Dağ Başındaki Mavi Keçi


  • Oluşturulma Tarihi : 22.03.2016 08:23
  • Güncelleme Tarihi :
Dağ Başındaki Mavi Keçi yazının resmi

 

‘Bir dağ başında yaşamak istiyorum’ başlıklı yazımı okuyan göçmen hemşirelerimden biri, ‘Doktur bey, Mırdoğan’a yerleş be ya.  Paran da va, dağ yamacında bir ev yapıve. Hem manzara güzel, hem de insalardan uzak. Geçi, goyunda besleyiverirsin’ dedi.

Birkaç defa Mordoğan’a gitmiştim ama yamacında bahsettiği yerler hiç dikkatimi çekmemişti. Daha çok Mordoğan merkez dedikleri deniz kıyısındaki yerlere gitmiştim. Küçük bir Ege köyü ama Türkiye’nin tüm kıyı bölgelerinde olduğu gibi kıyıya sıfır, iç içe giren, plansız, projesiz evler nedeniyle kıyı bozulmuş, tekne ve yatların pislikleri ile de deniz kirlenmiş,  girilemez hale gelmiş.

Artık evleri yıkmak mümkün değil çünkü zamanında belediyeye parayı bastıran ruhsatı almış. Belediye de ne yapsın kıyıyı doldurup duruyor. Güzelim deniz kıyısını daha da yaşanmaz hale getiriyor.

Mordoğan merkez bu nedenle hiç ilgimi çekmedi. Denize girmedikten sonra deniz kıyısını ne yapayım ki?

Ama hemşiremin bahsettiği dağın eteğindeki evleri görmek istedim. Hafta sonu arabamıza atladığımız gibi oraya gittik. Dağın zirvesine yaklaşıp Körfez’e baktığımızda müthiş bir manzara vardı. Karşıda Foça, bizim tarafta Karaburun Yarımadası’nın arasından içeri giren masmavi Ege Denizi, içindeki küçük büyük adalar ile adeta küçük bir süs gölü gibi duruyordu.

Bir taşın üstüne oturup manzarayı seyrettik. Sonra tekrar tepeye doğru çıktık. Yamacın en tepesindeki evlerden birisinde mavi bir keçi amblemi gördük. Eski Ege köy evleri mimarisi ile yapılmış, yarı taş, mavi bina oldukça görkemliydi. Açık kapısından içeri girdik. Bir taraftan merak edip içeriyi görmek istiyor, diğer yandan üzerimizde özel bir mülke girmiş olmanın tedirginliği ile etrafa bakıyoruz.  Döneceğimiz esnada yukardan, “Buraya kadar gelmişken bir kahvemizi için” diye bir ses geldi.  Kültürümüzde nazik bir daveti reddetmek olmaz.

Yukarıya çıktık ve Derya hanımla tanıştık. Parlak gümüş, ortasında mor meç atılmış farklı saç modeli benim dikkatimi çekti. Daha sonra hikayesini öğrendiğimde sadece saçının değil aslında kişiliğinin de ne kadar farklı olduğunu gördüm.

İstanbul’un hengamesinden sıkıldığı ve ‘Artık çok insan görmeyi kafam kaldırmadı’ dediği bir gün (Benim hikayeme ne kadar da benziyor değil mi?’) İstiklal Caddesi’ndeki işyerini satıp bu dağ başına gelmiş. ‘İstanbul’dan kaçıp sessizlik isteyen ve insandan uzaklaşmak isteyenler Bodrum gibi, Kaş gibi, Fethiye gibi yerlere gidiyorlardı. Bende buraya gelip bu oteli en ufak detayına kadar kafamdaki gibi yaptım. ‘Buranın otel olduğu belli değil ama’ dedim şaşırarak. ‘Laf aramızda çok da belli olsun istemiyorum. Bilen geliyor zaten’ dedi.

Oteli gezdik. Odalara yaşamın kaynağı olan hava, su, güneş, toprak gibi isimler konulmuş. Odaların içi hem bir lüks oteldeki gibi konfora ve müthiş bir manzaraya hem de bir köy evindeki gibi otantik o bölgeye özgü süslemelerle döşenmiş.

Hemen o gece orada kalmaya karar verdik.

Sadece kuş cıvıltıları, bol oksijen ve müthiş bir Körfez manzarası eşliğinde çayımızı kahvemizi yudumlarken her şeyi unuttuk.

Sabah horoz sesi ve keçi melemeleri ile uyandık. Doğa, bizi ‘Uyanın tembeller’ diye uyarıyordu. Dağ havası insanın iştahını mı açıyor yoksa kahvaltıda yediğimiz tavuğun altından yeni çıkmış köy yumurtası, keçi peyniri, müthiş lezzetli, ev yapımı portakal ve armut reçeli mi çok lezzetliydi bilemiyorum. Yedikçe yiyesi geliyor insanın.

‘Neden Mavi Keçi ismini koydunuz?’ dedim. ‘Çünkü kafama koyduğumu yapacak kadar inatçı bir keçiyim ve farklıyım’ dedi.

‘Peki, niye böyle güzel bir yerin reklamını yapmıyorsunuz?’ dedim. ‘Biz herkes gibi olmak istemiyoruz. Bilen bilsin sadece’ dedi.

Benim hayalimi gerçekleştiren Derya Hanım ve iki yardımcısı sayesinde güzel bir hafta sonu geçirdik. 

Vakit gelip de aşağıya, gerçek hayata indiğimde televizyonlarda  ‘canlı ama kansız’ bombanın kendini patlattığını, ‘kalabalık yerlerden uzak durun’ diye tavsiye edildiğini, Başbakanın 20 Mart’tan sonra Avrupa’ya giden tüm göçmenlerin Türkiye’ye iadesini kabul ettiğini,  bizi hiçbir zaman aralarına almayacak olan ama ‘Bunları da alırsanız belki girersiniz’ diyen Avrupa Birliği ile anlaşmayı imzaladığını gördüm.

Kahroldum, sinir oldum. ‘Keşke Mavi Keçi’ den aşağıya hiç inmeseydim’ diye içimden geçirdim.

Dağ Başındaki Mavi Keçi
Dr. Deniz Arslan
Yazarımız Kim ?

Dr. Deniz Arslan