamış olsaydım belki de bugün Türkiyenin en büyük roman yazarlarında ya da şairlerinden biri olabilirdim.
Ama eğer bugün edebiyat camiasında Deniz Arslan damgası yoksa, benim yerime Nobeli yine öğretmenlerim yüzündendir.
Nasıl mı?
Anlatıyorum;
Efendim seksenli yılların sonu. Dolma kalemler modası var. Televizyonda dans eden kalem scrickss reklamlarına hayranlıkla bakıyorum. Ancak bir dolma kalem alacak paramızda yok. Kalem rüyalarıma giriyor adeta.
Ertesi gün okula gittim. Sıra arkadaşım öğretmenler günü için bir şiir yarışması olduğunu, ödül olarak da scricks dolmakalem verildiğini, yarın şiirlerin teslim edilmesi için son gün olduğunu söyledi bana. Önümdeki sırada oturan platonik aşkım Aybenize küçük kağıtlara yazıp attığım dizeleri saymazsak çok da büyük bir şiir tecrübem yoktu. Ancak o dolmakalemi istiyordum.
Okul olarak toplu halde Güzelbahçede Avni Akyol Anadolu Lisesinin açılışı vardı ve oraya gelecek olan yetkilileri karşılamak, ortamı kalabalıklaştırmak için götürüldük. Arkadaşlarım türlü türlü yaramazlıklar yapıp şakalaşırken ben bir köşe de elimde kalem kağıt 24 Kasım öğretmenler günü için şiirimi yazmaya başlamıştım.
Bembeyaz elleri kara tahtayı, bir ışık gibi aydınlatıyor.
Bilgiye susamış çocukları bir anne gibi eğitiyor.
Dizeleri ile başlayan beş kıtadan oluşan bir şiir yazdım.
Ertesi gün şiiri teslim ettim.
Aradan kaç gün geçti bilmiyorum.
Ben 4-B sınıfında okuyordum ( Yani Lise birinci sınıf ). Bir öğretmenimiz rahatsız olduğu için o dersimiz boştu. Nedense o yaşlarda enerji fazlalığını sıraların üstüne hoplayıp zıplayarak, birbirimize pandik atarak ya da birbirimize bir şeyler fırlatarak atıyorduk. Bu esnada düzeni korumakla görevli sınıf başkanı da bazen uyararak bazen de adınızı yazar öğretmene veririm diye tehdit ederek bizi hizaya getirmeye çalışıyordu.
Başkanımız Gürsel Demir bir çok başkanın aksine ispiyonculuk özellikleri olmayan, zorda kalmadıkça bizi öğretmene şikayet etmeyen, sevdiğimiz bir arkadaşımızdı.
Kapı birden açıldı. 4-C sınıfının edebiyat öğretmeni sınıfa girdi. Birçoğumuz o genç ve güzel edebiyat öğretmenine hayrandık. Hayranlığı aşan hayallerimiz de vardı. Ama adı üstünde hayaldi onların hepsi.
Öğretmen masasına oturdu. Hepimiz susmuş, hayranlıkla onu seyrediyorduk.
Çocuklar öğretmeniniz rahatsızlanmış. Dersiniz boş. Ben nöbetçi öğretmen olduğum için geldim. Serbest olarak sessizce dilediğinizi yapabilirsiniz dedi. Önünde bir kitap ve içinde birkaç el yazısı sayfa vardı.
Aradan biraz zaman geçti. Birden Deniz Arslan kim? diye sordu.
İçim cız etti. Demek Gürsel beni satmış, konuşanlar listesine benim adımı yazıp hocaya ispiyon etmişti. Hayran olduğum kadından azar işitmek, kulağımın çekilmesi ve belki de dayak yeme olasılığı karşısında gözlerim doldu.
Ses çıkmayınca hoca ikinci kez, bu sefer daha yüksek sesle seslendi
Deniz Arslan kim? dedi.
Sınıfta herkes benim olduğum tarafa bakıyordu.
Devamı yarına