2

Muhafazakarlar da çok okuyor


  • Oluşturulma Tarihi : 04.02.2017 06:42
  • Güncelleme Tarihi :

Alanya’ya ikinci gelişim. Ancak bu sefer başka bir gözle bakıyorum buraya. İlimdar Can Çekirdek’in kasap dükkanı hangisi olabilir diye okuduğum kitaptaki tasvirlerden dükkanı tahmin etmeye çalışıyorum. Peki acaba çevredeki yüksek dağlardan hangisi Gigi Dağı? Ya İpar gülü o dağların yamacındaki hangi yaylada yetişiyor? Diye merakla etrafa bakıyorum.

Bu yazdıklarım size bir şey ifade etmediyse yazar Mehmet Mollaosmanoğlu’nun son kitabı Domuz Kasabı’nı okumamışsınız demektir. Pek çok Türk vatandaşı gibi çıkarcı, parayı seven, kurnaz biri olan kaçak domuz eti satıcısı, Kasap İlimdar’ın, ülkesine kaçarcasına giden bir yabancıdan çok ucuza kapattığı bir villanın gizli bir bölmesinde, eski bir vasiyeti bulması ile hikaye başlıyor. Daha fazla para edebilecek değerde şeyler görmek gayesiyle kağıtta yazılanları bulmak için yola çıkan İlimdar, bir olaylar dizisi sonucu kendini 16. yüzyılda Doğu Türkistan’da yaşayan Dilşad Hatun’un trajik hikayesinin içinde buluyor.

Daha detaylı bilgi verirsek işin tadını kaçırmış oluruz. Tıpkı ‘Şu film nasıl?’ diye sorduğunuz bir arkadaşınızın, ‘Film harika şöyle başlayıp şöyle devam ediyor ama keşke şöyle bitmeseydi’ deyip tadınızı kaçırması gibi olmasın.

Bu kitapta anlatılanlar bana rahmetli babamın çocukken bize anlattığı hikayeleri hatırlattığı için ben büyük bir heyecanla okudum.

Mehmet Mollaosmanoğlu kimdir?

Alanya’ya gelmişken, burada yaşayan, bu güzel kitabın yazarına kitabımı imzalatmadan ayrılmamalıydım.

Uzun zamandır Mehmet Mollaosmanoğlu’nu sosyal medyadan takip ediyor, zaman zaman da yazılarımla ilgili fikir alışverişinde bulunuyorduk. Mehmet Bey’e Alanya’da olduğumu, vakti varsa bir çay içimlik uğramak istediğimi söyledim. ‘Memnuniyetle, bekliyorum’ dedi, adresi verdi.

Mehmet Bey’in Domuz Kasabı romanı dışında hiçbir kitabını – ki bu 10. kitabı- okumadığım için de cehaletim belli olur korkusu yaşıyordum. Dile kolay ben bir köşe yazısı yazmak için kıvranırken kendisi 10 kitap yazmıştı.

Çok kitap okuyan biri olduğumu iddia edemem. İşi notlara dökeceksek benim karnem ‘orta’ civarındadır. Henüz iyi ya da çok iyi sınıflarında değilim ne yazık ki. “Kardeşim her fırsatta, ‘Okuyalım, daha fazla okuyalım, okuyan insan düşünür, düşünen insan yaratır’ diye yazan, facebookta orada burada paylaşan sen değil misin? ‘Ele verir talkını kendi yutar salkımı’ hesabı bize tavsiye edip kendin yapmıyorsun” diyenler olacaktır. Demeseniz şaşarım zaten.

