Sayfa Yükleniyor...
Sağlıklı bir yaşam için tüm organ ve sistemlerin bir arada ve bütünsel bir uyum içinde çalışması gereklidir. Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarda, ağız ve diş sağlığı ile genel sağlık sorunları arasındaki ilişki açısından bazı önemli bulgular açığa çıkarılmıştır. Bu sonuçlar bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, ağız ve diş sağlığı sorunlarının başta kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) hastalıkları gibi sağlıklı yaşam koşullarını bozabilecek olan çok çeşitli sağlık sorunlarına yol açabileceği gösterilmiştir. Tüm bu bulgulara ek olarak, ağız ve diş sağlığı sorunlarının, özellikle yemek yeme, konuşma ve diğer iletişim biçimleri gibi günlük faaliyetlerle ilgili olarak öz saygı, stres ve psikolojik (ruhsal) sağlık üzerinde de olumlu bir etkiye sahip olabileceği de öne sürülmektedir. Özellikle, çocukların ve gençlerin ağız sağlığına bakış açılarının daha sağlıklı bir gelecek ve daha iyi bir yaşam kalitesi yaratmada önemli bir rol oynayabileceği yaygın olarak kabul edilmektedir.
Tıp ve diş hekimliği alanında, ağız ve diş sağlığının yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalarda, beslenmenin, özellikle de karbonhidrat (şeker) oranı yüksek diyetlerin ağız ve diş sağlığı üzerindeki potansiyel olumsuz etkilerine vurgu yapılmaktadır. Beslenme alışkanlıkları çoğunlukla ağız ve diş sağlığı sorunlarına neden olmakta ve bu sorunların arasında genel ağız sağlığımızı etkileyebilecek diş çürümesi ve diş eti hastalıkları sık görülen sağlık problemleri olarak dikkat çekmektedir. Ağız
Çocukluk çağı obezitesi, çocukların ve toplumların sağlıklı yarınları üzerinde kritik etkileri olan çok yönlü bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirilmektedir. Bu alanda yürütülmekte olan birçok araştırmada çocukluk çağı obezitesine katkıda bulunan çok sayıda faktörü kapsamlı bir şekilde ele alınmasına ve tüm dünyayı etkisi altına alan bu salgının kontrol edilmesinde etkili bir strateji olarak sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite ve çocukluk çağının erken dönemlerinde başlaması gereken hareket eğitiminin kritik rolünü vurgulanmaktır.
Çocukluk çağı obezitesinin yaygınlığının, genetik, çevresel ve davranışsal faktörlerin karmaşık etkileşiminden karmaşık bir şekilde etkilendiği bilinmektedir. Yapılan araştırma çalışmalarında, genetik yatkınlığın, obeziteye neden olan beslenme ortamları, hareketsiz yaşam tarzları ve sosyoekonomik eşitsizlikler gibi çevresel etkilerle birlikte, çocukluk çağı obezitesinin artan oranlarına önemli ölçüde katkıda bulunduğu vurgulanmaktadır. Tüm bu faktörlerin yanı sıra, ebeveyn ve ailevi davranışların, kültürel normların ve reklamların çocukların beslenme alışkanlıkları ve fiziksel aktiviteleri üzerindeki etkilerinin de çocukluk çağı obezitesinin yaygınlığına ciddi oranlarda etki yapabileceği belirtilmektedir.
Çocukluk çağı obezitesinin önlem ve tedavisine yönelik yaklaşımlarda, çocukların doğal ve dengeli beslenme alışkanlıklarını kazanmasıyla birlikte, hareket eğitiminin rolü temel bir müdahale olarak ortaya çıkmaktadır. Çocukların sağlıklı büyümesi için son derece önem taşıyan, hareket eğitimi yalnızca fiziksel aktivite ve motor beceri gelişimini teşvik etmekle kalmaz, ama aynı zamanda, çocukların yaşam boyu sağlıklı alışkanlıklar
Metabolik sağlık açısından, yaşam boyu sağlıklı yönetimi, özellikle ileri yaşlarda sağlıklı bir yaşlanma süreci için son derece önemli olarak kabul edilmektedir. Metabolizmasının sağlıklı çalışması için sağlıklı kiloyu korumak için sağlıklı alışkanlıklar edinmek, uzun vadeli yaşam kalitesi üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Bu kapsamlı sağlıklı yaşam kuralları içinde, özellikle obezite hastalarının metabolik sağlıkları açısından, sağlıklı kilo yönetimin son derece önemli olduğu vurgulanmalıdır.
