Sayfa Yükleniyor...
Dünkü yazımda otostop çeken Ukraynalıları, sıcak bir ağustos akşamında, spor amacı ile bisiklet sürerken gören, genç, yakışıklı, karizmatik, sportif ve yüreği insan sevgisi ile dolu birinden bahsetmiş ve Kim bu genç? diye sormuştum. Posta kutum dünden beri Biz bu kişiyle tanışmak istiyoruz diye yazan mailler, mesajlarla doldu. Ama zaten siz bu kişiyi tanıyorsunuz. Efendim sizinde tahmin ettiğiniz gibi o genç bendenizden başkası değil. Zaten bu kadar sıfatı bir arada görünce eminim sizin de aklınıza başka kimse gelmemiştir.
Ukraynalı arkadaşlarımla nasıl karşılaştığımı anlatıyordum. İsteyen daha önceki yazılara baksın. O zaman bu yazıyı daha iyi kavrayacaktır. Biliyorum pek azınız daha önceki yazıyı okuyacaksınız. Sorun sizde değil. Sorun eğitim sistemimizde. Üç beş satırdan sonra kafada bir ağrı, gözde bir kuruluk başlıyor. Çünkü küçüklükten itibaren okumaya alışmamışız ki. Hem okuyup ne yapacağız ki? Bir yeteneğimiz varsa- hatta bir yeteneğin yoksa bile ağzını saçma sapan yayarak konuşarak video çekip koy- şans da yardım ederse bir şekilde ünlü olursan yırttın demektir.
Oysa burada, şu anda bu yazıyı yazdığım ülkede, Ukraynanın Kiev şehrinde okuma yazma oranı yüzde 98. UNESCOnun 2016 verilerine göre Türkiyede okuma yazma bilmeyen 7 milyon kişi var. Bilenlerin kaçta kaçı okuyor ya da ne okuyor? O da ayrı bir yazının konusu olabilir. Pek okumuyoruz yani vesselam. Okuyan okusun, okumayanın canı sağ olsun, sayfa bitmeden konuya döneyim.
Ukraynalı arkadaşlarımı, otostop yaptıkları yerden araba ile aldım. Aslına onları Çeşme otoban girişine kadar götürmek niyetindeydim. Ama hem yabancı misafirlere Türk insanının sıcaklığını, misafirperverliğini göstermek hem de zorda kalmış insanlara yardım etmek amacı ile onları Çeşme'ye kadar götürdüm. Aç mısınız? dedim. Bir şey demediler. Bir köfteciye gidip beraber yemek yedik. Sonra onlar Ilıca halk plajına çadırlarını kurdular.
Orada gece yarısına kadar Türkiyeden, Ukraynadan, kendimizden bahsedip sohbet ettik. Ertesi gün iş çıkışı tekrar yanlarına gittim. Burası yüzmek için çok güzel bir yer ama ateş yakıp yemek yapamıyoruz. Dışarıda yemek yemek de bize çok pahalıya gelecek. Sen bizi hem deniz kenarı hem de kamp yerinde yemeğimizi yapabileceğimiz bir yere bırakır mısın? dediler. Çeşmede böyle bir yeri bilmiyordum. Ama Karaburun yolu üstünde böyle yerler vardı. Oraya doğru yola çıktık.
Balıklıovaya yakın bir yerde deniz kenarındaki kayalıkları gösterip Burası tam istediğiniz gibi bir yer diye espri yaptım. Dur bir bakalım dediler. Vlad ve Dennis, adeta bir keçi gibi o kayadan bu kayaya atlayıp aşağı indiler. Bir süre sonra dönüp Hakikaten burası tam istediğimiz gibi bir yer. Burada kalacağız dediler. En yakın yerleşim yerine bir kaç kilometre uzaklıkta olan bu dağ başında iki kız, iki erkek hızlı bir şekilde, karanlık bastırmadan, elbirliği ile çadırlarını kurdular. Ben şaşkın bir şekilde kenardan onları izliyordum.
Çadır kurulduktan sonra su ve yiyecek bir şeyler almak için Balıklıova'ya gittik. Yaşlı bir teyze yol kenarına tezgah açmıştı. Ondan patates, biber, patlıcan, domates ve salatalık aldık. Parayı ödemek istedilerse de izin vermedim. Madem bir iyilik yapmıştım tam yapmalıydım. Bir marketten de yağ, su, yumurta gibi diğer ihtiyaçları da alıp kayamızın başına döndük. Etraftan topladıkları çalı, çırpı ile ateş yakıp patatesli, domatesli, biberli, yumurtalı, bir yemek yaptılar. Ben hariç herkes bir iş yapıyordu. Oturup yemeğimizi ateşin ışığında yedik.
Sonraki günlerde birkaç kez sünnet ettiğim hastalarımın bana getirdiği baklavaları, börekleri ve kekleri onlara götürüp onlarla beraber vakit geçirdim. Beş gün boyunca duş almadan, bütün modern aletlerden uzaktan, o kayanın üstünde kaldılar. Tuttukları balıkları ve aldığım malzemeler ile yaptıkları yemekleri yediler. Sadece gazeteci- yazar olan Patricia, laptopunu şarj etmek ve yazılarını göndermek için Gülbahçedeki bir kafeye gidiyordu. Artık turlarına kaldıkları yerden devam etmek istiyorlardı. Ancak yola çıkmadan önce bir duş alıp yıkanmak istediklerini söylediler. Onları o dönem tadilatını bitirdiğimiz ama henüz boş olan annemlerin evine götürdüm. Orada da iki gün kalıp gündüzleri İzmir'i gezdiler. Akşamları ablamın yaptığı güzel yemekleri hep beraber oturup yedik. Vlad babama anneannesini ayarlayacağı sözünü verdi. Onlar ayrıldıktan sonra da aylarca babam Vlad'ın sözünü unutmayıp Ne zaman olacak o iş? diye sordu.
Kapadokyada da bir kaç gün kaldıktan sonra başlarına bir şey gelmeden Türkiye'den ayrılıp Gürcistan'a gittiler.