Deyin tabi. Deyin ama önce bir sorun! Neden daha fazla okuyamıyorum? Ben sebeplerimi söyleyeyim, eğer beğenmezseniz beni okumayın. Efendim istediğim kadar çok okuyamamamın çeşitli gerekçeleri var. Biliyorsunuz gün içinde hayatımı kazandığım bir meslek icra ediyorum. Kalan zamanlarda da boşluk bulduğum her anda yazı yazmaya çalışıyorum. İLKSES Gazetesi’ndeki köşem için, evoleybol.com sitesi için ya da sadece kendim için. Bunların yanı sıra son yıllarda, sosyal medya ile fazlaca haşır neşir olduğumdan, ‘Şu yoruma da cevap vereyim, şu yazımı, resmimi paylaşayım, ne olmuş bir göz atalım’ derken zaman nasıl geçiyor anlayamıyorum. Sosyal hayatımda neler yaptığımdan bahsetmeyeyim ‘Yeterrrr!’ diye bağırmanızdan korkuyorum.

Umuyorum neden fazla kitap okumadığımı anlatabilmişimdir.

Sizi ikna ettiğime göre artık kaldığım yere dönebilirim.

Mehmet Bey’in verdiği adres denize bakan bir apartmanın birinci katıydı. Kolayca bulmuştuk. Yukarıya çıkıp kapıya geldiğimizde biz kapıyı çalmadan o gülümseyerek kapıyı açtı. Doğrusu resimlerde gördüğümden çok daha genç ve canlı görünüyordu. ‘Resimdekinden daha genç görünüyorsunuz’ diye söylemeye niyetlendim ama yeni tanışan insanlar için iyi bir giriş cümlesi olmadığına karar verip gösterdiği odaya doğru yürüdüm.

Kitapları yazarken gerçek olaylarda mı yola çıkıyor?

Ben ilk defa bir yazarla tanışıp konuşuyor olduğumdan heyecanlıydım. Elimde imzalatmak için götürdüğüm kitapla ilgili soru sorarsa nasıl cevap verecektim. Peki filanca bölümde şöyle bir şey yaptım dikkatinizi çekti mi dese? O bir şey sormadan ben ‘ Kitapta bahsettiğiniz destan gerçek mi? Diye sordum.

Evet. Doğru Türkistan’dan göç eden Türkmenler İpar Hatun’un hatırasını yaşatmak için Toros dağlarındaki iki dağa Giği ve Tanrı adını verir. Türkmen ilinden getirdikleri İpar gülü tohumlarını da bu bölgeye ekerler. Günümüzde gerçekten bu İpar gülleri sadece Gündoğmuş’un kuzeyindeki Giği Dağı eteklerinde mayıs ve haziran aylarında çiçek açmaktadır.

ESERLERİNDEKİ TEMA NE?

Sanırım tüm romanlarınızda geçmiş ile günümüzü bir şekilde bağlıyorsunuz. Tıpkı bu romandaki gibi?

Eserlerimde genellikle yeryüzünün herhangi bir köşesinde, herhangi bir zamanda ortaya çıkmış bir olgunun bir başka yer ve zamanda ortaya çıkabilecek sonucunu hikayeleştiriyorum. Bunu bir kitabımda şöyle anlatmıştım. Yeryüzündeki her faaliyet gökyüzünün idrak edemediğimiz bir bölümünde işlenip kayda alınır. İşte o kayıtçılar amel defterlerini işlerken bazen bilerek veya bilmeyerek müdahalede bulunup insanın o andaki şartlarını değiştiriverirler fakat insan bunu anlamaz. Hani suya düşen bir böceği alıp bir yaprağın üzerine bırakırsın, ya da tam tersi öfkelenirsin üzerine basar öldürürsün, öyle bir durum… Şans ya da şanssızlık senin idrakinin ötesinden yapılan müdahalelerden başka bir şey değildir.

Bütün bunları birbirine bağlamak çok zor değil mi?

Ben eskiden beri çok okurum. Ama inanmak için değil sorgulamak için okurum. Bu süreçte şunu fark ettim. Aslında dünyanın farklı yerlerinde olan pek çok olay, kültür, medeniyet birbiri ile bir şekilde bağlantılı. Mesela Güney Amerika’nın eski halkı İnkalar ve Anadolu’nun eski halkı olan Hititler arasında yazılı kaynaklarda birbirleri ile bağlantılı olabilecek o kadar çok nokta var ki. Üstelik bütün bunlar yazı ile mevcut olan şeyler. Yazıyı ilk Sümerler icat etti biliyorsunuz.

