Sayfa Yükleniyor...
Tıp fakültesinde okuduğum zamanlar.
Uludağ öğrenci yurdunda tanıştığımız, bir yıl yan yana odalarda kaldığımız üç arkadaş beraber eve çıkmaya karar verdik. Nedense eve çıkma modası vardı ve bizde modaya uymuştuk.
Birinci sınıfı bitirip tatile çıktığımızda konuyu ailelerimize de açtık. Bizim orada annesiz babasız olanların yerleştirildiği yetiştirme yurtlarının halk arasındaki adı yurt tu. Yurt dediğim de annemin aklına yetimlerin kaldığı yer gelirdi. Bu yüzden Ben Yurttan çıkacağım dediğimde rahmetli annem Çık tabi. Ne işin var yurtta. Senin anan baban sağ çok şükür demişti.
Ancak paranın esas kaynağı babamı da ikna etmek gerekiyordu.
Baba ben yurttan çıkacağım dedim.
Neden? dedi.
Baba hoşlandığım bir kız arkadaşım var. Her gün dışarıda kafelerde çay- kahve pahalıya geliyor, sende az para gönderiyorsun, Ne bileyim belki arada bize gelir, hem çay kahvemiz daha ucuza gelir hem de ders çalışırız desem eve çıkmama izin vermeyeceğini biliyorum.
Rahat ders çalışamıyorum dedim.
Yurtta kaç kişi kalıyor? dedi.
Bilmem belki 3-4 bin kişi dedim.
Evladım onlar ders çalışabiliyor da sen neden çalışamıyorsun dedi.
Baktım ki o yol tıkanmaya doğru gidiyor, izin alamayacağım, hemen bir manevra yaptım.
Baba bizim yurt çok siyasi bir yer. Her gün sağ sol kavgaları oluyor. Silah, bıçak, sopa birbirlerin giriyorlar. Bizde arada kalıyoruz dedim.
Babam köylü adam ama herkes gibi sağ-sol olaylarını, bu olaylarda boşu boşuna ölen insanları biliyor. Ben okumaya gittiğimde de Oğlum sen derslerine bak. Öyle siyasi konulara karışma diye sıkı sıkıya tembihlemişti.
Zayıf yerinden vurmuştum. Madem öyle çık o zaman diye müsaadeyi verdi.
Biz ev ararken müstakbel ev arkadaşım Hakanın ailesi de bizimle beraber Bursaya geldiler. Babası (Allah Rahmet etsin ) Ahmet amca hem esnaflık hem de siyaset yapıyor olduğundan çevresi çok genişti. Benim bir hemşerim var burada onun yanına gidelim evvela dedi.
Giyim mağazası olan arkadaşı bizi çok sıcak karşıladı. Çay-kahvelerimizi içerken Ahmet amca Bu delikanlılara ev bakıyoruz dedi. Hakan ve ben çayları getirip götüren güzel tezgahtar kızlara bile bakamadan, gözümüz sürekli yerde, el pençe divan, ayakta bekliyoruz. Adam bizi tekrar tekrar baştan aşağı süzdü. Bizim burada Dursunbeyli bir hemşerimiz var. Nohutçu Osmanın oğlu Sami. Marangoz Sami derler ona. Kendine 3-4 katlı bir ev yapmıştı. Belki bir katını bu delikanlılara verir dedi.
Yazıyı çok uzatmayalım, uzun yazı olunca okunmuyor sonra.
Sami Abinin dükkanına gittik. Oda Ahmet amcayı büyük bir saygı ve hürmetle karşıladı. Sebebi ziyaretimizi açıkladığımızda Ben aslında evi bekarlara vermeyi istemem. Ama siz babamın da arkadaşısınız sizi kıramam. Bazı kurallarım var, kabul ederseniz anlaşabiliriz. Eve gece saat 10dan sonra giriş-çıkış olmaz, eve kız giremez, eve başka erkekler de gelirse benim haberim olacak, evde öyle yüksek sesle müzik çalınmayacak, parti marti olmayacak dedi. Eve çıkar biraz daha özgür oluruz, rahat ederiz derken yurttan daha sıkı kuralları olan bir yere gelmiştik.
Ahmet amca Benimde istediğim de bu. Bu kuralların dışına çıkarlarsa al sopayı, eti senin kemiği benim döv onları diye ekledi. Kuralların üstüne birde dayak yeme olasılığı olan bir ortam
Bu niye aklıma geldi şimdi?
Türkiyenin son günlerdeki hali aklıma Rahmetli Ahmet amca ve Sami Abiyi getirdi. Daha özgür, fikirlerin rahatça ifade edilebildiği, kimsenin kimseye karışmadığı bir ülke hayal ediyorken gidişat biraz daha Sami abinin evi gibi, kuralların çok sertçe uygulandığı bir yer oluyor gibi.
Üstelik fikirlerini ifade edenlerde Ahmet amcanın Sami abiye önerdiği gibi sopalanmak ile de karşı karşıya...