Yaşlılık her canlı için yaşanması kaçınılmaz bir süreç olarak tanımlanmakta ve sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve psikolojik boyutlarıyla çok yönlü bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Nüfusun giderek yaşlanmakta olduğu günümüz dünyasında, yaşlanma sürecini yavaşlatmak ve geciktirmekle ilgili bir sağlıklı yaşam felsefesi, son yıllarda üzerinde yoğun bilimsel tartışmaların olduğu bir alan olarak dikkat çekmektedir. Yaşlanmayı yavaşlatmak ve geciktirmekle, sağlıklı ve yavaş yaşlanmanın mümkün kılabilmesi amaçlanmakta ve yaşlanmanın sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve psikolojik boyutlarında da olumlu gelişmelerin sağlanabilmesi öngörülmektedir. Tıp dünyasında yaşanan çeşitli olumlu gelişmeler, teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi, sağlıklı yaşam süresinin uzatılabilmesi ve yaşlanma sürecinin yavaşlatabilmesini hedefleyen birçok yeni tıbbi yöntemin hayata geçirilmesine neden olmuştur. Yaşlılık kaçınılmaz bir süreç olmasına rağmen bazı bilim adamları yaşlılığı tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak değerlendirerek, anti-aging (yaşlanma karşıtı) olarak bilinen bazı tedavi yöntemlerinin de temelini oluşturmuşlardır.
Yaşlanma, bir dizi sağlık sorununa yol açabilen doğal bir süreç olarak bilinse de araştırmalar, sağlıklı bir yaşam tarzının benimsenmesinin bu etkileri yavaşlatmaya ve hatta azaltmaya yardımcı olabileceğini göstermektedir. Yapılan kapsamlı klinik çalışmalarda, sağlıklı bir yaşam tarzının sosyal, zihinsel ve fiziksel sağlık katkıları çok yönlü araştırılmaktadır ve bu çalışmalardan elde edilen sonuçlarda, metabolik sağlığın korunmasında beslenme programının seçimi ve düzenli, iyi yapılandırılmış fiziksel aktivite alışkanlığının önemi vurgulanmaktadır.
Yaşlanma
Beslenme, en basit tanımıyla, gelişme, büyüme, sağlıklı ve aktif bir yaşam sürdürebilmeleri için vücudun ihtiyaç duyduğu maddeleri gerektiği kadar alabilmesi ve bunları verimli olarak kullanabilmesidir. Fizyolojik bir denge içinde bulunması gerekli olan beslenme fonksiyonu, bu dengenin tam olarak sağlanamadığı durumlarda vücutta istenmeyen kilo kayıpları ya da aşırı yağlanma ortaya çıkmaktadır. Açlık, tokluk ve iştah hisleri, beslenme davranışının gıda alımı ve enerji tüketimi arasında bir denge oluşturmasını sağlarken, bu beslenme davranışları, beyinde yer alan, beslenmeyle ilişkili bölgelerle (merkezlerle) karşılıklı koordinasyon içinde çalışmaktadır. Bu karşılıklı fizyolojik koordinasyon sayesinde, vücut ağırlığının çok dar sınırlar içinde sabit bir seviyede tutulmasına yani sağlıklı kilo kontrolüne yardımcı olduğu düşünülmektedir.
Obezite, alınan enerjinin aynı oranda harcanmaması durumunda, vücutta yağ dokusunun birikimi sonucu ortaya çıkan, kronik bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Metabolik sağlığı olumsuz etkileyen bu durum, aşırı beslenme veya yetersiz kilo kontrolüyle ilişkili olabileceği gibi, metabolizmanın enerji harcama fonksiyonunda görev alan organ ve sistemlerinin yetersiz aktivasyonundan de kaynaklanabilir. Organların ve sistemlerinin yetersizliği sonucunda, alınan gıdalar verimli olarak tüketilemediği için, trigliseritlerin (yağ asitleri) yağ dokusunda depolanması sonucunda, aşırı kilo ve obezite problemi ortaya çıkmaktadır. Obezite tek başına ciddi bir sağlık sorunu olmasıyla birlikte, bazı metabolik problemlerin de görülme sıklığını arttırmaktadır.
