Sayfa Yükleniyor...
‘Batı Karadeniz’de nereyi görelim?’ diye sorduğumuz arkadaşlarımızın pek çoğu ‘Mutlaka Safranbolu’yu görün’ demişlerdi.
‘Safranbolu’nun nesi meşhur?’ dedik.
‘Gidince görürsün’ dediler.
Görmeden dönmek olmazdı.
Zonguldak’ı ana karargah olarak belirlemiştik. Yenice yolu üstünden önce Safranbolu’na doğru yola çıktık. Yenice’de Ihlamur Teras’a çıkıp muhteşem bir doğa manzarası eşliğinde çay molası verdik. Yaz günü olmasına rağmen yukarılarda serin bir hava vardı. Arapların son yıllarda Karadeniz Bölgesi’ne olan ilgisini o temiz, bol oksijenli havayı içimize çektiğimizde daha iyi kavramıştık.
Sonra tekrar yola koyulduk.
Safranbolu’ya vardığımızda bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Bayram tatilini fırsat bilen herkes bizim gibi oraya akmıştı. Trafik gıdım gıdım ilerliyor, vakit arabada geçiyordu. ‘Bu böyle olmayacak’ deyip aracı Safranbolu’ya gelmeden bir patikada bıraktık. Arnavut kaldırımlı sokaklarda 17. yüzyıl Osmanlı mimarisinin günümüze ulaşan en güzel örnekleri olan Safranbolu evlerini seyrederek yürüdük. UNESCO tarafından, 1994 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan evler şehrin iki yamacına karşılıklı dizilmiş, birbirinin manzarasını ve güneşini engellemeyecek şekilde inşa edilmişti. Evler inşa edilirken harçlarına yumurta akı katılarak daha sağlam ve depreme dayanıklı hale getirildikleri söyleniyor.
Dolaşırken büyük bir Japon turist grubuna denk geldik. Rehberleri ‘ Kızılırmak ile Filyos ırmağı arasında kalan bu verimli bölgede, Hititler, Firigler, Persler, Helenistik Krallıklar (Pondlar), Romalılar, Selçuklular, Candaroğulları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği sürmüştür. Bu bölge İstanbul Sinop arasındaki kervan yolları üzerinde yer aldığı için hanlar, kaleler ve hamamlar inşa edilmiştir’ diyordu.
Çaktırmadan grubun içine karıştık. Hem dolaşıyor hem de bedava bilgi alıyorduk. ‘Safranbolu ismi adı toprağında çok yetişen ve dünya üzerinde oldukça değerli bir baharat ve gıda boyası olarak tüketilen safran bitkisinden gelmektedir. Evler alt katları hayvanlar için ahır, üst katlarında ev ahalisi için odalar şeklinde inşa edilmiştir’ dedi rehber.
Merkeze indiğimizde ‘Şimdi serbest zaman, bir saat sonra burada buluşuyoruz’ dediğinde Uzak Doğulu misafirler ellerinde küçük kitapçıklarla çekirge sürüsü gibi sağa sola, el eşyası, sabun, koku ve yöresel baharatların satıldığı dükkanlara dağıldılar.
Bu kadar çok uzak doğulu turist Safranbolu’yu nereden duymuştu?
Biz de meydanda küçük bir boşluk bulup biraz nefeslendik.
Pek çok turistik yer gibi çok kalabalıktı. Herkes bulabileceği en güzel köşede arkadaşları için ya da kendisi için resimler çektiriyordu. Biz de onlar gibi yaptık.
Hava kararmak üzereydi ve daha gezilecek çok yer vardı.
Tokatlı Kanyonu’nun en iyi izlenebileceği noktaya, yerden 80 metre yükseklikte yapılmış kristal terasa gittik. Ama kalabalıktan 70 tonu kaldırabilecek kapasitede dedikleri kristal Terasa ‘ne olur, ne olmaz’ diye çekindiğimden çıkmadım. Oysa tam da uçurumda yapıldığından ve bastığınız yerin, ne kadar yüksekte olduğunu görebildiğinizden, heyecan verici bir deneyimin olabilirdi. Biz yapmadık ama size tavsiye ederiz.
Hava kararmıştı ve yemek yemek için Karabük merkeze geldik ama merkezde bu kadar Turist yoğunluğuna rağmen oraya özgü yemeklerin olduğu bir yer yer bulamadık.
Karabük’te Urfa kebabı yiyip dönüş yoluna çıktık.
Evet sevgili dostlar;
Bir gezimizin daha sonuna geldik.
Umuyorum bu yolculuktan siz de bizler kadar keyif aldınız.
Bir dahaki yolculukta görüşmek üzere...