Sayfa Yükleniyor...
Katar Havayolları'nda yolculuğumuza devam ediyorduk.
Kardeşim ne yolculukmuş bu bir türlü bitmedi. Ne zaman Taylanda varacağız? diyorsunuz.
Haklısınız.
Taylanda varmak öyle kolay değil ki. Uzun bir yolculuk yani. Doğal olarak bu yolculuk sırasında yaşadıklarımız bir iki yazıya sığmaz.
Hostesin Yemekte ne alırsınız? sorusu ile yandaki şişman çift ile ilgili düşüncelerimizden sıyrıldık.
Türk usulü tavuk pilav, salata ve içecekler ile yemeğe başladık. Yandaki kilolu abi ile dirsek savaşı arasında yemeğe başladım. Kilolu Arap turist yemeğe öyle bir saldırdı ki tüm tavuk pilav bir lokmada bitti. Meğerse yemek sınırsızmış. Abi bir porsiyon daha istedi. Birader hadi saman senin değil samanlıkta mı senin değil, az biraz rejim yap diyecektim. Şimdi adam sinirlenir kavga etmeyi bırak kocaman gövdesi ile beni sıkıştırsa maazallah uçağın camı, çerçevesi adamın kuvvetine dayanamaz, patlar ya da arada nefessiz kalırım. Bana ne canım, patlayıncaya kadar yesin deyip dışarı bakmaya çalıştım.
Ünlü bir düşünür Dünyadaki açlık fakirleri doyuramadığımızdan değil, zenginleri doyuramadığımızdan demişti. O aklıma geldi. Sonra her yıl haçta kesilen yaklaşık 5 milyon küçük baş hayvanin eti nereye gidiyor anladım.
Kitabıma tekrar konsantre olmaya çalıştım. Bir ara küçük tuvalet ihtiyacım oldu, ancak bu arkadaşları yerinden oynatırsam uçağın dengesi bozulur diye düşünerek biraz kendimi sıkmaya karar verdim. Zaten uçaklarda oldum olası tuvalet kullanmayı sevmem. Hele ki sizden önceki yolcu bağırsak bozmuş ya da baharatlı şeyler yemişse ondan sonra o küçücük yere bir kaç dakikalığına girmek bir işkenceye dönüyor.
Katar Hamad Havalimanında indik.
Adamlar zaten benim düşündüğümü önceden düşünmüşler. Çok yiyip içen bir yolcunun ihtiyacı ne olabilir? deyip, cevabı olan Tuvaleti hemen her köşede yapmışlar. En yakın yere kendimi attım. İçeri girdiğimde yakası bordo geri kalan yerleri gri önlüğü giymiş Hintli görevli önünde eğilerek «Welcome sir » dedi. Bir an acaba tuvalet yerine aceleden restoran kısmına mı girdim diye giriş levhasına baktım. Hayır tuvaletti burası. Görevli her iki eli ile içeriye buyur etti. İçeri girdiğimde Beni takip edin deyip önümden yürüdü. Birader çok kalmayacağım bir tuvalet yapıp gideceğim diyecektim. Ama adam öyle sevimliydi ki Dur bakalım ne yapacak? diye merak da ettim.
Tuvaletin kapısını açtı. Kolonyalı mendil ile zaten tertemiz olan tuvaletin kapağını sildi, sonra peçete ile kuruttu, kapağın üzerine tuvalet kâğıtlarını serdi. Şaşırdım. Adam beni kraliyet ailesinden falan mı zannetmişti acaba? Ya da ben kraliyet ailesi için olan yere girdim diye düşündüm. Adam tüm sevimliliği ile bana Buraya oturun diye oturağı gösterdi. Valla bak iyi oldu, oysa ben oraya tüneyecek diye düşünüyordum diye içimden geçirdim. Demek hala oraya tüneyenler de varmış. (anti parantez Almanyaya ilk giden Türklerin buradaki alafranga tuvaletleri bilmedikleri için, ya da abdestleri bozulmasın diye tuvaletlerini tüneyerek yaptıkları, tuvalet kapaklarının kırıldığı, bu yüzden Almanların tuvaletlere nasıl tuvalet yapılacağını gösteren levhalar koydukları söylenir)
Adam hala bekliyordu. Araba parkeden adam, otellerde valiz taşıyan, odayı gösteren adamlar biliyordum da tuvaleti göstereni ilk kez gördüm. Bir yaşıma daha girdim yani.
Ne yapacak acaba? Ben ona, o bana bakıyordu. Bir bahşiş verem de gönderem yoksa onun önünde yapamam diye aklıma geldi. Elimi cebime attım hep 100 dolarlar vardı. Bir tuvalet için bu kadar fazla deyip elimi diğer cebime attım. Türk paralarından 5 lira verdim. Elimi bak bu çok iyidir anlamında işaret edip onu gönderdim.
Rahat rahat, keyfimce tuvalette uzun süre kaldım. Çıktığımda çocuk kapımda bekliyordu. Ulan rezil olduk diye düşündüm. Elimi yıkama yerine götürdü. Elimi yıkadım havluyu verdi. Bu da sus payı olsun diye bir 5 lira daha verdim, çıktım.
Devam edecek