Türklerin Açık Büfe İle İmtihanı


  • Oluşturulma Tarihi : 01.09.2016 06:52
  • Güncelleme Tarihi :
Türklerin Açık Büfe İle İmtihanı yazının resmi

Uzun ve güzel bir yolculuktan sonra otelimize vardık. Söylemesi ayıptır Cumhurbaşkanının kaldığı otelin hemen yanındaymış. Zaten hemen girişte bunu özellikle belirtiyorlar. 'Bakın Cumhurbaşkanı hemen burada kaldı' diyorlar. Yakında o otele turlar düzenlenirse şaşırmayacağım. Kendimi birden 'very importand person' (VİP) yani 'çok önemli, mühim şahsiyet' gibi hissettim.

Otelin dibindeki dağlara baktım. Aklıma Emekli SAT Binbaşı Levent Göktaşın Cumhurbaşkanına suikast düzenleyip kaçan SAT komandoları için söylediği 'o arazide yıllarca kaçabilirler, kimse onları bulamaz çünkü bunun için eğitildiler' sözü geldi. Hakikaten de arazi saklanmak için oldukça idealmiş. Orada bir kayanın kovuğuna saklanıp, yemek saatlerinde aşağı gelerek milletin arasına karışsalarmış en azından yaz boyu yakalanmazlardı. Nasıl mı? Bizim otel önce bir bina olarak yapılmış. Sonra çok tutunca hemen yanına, yüz metre öteye başka bir bina, sonra da biraz daha öteye bir üçüncüsünü yapmışlar.  Otel açık büfe ve her şey dahil sistemi ile çalışıyor. Normalde o kadar dolu görünmemesine rağmen yemek saatlerinde birden sağdan soldan o kadar çok insan çıkıyor ki şaşırmamak elde değil. Üç ayrı blokta kalanlar ilk bloğa Anadolu’yu fethe gelmiş aç Moğol ordusu gibi hücuma geçiyor.

Ne kadar erken çıkarsan çık mutlaka bir kuyruk oluyor. O kalabalıkta yemek standlarının olduğu noktaya varabilen şanslı kişilerden olmak için büyük bir çaba veriliyor. Sırada beklerken tabaklarını tıka basa dolduranları gördükçe 'yemek yetmeyecek, aç kalacağız' diye düşünüyor insan. Yemek bölümünde o psikoloji ile yiyip yemeyeceğimiz ne varsa tabaklara dolduruyoruz. Tabağı masaya koyduğumda taşanlar sağa sola düştü. Bir baktım ki hiç hazzetmediğim lahana dolması, brüksel lahanası, hindi döner ve bir sürü başka şeylerde doldurmuşum. Hangi arada bunları tabağıma koyduğumu hatırlamıyorum bile. 'Tabakta yemek kalırsa arkandan ağlar' diye küçüklükten kafamıza yerleştirilmiş neslin çocuklarıyız. Arkamızda ağlayan kimseyi bırakmak istemediğimden ilk gün kendimi çok şişirdim.

Sadece ben mi? Arka masada oturan benim 'baskül ailesi' dediğim sonradan İngiliz olduğunu öğrendiğim anne baba ve iki çocuklu aile İzmir’de bir semtin tüm kışlık erzağına denk gelecek ebatlarda yemeği bir öğünde bitirdiler. İngilizler tüm tarihleri boyunca herkesi sömürge olarak kullandıklarından hiçbir zaman kıtlık ya da yokluk nedir bilmediklerinden adamlar aldıkları yemeklerin yarısından çoğunu bıraktılar. O yemekler çöpe gitti.

Sadece onlar mı? 'Ankara Polatlı’dan 6 aile geldik' diyen adam ve ekürileri hayatlarında yemek yememiş gibi tabak tabak masalarına doldurdular. 'Aç bir göz'ün doldurduğu masadaki yiyeceklerin tümü mideye giremediğinden çoğu oradaki garsonlar tarafından çöpe atıldı. Garsonun atarken yüzünü ekşiterek bir şeyler mırıldandığını gördüm. Yanına gittim. 'Neden kızdın?' dedim. Başlangıçta bir şeyler söylemek istemedi. 'Tabakların böyle bırakılmasına mı kızdın?' dedim. ' Abi keşke insan gibi yeseler. Bu atılan yemeklerle benim köyün yarısı doyar, yazık değil mi?' dedi. 'Haklısın' diyebildim. 'Abi 'bunlar herhalde hayatlarında yemek görmemişler' desem değil ama bu aç gözlülük nedir? Valla ben bu otelin sahibi olsam kalp krizinden ölürdüm. Her gün döktüğümüz yemeğin haddi hesabı yok' dedi.

Etrafta insanlar tarafından bırakılan yemeklere baktığımda 'İyi ki bu otelin sahibi ben değilim' diye düşündüm. Garsona ' Haklısın' diyebildim.

Devam edecek...

Türklerin Açık Büfe İle İmtihanı
Dr. Deniz Arslan
Yazarımız Kim ?

Dr. Deniz Arslan