2

Sevgili Kitap Ebeveyni


  • Oluşturulma Tarihi : 10.11.2015 08:10
  • Güncelleme Tarihi :

Yozgat’tan Ankara’ya göçen dört çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğuydu.

Küçüklüğünden beri okumayı çok seviyordu. Evde ne bulursa, bazen ortaokul ya da liseye giden ablalarının kitaplarını. Bu yüzden ablalarından çok da dayak yedi. Bazen de fırıncının sıcak ekmekleri sardığı gazete parçalarını eve gelinceye kadar okudu.

Evlerine yakın ortaokulda, Türkçe dersinden en yüksek notu o alıyordu. Liseye başladığında edebiyat dersinden de. Kompozisyonlarında konuyu kurgulaması, kelimeleri, düzgün cümleleri öğretmeninin de dikkatinden kaçmıyordu.

Sınıf kitaplığındaki tüm kitapları ezbere biliyordu. Kim hangi kitabı okumuş diye kontrol eden edebiyat öğretmeni de bazen onun o kitapları okuyup okumadığını test etmek için, fark ettirmeden, kitapların konusu ile ilgili bir şeyler soruyor, her seferinde beklediğinden daha detaylı cevaplarla karşılaşıyordu.

Öğretmeni de onun kadar okumayı seviyordu. Bazen kendi okuduğu kitapları ona getiriyordu. ‘Bir haftada bitirir’ diye düşündüğü kitap 3 gün sonra okunmuş ve konusu hakkında tartışma yapılacak şekilde öğrenilmiş olarak geri getiriliyordu.

İçindeki okuma aşkı gürül gürül yanan bir soba gibiydi. İçine ne atsan hemen küle çeviren.

Kararını vermişti. Edebiyat öğretmeni olacaktı.

Son sınıfa geçerken aniden babasını kaybetti.  Baba bir evin direğidir orta direk bir aile için. Direğin yıkılması o ev içinde yıkımdır.

Onlarda sarsıldılar. Ama yıkılmamak için direndiler.

Okula ara vermek zorunda kaldı. Garsonluk,  tezgahtarlık, anketörlük yaptı. Ama içindeki okuma ateşini söndüremiyordu. Açıktan liseyi bitirdi. Sonra üniversite sınavı. Akranları o dershane senin bu kitap benim ders çalışırken o sadece kendi çabası ile kazanmak zorundaydı. Zorlu mücadele ve yasal süreçten sonra babasından kalan emekli maaşı annesine bağlandı. Ancak bu maaş dört kişilik bir aileyi ancak geçindirebiliyordu. Annesi, ‘Kızım seni dışarıda okutamayız. Burada bir yerde okursan elimden geleni yaparım’ diyordu.  İlk iki yıl başka şehirlerde okuyabilecek puanlar almasına rağmen imkansızlıklardan dolayı gidemedi.

Üçüncü yıl artık annesinin istediği yeri, Ankara’da Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ni kazandı. Başkaları gezip tozarken o sadece evinden okula, okuldan eve gelip gitti. Babasını kaybetme konusunda kimseye demogoji yapmadı.

Okulunu başarılı bir şekilde bitirdi. Ancak öğretmenlik yapamadığı için üzerine 1 yıl daha pedagoji eğitimi alarak hayalini kurduğu mesleğe adımı attı.

KPSS sınavından aldığı puanla, bileğinin hakkıyla, torpilsiz bir şekilde Şırnak Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Annesi, ablaları Şırnak hakkında duydukları haberlerden dolayı tedirgindi. Ancak o ırk, dil, din ayrımı yapmıyordu. ‘Bana göre tüm insanlar eşittir’ dediği için lise de farklı siyasal eğilimdeki tarih öğretmeni ile disipline gitmekten korkmayacak kadar tartışmıştı.  Bu yüzden ailesi onun ne kadar kararlı olduğunu da biliyordu. Onu oraya gönderirken sadece ‘kızım kendine dikkat et’ diyebildi annesi.

Yozgat’ın doğusuna geçme imkanı olmamıştı. Ama küçüklükten beri kurduğu hayaline kavuşmuştu.  En sevdiği alanda hem öğretmenlik yapacak hem de artık rahatça, dilediği gibi kitap okuyabilecekti. 

Şehre vardığında insanların aslında söylenenin aksine yardımsever ve sıcak insanlar olduğunu gördü. Pek de şaşırmadı aslında. Çünkü daha çocukken okuduğu ‘Şeker Portakalı’ kitabının kahramanı küçük Zeze’nin Portekizlilere olan önyargısının, Portekizli Arvaldo ile tanıştıktan sonra nasıl değiştiğini, birilerine önyargı ile yaklaşmamak gerektiğini ta o dönemden öğrenmişti.

Oraya gelen öğretmenler mecburi hizmet için adeta ‘şafak sayıyorlar’dı.  ‘Çok şükür üç ayım kaldı, bir ay sonra evlenip buradan kurtuluyorum, benim ne işim var buralarda, bunlar pek de bir şey öğrenme niyetinde değil ki’ gibi sözleri gittiği pek çok ortamda duyuyordu. Oysa o okuttuğu çocukların gözlerinde daha farklı anlamlar görüyordu. Bilgiye, sevgiye, ilgiye aç ve istekli çocuklardı hemen hepsi.  Onlardaki bu istek ve çaba onu etkilemişti. Kendi gibi, gürül gürül yanan birer sobaydı o çocuklar.

‘Bu bölge adam olmaz ‘ diyen bir arkadaşına ‘Cehalet birçok kötülüğün kaynağıdır. İyi bir eğitimle birçok sorunu aşabiliriz’ dedi.  Arkadaşları ‘Bakalım sen ne zaman pes edeceksin’ dediler. 

O pes etmedi. Başka bir öğretmen arkadaşı ile ‘Kitap Ebeveyni ‘ projesini başlattı. Orada okumak isteyen çocuklar için Tüm Türkiye’ye benim bir arkadaşımın Facebook sayfasında tesadüfen gördüğüm ‘Sevgili Kitap ebeveyni’ diye başlayan bir mektup yazdılar.

‘Batıdaki öğrencilere nazaran tanık oldukları bakımından zorluklar yaşayan öğrencilerimizle Asla yalnız olmadığımızı hissetmek, yüreğimize dokunacak bir el olduğunu bilmek ve içinde bulunduğumuz bu zor dünyadan biraz uzaklaşmak istiyoruz’ diyorlar.

Şırnaklı çocuklara Para değil, silah değil, bomba değil, Sadece ama sadece KİTAP istiyorlar.

Onlara ‘Yalnız olmadıklarını hissettirmek, sevgi aşılamak, bu ülkede yaşayan insanlar olarak biriz, beraberiz’ mesajını vermek istiyorlar.

Yalnız mı bırakacağız onları?

Sevgili Kitap Ebeveyni
Dr. Deniz Arslan
Yazarımız Kim ?

Dr. Deniz Arslan