Bilmiyordum. Bilmediğim bir konudan da çabucak uzaklaşıp başka bildiğim bir konuya geçmeyi tercih ettim.

İlk kitabınız Ataerkil’de otoriter bir baba ve bu babaya başkaldıran genç mimar Engin Hakkızade’nin ‘Yaşam nedir?’ arayışı var. Oradaki kişi siz misiniz?

Bence pek çok yazarın ilk romanında kendisi ya da çevresinden esinlendiği kişilere yer verdiğini düşünüyorum. Oradaki kişi tam olarak ben olmasam da bazı özelliklerini benden aldı diyebilirim.

KİTAP YAZMA YÖNTEMİ NE?

2007 den beri yazıyorsunuz ve her yıl neredeyse bir roman yazıyorsunuz. Daha bir tane roman bile yazamayan biri olarak size hem tebriklerimi ileteyim hem de bu işin bir yöntemi, sırrı varsa öğrenmek isterim?

Her şeyi yazıp bir kenara koyuyorum. Mesela etkisi altında kaldığın bir rüyayı yahut hafızamda yer etmiş eski bir hatırayı yazıp metne döküyorum. Zaten metine dökülme esnasında siz de o olayın kuvvetli bir parçası haline geliyorsunuz. Bir de sanırım bütün bunlar benim eskiden beri çok okumamla alakalı. Okumak derken roman tarzı şeyler değil de daha çok araştırma ve tarih kitaplarını okuyorum. Mesela Sümerolog Zecharia Sitchin’in dokuz ciltlik bir kitabı var. Onu sana da tavsiye ediyorum.

Dokuz ciltlik kitap deyince aklıma tıp fakültesindeki fizyoloji dersi ve iki ciltlik Guyton Fizyoloji kitabı geldi. Bitirmek için bir hafta boyunca kıpırdamamış, hatta oturduğum yerde bası yarası açılmıştı.

‘İnşallah bir ara okurum’ dedim nezaketen.

Mehmet Bey konuşmadığı zamanlar karşısındakine öylesine büyük bir dikkatle bakıyordu ki bir ara, ‘Acaba beni bir romanda karakterlerden biri olarak mı yazacak?’ diye tırstım. Onu daha çok konuşturmalıydım.

TÜRKLER KİTAP OKUYOR MU?

Okumak deyince aklıma şöyle bir şey geldi. Türk okuru hakkında ne düşünüyorsunuz? Okuyor mu? Kitap fuarlarına katılan biri olarak fikriniz nedir?

Kitabımı yayınlayan yayınevi bana şunu söyledi; Türkiye kitap basımı konusunda dünyada 11’inci sırada. Ama tabi bunların kaçta kaçı okunuyor derseniz size net bir istatistik veremem. Kitap fuarları çok kalabalık oluyor ve bence sandığımızdan çok daha fazla kişi okuyor. Size ilginç bir şey söyleyeyim; Muhafazakarlar da çok kitap okuyor. Çok ilgileniyorlar.

Bu esnada içeriye Mehmet Bey’in bir arkadaşı girdi. İş ile ilgili bir şeyler konuştular.

Mehmet Bey konuşurken bu sefer ben onu dikkatle izliyorum. Cildi çok parlak ve yanaklarından neredeyse kan fışkıracak gibi. Son derece sağlıklı ve formda görünüyor.

Hem çalışıp hem roman yazmak zor değil mi?

Hayır, tam tersine çalışma hayatım beni besliyor. Düşünsene bir köşeye çekilmiş vaziyette roman yazmıyorum, tam tersine günlük hayatın içinde vefayı, yalanı, haksızlığı, endişeyi ve daha bir sürü olumlu, olumsuz duyguyu yaşaya yaşaya yazıyorum.

