Sayfa Yükleniyor...
Ben çok rahat bir insanım.
Rahmetli eşim Dünya yansa umurunda olmaz derdi bana. Ya daha iyi değil mi işte, başında dırdır eden, Bu neden böyle, Sofrada niye şu yok diyen biri olsam daha mı iyi olurdu? derdim. Ömrümü yiyeceksin benim ömrümü! senin bu rahatlığın beni öldürecek derdi.
Nitekim de öyle oldu. Onun ömrünü ben mi yedim yoksa kendisinin aşırı düzen ve tertip sahibi olmasından dolayı yaşadığı stres ve sıkıntı mı onu çabuk tüketti bilemiyorum aramızdan erken ayrıldı.
Allah rahmet etsin.
Böyle dediğimde herkes üzülüyor. Yani bir olay bu kadar mı rahat anlatılır, abi harbiden de aşırı rahatsın derler
Düzeltiyorum.
Rahmetli demek sözlük anlamı olarak Tanrının rahmetine kavuşmuş, bağışlanmış anlamına geliyor. Genelde ölmüş kişiler için kullanılıyor ancak aslında halk arasında eski eş ya da eski sevgililer içinde kullanılan bir terimdir.
Ben ikinci anlamı ile kullanıyor olduğumdan bu kadar rahatça söyleyebiliyorum.
Her neyse gelelim ana konumuza.
Gerçektende rahat bir insanım. Misal yemekte önüme ne konulursa yerim.Nohut pilavın yanında neden turşu yok? Ne! Bu gün pırasa mı yiyeceğiz? ya da Et az pişmiş olsun, üstüne tereyağı ve metrdotel salçası olsun gibi şeyler umurumda olmaz.
Yiyecek bir şey varsa vardır. Yoksa da bir çare bulunur, o gece yiyecek bir şey de bulamazsak sorun değil, dünyanın sonu gelmez. Göbek çevresinde zor günler için sakladığımız depolarımız var, oradan yeriz biraz.
Öyle ya, insanoğlu günlerce bir şey yemeden durabilir, ölmez. Örneğin Gandhiinin 21 gün hiçbir şey yemeden durabildiği kayıtlara geçmiş. Birçok doktor sağlıklı bir insanın su bulabildiği sürece yaklaşık 8 hafta aç dayanabileceğini söyler
Sağlıklı ve ideal koşullarda olduğumuz sürece susuzluğa da yaklaşık 3-5 gün dayanabiliriz. Öyleyse bir akşam yemek yok diye ortalığı ayağa kaldırmanın bir gereği var mı?
Bence yok.
Hem aç kaldığım günleri de unutmuyorum. İlkokula giderken öğlen arasında bir şeyler yemek için eve gelirdik. Köyde yapılacak binlerce iş varken eve gelmiş bir çocuğun yiyeceği yemekle kim uğraşır? Evde bulunan bir parça ekmek, bir tasa doldurulan biraz pekmeze batırılarak yenilir ve okula tekrar geri dönülürdü.
Bir gün okuldan yine eve yemek için geldiğimde annem ekmeğin bittiğini fark etti, git bakkaldan bir ekmek al diyecek bakkal da yok köy yerinde, kilerde kıyıda köşede kalmış, kurumuş, ne zamandan kaldığı belli olmayan birkaç parça kuru ekmek buldu. Ekmekleri biraz yumuşasın diye suya koydu. Yumuşayan ekmekleri küçük bir tabak pekmezle beraber Bunca işin gücün arasında birde senin yemeğinle uğraşıyoruz, hadi zıkkımlan diye adeta kafama vurur gibi önüme fırlattı.
Annem bir severse beş döverdi. O yüzden alışkındık, dert etmedik. Ekmekten birkaç parça koparıp, pekmeze batıra batıra yedim. Suyun nüfuz etmediği sert kısımlarına geldiğimde ekmeği ikiye böldüm. O anda içinden halk arasında kulağakaçan olarak bilinen 5-6 böcek çıktı. Ağzımdaki lokmayı çıkardım ve ekmeği elimden atarak ayaklandım. Annem ne oldu, ne oldu? dedi telaşla. Ekmeği gösterdim. İçinden böcek çıktı dedim. Annem köylü kadını, arpadan ekmeğin yapıldığı, bir lokmanın beşe bölündüğü kıtlık dönemlerini görmüş. Ne var ki oğlum? Onlarda canlı, onlarda ekmek yiyecek tabi ki. Aç mı kalsınlar? dedi. Ekmeği yerden aldı, öptü, başına koydu, üfleyip tozunu temizledi, kenarından bir parça koparıp pekmeze batırıp yedi.
Bunları bile bulamadığımız zamanlar oldu diye eskileri anlattı. Bunları anlatırken bir taraftan da küçük küçük parçaları pekmeze batırıp bana yedirdi.
Bunları görüp yaşamış biri olarak şimdi önüme gelen makarna da neden mozerellla peyniri yok diye laf mı edeyim
Rahat bir insanım ne yapayım?