Sayfa Yükleniyor...
Ölüm neden küçükleri bulur, neden? diye önümdeki resimlere bakıp dişlerimi, yumruklarımı sıkıyorum. Şimdi onları sevenler onları bir daha görememenin, koklayamamanın, sarılamamanın derin sancısı ile baş başa kaldılar.
Hiç birimiz onları onlar gibi anlayamayacağız. Belki Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun, o bir melek oldu, ışıklar içinde uyusun, sevdiklerine sabır versin diyeceğiz üzüntülü bir ifade ile. Ama hiç bir zaman kendimizi onların yerine koymayacağız/koyamayacağız. Çünkü hiç birimiz Dünyada en çok sevdiğimiz insanı/insanları kendimizden önce kara toprağa vermeyi düşünmüyoruz/aklımıza getirmek istemiyoruz. Allah sizin acınızı göstermesin diye dua ederken annem, dokuz aylıkken arka arkaya kaybettiği ikiz kızlarını 84 yaşına kadar hep ağlayarak andı. Onların kokularını, tombik kalın bileklerini ısırarak sevişini, minik parmaklarını öpüşünü, onları bir sağına bir soluna alarak yatışını anlatırdı. Sonra zamanın şartları ile teşhis edilemeyen bir hastalıktan, arka arkaya birer çiçek gibi soluşlarını, imkansızlıklar içinde çaresizce gözlerine bakışlarını, elinden kayıp gidişlerini ve onlara son bakışlarını...
Hep gözyaşları içerisinde anlattı ölünceye kadar. Öldüğümde onların arasına götürüp gömün beni, onların kokusuyla yatayım orada. Biri sağımda biri solumda... derdi bize. Sonra bir imamın Allahın toprağı her yerde topraktır. Beden o toprağa karışırken aslolan ruh sevdiklerinin yanına gidecek. Beni oraya buraya gömün demek Allah'ın kudretine karşı gelmektir. Hem öldükten sonra kalanlara zahmet, eziyet vermemek gerek demesiyle o isteğinden vazgeçti.
Bir ağustos sabahı, ezan okunurken, ömrünün sonuna kadar unutmadığı o ikizlerinin yanına, ebedi hayatına yolculuğa çıktığında, üstüne örtülmüş beyaz örtüden dışarı çıkan zayıf elini öptüm. Artık Ayhan ve Aytenine ya da onun onlara verdiği adları ile Gülişan ve Perişanına kavuştun annem. Tekrar buluşuncaya dek diye ağladım.
Annemin evlat acısı ancak ölünce son bulmuştu. Ama ya evlat acısı ile ayakta durmaya çalışanlar? Hiç kendinizi onların yerine koydunuz mu? Onların ne düşündüğünü düşünmeye çalıştınız mı? Ben hiç bu kadar ayrıntılı düşünmedim/ düşünmek istemedim. Ta ki oğlunu sarhoş bir sürücüye kurban veren Baba Osman Aşçılar ile konuşuncaya kadar.
Odası, oğlumun özeliydi. 16 yaşını bitirmek üzere olan kocaman bir delikanlıydı çünkü o. 17. Yaşını geçen hafta mezarının başında kutladık. Odasına pek girmiyorduk. O gittikten sonra da girmedim hiç. Çünkü oğlumun, paşamın, Bora'mın orada hala yaşadığını düşünmek istiyorum. Biliyorum bu size saçma gelecek ama ben onun gitmediğini, bir gün gelip de tekrar geri geleceğini düşünmek istiyorum. Ona doyamadım ki. O kadar güzel, o kadar akıllı, o kadar dürüst, o kadar çalışkan, o kadar sevgi dolu bir insan ve müzisyendi. O kadarları o kadar uzatabilirim ki... Hani hiç mi kötü özelliği olmaz bir insanın. Yoktu işte. O bir melekti. Ve belki de bu yüzden erkenden gitti kendi dünyasına. Bu dünya, bu kirli dünya, oğlum gibi insanlar için bir yer değil. Çünkü onu öldüren, sonrada çevirdikleri dolaplar, sahte faturalar, raporlarla Benim suçum yok diyen o Alkollü katillere ve onlara bu fırsatları verenlere göre bir dünya burası.
Ben oğlumdan sonra yaşamıyorum zaten. Tek isteğim var artık. Oğlumun ölümüne sebep veren kişinin taksirle değil kasten adam öldürmekten yaralanması. Bunu başarabilirsem, biraz acımı hafiflemiş hissedeceğim. Bu her şeyden önce oğluma bir borcum aynı zamanda.
Sonra oğlum adına bir müzik okulu açacağım. İmkanı olmayan çocuklara imkan sağlayacağım. Onlar bunu başardıklarında oğluma sarılır gibi onlara sarılacağım. Ama biliyorum ki hiç bir zaman ona sarıldığım gibi olmayacak. Ancak onun yanına gittiğim gün içimdeki acı bitecek.
Ölüm neden küçükleri bulur neden!? diye bir Bora'nın resmine birde geçen hafta hayatını kaybeden Yeşilyurt spor kulübünün en küçük oyuncusu, 9 yaşındaki Bilgenaz Çoksüer'in resmine bakıp bakıp düşünüyorum.
Rahmetle...