Sayfa Yükleniyor...
Bilgisayar ekranında, boş kaldığım diğer zamanlarda yaptığım gibi bir şeyler okurken, dışarıdan Nerede bu doktorun odası acaba? diye bir ses duydum. Kalkıp kapıyı açtım. Karşımda masmavi gözlü, fötr şapkalı, yaşlı bir amca, bir elindeki kâğıda bir kapıdaki monitore bakıyordu.
Nereyi arıyorsun amca? diye sordum.
Doktoru arıyorum dedi.
Benim dedim. Ancak o hala elindeki kağıdı okumaya çalışıyordu. Daha yüksek bir sesle Aradığın doktor benim amca dedim. Bu sefer ne dediğimi duymuştu. Doktor sen misin evladım dedi aradığı şeyi bulmanın mutluluğu ile.
Evet amca benim. Buyur gel içeridedim. Kapıyı açarak sandalyeyi gösterdim. O oturduğunda ben de karşısına geçip yerime oturdum.
Buyur amcacığım. Ne şikâyetin var? dedim
Evvela ben kendimi tanıtayım. Ben emekli Öğretmen İsmail dedi. Birden yaşından beklenmeyen hızlı bir hareketle elini şapkasına atıp çıkardı. Afedersin doktor oğlum. Unutkanlık işte dedi mahcup bir ifade ile. Hep öyle yapar eski insanlar. Şapkasını karşısındakine saygı ve hürmet için odaya girmeden kapıda çıkarırlar. Rahmetli anne ve babamı mı hatırlattığından mı yoksa böyle bir saygı ve hürmet gösterdiklerinden mi bilmem, yaşlı hastalara daha bir farklı yaklaşıyorum sanırım. Sevgiyle yüzüne baktım. Biraz kendinden bahsetti. 91 yaşında, Adana teknik mektebinden mezun olmuş, Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden İlk görev için at üstünde dereler, dağlar aşarak gittiği Karsın bir köyünü, orada önce onların Türkçe- Azerice karışık dillerini nasıl öğrendiğini, yetiştirdiği, meslek sahibi yaptığı öğrencilerini anlattı.
Bir çok çocuğu okutup meslek sahibi yaptım. Ama keşke kendi evladımı okutmasaydım dedi.
Şaşırmıştım. Her insan çocuğunun okuyup meslek sahibi olmasını isterdi. Neden pişmansın? dedim.
Okuyup Mühendis oldu, Çine gitti. Baba burada daha iyi kazanıyorum diyor. 20 yıl oldu. Sene de bir defa ya görüyoruz ya görmüyoruz. Tek evlat... Kapımızı çalan kimse yok. Okutmasaydım hiç olmazsa yanımızda olurdu. Torun sahibi olurduk belki. Orada bankada mı ne çalışan bir kadınla evlenmiş o da çocuk yapmıyor. Niyeti neyse artık! Zaten Türkçe de bilmiyor. Oğlum gâvur alma dedim ama kime dedim. Evladımıza hasret gideceğiz. Ölsek cenazemize bile gelemez belki dedi.
Tek çocuk mu? dedim.
Ahh ahh. Keşke 3 tane yapsaydım. Hiç olmazsa biri yanımızda olurdu şimdi dedi. Biraz soluklandı. Kendi kendine kızıyormuş gibi başını salladı. Sen de kaç tane ? diye bana döndü.
Tek dedim. Bir an için kendimi yaşlanmış yalnız ve oğluma hasret biri gibi düşünmüştüm.
Artık gözler görmüyor, kulaklar duymuyor, bacaklar gitmiyor, kalp tekliyor... İnsansevdiklerini yanında arıyor ama hayat... Ona da kızmıyorum. Mutlu olsun da... dedi. Gözleri dolmuştu bunları söylerken... Biraz daha konuşsa yaşlar boşalacaktı.
Neyse senin de vaktini aldım. Şu ilaçlarımı yazıver sana zahmet dedi.
İlaçlarını yazdım, reçetesini verdim. Kâğıdı özenle katlayıp cebine koydu. Sonra yavaş yavaş, bastondan güç alarak ayağa kalktı. Allah ısmarladık. Gelecek aya görüşür müyüz bilmiyorum. Hakkını hela et dedi fötr şapkasını sallayarak.
Ağır ağır yürüdü gitti