SAĞLIKLI VE GENÇ GÖRÜNMENİN SIRRI

Biraz alakasız olacak ama beslemek deyince bir doktor olarak bir şey sormak istiyorum. Son derece formda ve sağlıklı görünüyorsunuz. Bunun bir sırrı var mı?

Pek çok sırrı var diyebilirim. Tabi bunlar sır değil ama siz öyle söylediniz diye diyorum. 10 yıldan fazladır et yemiyorum. Prensip olarak canlıların öldürülüp yenilmesine karşıyım. Ayrıca hiçbir zaman sigara ve alkol ile işim olmadı. Tabii ki sosyal olarak, girdiğim ortam itibariyle içtiğim oluyor ama o kadar. Bunun yanında Güney Amerika tarzı beslenme yöntemlerini tercih ediyorum. Mesela et yemediğim için proteinlerimi oralarda sıklıkla yenilen çia, kinoa ve amarant tohumlarından alıyorum. Ayrıca bir sır daha vereyim sana. Koka çayı insana müthiş zindelik ve enerji veriyor.

Bildiğimiz koka bitkisi mi?

“Evet ama korkma. O bahsettiğin şeylere dönmesi için bir sürü kimyasal işlemden geçmesi gerekiyor. Benim bahsettiğim sadece çayı. Burada birkaç tane olacaktı” deyip yerinden kalktı. İçeriye gitti. Yaklaşık 10 tane çay (bildiğimiz sallama çaylar gibi) alıp bana verdi. Her ne kadar, “Belki size lazım olur” diye itiraz ettiysem de “Merak etme yakında tekrar Güney Amerika’ya gidiyorum. Orada bol bol içeceğim” dedi.

GÜNEY AMERİKA’YI NEDEN ÇOK SEVİYOR?

Siz Güney Amerika’yı çok seviyorsunuz sanırım ve çok sık gidiyorsunuz?

Peru ve Bolivya bir başka gezegen gibi, keşfetmeye ömrümüzün ancak yarısı yeter diye düşünüyorum. Doymaya ise bir ömür yetmez. Bolivya emsalsiz bir ülke. Peru’ya benziyor ama Peru’ya ait ne varsa bu ülkede daha yoğun ve kesif. Burada insanı ele geçiren bir ruh var, ister İnka ruhu de, ister And ruhu, ister Atacama ruhu, kesinlikle huzur verici, dingin, sade ve iddiasız. ‘Ruhen hafiflemek’ tabirinin ne anlama geldiğini ancak burada anlayabilirsiniz.

Orada yaşadıklarını karşılaştıklarını öyle güzel bir şekilde anlattı ki kendimi bir an için orada hissettim. Mutlaka bir gün oraları görmeliyim diye düşündüm.

‘Sizin keyif saatiniz benim iş saatim olabilir’ diye bir şey asmıştı arkadaşımın biri odasına, Tam da arkasında ona bakan insanların görebileceği bir noktaya. Sanırım ‘Beni iş saatimde gereksiz yere meşgul etmeyin’ demek istemişti. O geldi aklıma.

“Çalışma saatiniz de sizin daha fazla vaktinizi almayalım, bizimde yolumuz uzun. Daha Anamur’a gideceğiz” dedim.

“Yok, hayır merak etmeyin. Serbest çalışıyorum ben. Rahat olun” dediyse de “Artık yola çıkalım” deyip güzel sohbet ve ikramlar için teşekkür edip vedalaştık.

Dışarı çıkınca saate baktım. Bir çay içimlik uğramış, fark etmeden iki saatten fazla zaman geçirmiştim. ‘İnşallah o da benim kadar sohbetten keyif almıştır’ diye düşünüp Anamur’a doğru yola çıktım.

Muhafazakarlar da çok okuyor
Dr. Deniz Arslan
Yazarımız Kim ?

Dr. Deniz Arslan