Sağlıklı bir yaşamım sürdürülebilmesi ve sağlıklı yaşlanma sürecinin sağlanması açısından, metabolik sağlığın önemi günümüzde giderek artmaktadır çünkü metabolizma, birçok süreci kapsayan ve gıdalardan elde edilen enerjinin verimli bir şekilde işlenmesini sağlayan sistemlerin üzerinde oldukça kritik bir öneme sahip olmakla birlikte tüm vücut sistemlerinin sağlıklı işleyişinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynar.
Kan şekeri, kolesterol, kan basıncı ve vücut ağırlığının optimal düzeylerde tutulmasının metabolik sağlığın sağlanması için çok önemli olduğu yaygın olarak kabul edildiği için yeme alışkanlıklarının metabolik sağlığın korunması üzerinde oldukça önemli bir rol oynadığı giderek daha açık hale gelmektedir. Bu nedenle, sağlıklı beslenme koşulları bozulduğunda veya dengesiz beslenme alışkanlığı gündeme geldiğinde, beslenme sağlığı tehlikeye girmekte ve obezite, tip 2 diyabet (şeker hastalığı) ve kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) hastalıklar gibi bir dizi metabolik sorunla karşı karşıya kalınmaktadır.
Metabolik sağlığın korunmasında, sağlıklı kilo kontrolü ve dengeli, sağlıklı beslenme alışkanlığı büyük önem taşımaktadır. Düzenli fiziksel aktivite alışkanlığının, enerji tüketimini artırarak kilo kaybına veya kilo kontrolünde önemli bir rol oynadığı yaygın olarak kabul edilmektedir. Aerobik egzersizlerin (koşma, bisiklete binme veya yüzme gibi) ve direnç antrenmanlarıyla (ağırlık, halter kaldırma gibi) birleştirilmesinin kas kütlesi oluşturmaya yardımcı olabileceği ve bunun da metabolizma hızının artmasına yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Fiziksel aktivite ile kas kütlesi arttığından, bunun bireylerin
Sporcular için sportif performans, sportif başarıları yakalamak için en önemli faktörlerden biridir. Sportif performans, sağlıklı beslenme, yaşam koşulları ve bilimsel yöntemlere dayalı antrenman programlarıyla birlikte spor yaralanmalarından korunma veya oluşabilecek spor yaralanmalarında en etkin tedavi yöntemleriyle iyileşip, tekrar sportif hayata geri dönebilmek gibi birçok önemli faktörlerin bir arada var olmasıyla mümkün olmaktadır.
Tip 2 diyabet (şeker hastalığı), insülin sekresyonu (salgılanması), insülin etkisi veya her ikisindeki bozukluklara bağlı olarak bireylerde yüksek kan şekeri düzeyleriyle karakterize bir metabolik hastalık olmakla birlikte, aynı zamanda kardiyovasküler hastalıklar, nöropati, retinopati ve nefropati gibi çok çeşitli sağlık sorunlarına da neden olarak, dünya çapında milyonlarca insanı etkilediği tahmin edilmektedir. Bu nedenle bireylerin diyabete bağlı sağlık sorunlarına yönelik güncel tedavi anlayışı hakkında bilgi sahibi olmaları ve bu sağlık sorununu doğru yönetmeyi öğrenmelerinin gerekliliği göze çarpmaktadır.
Çocukluk çağı obezitesi, dünya çapında çocukların sağlıklı gelişimi üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle son yıllarda çok dikkat çeken ve acil müdahale gerektiren bir sorundur. Bu konunun incelenmesinde, beslenme, egzersiz ve genel obezite önleme stratejilerine odaklanmayı içeren bütünsel bir yaklaşımla ele almak, bu sorununun önlenmesi ve çözülmesinde büyük önem taşımaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalarda, çocukluk çağı obezitesinin ve aşırı kilo probleminin çözümünde, çocukların beslenme tarzlarının yeniden yapılandırılması ve çocuklara düzenli egzersiz alışkanlığını kazandırmanın önemi araştırılmaktadır. Çocuklarda dengesiz beslenme ve fiziksel aktivite eksikliği gibi sağlıksız yaşam tarzı davranışlarının sadece obezite ve aşırı kiloya değil ama aynı zamanda, metabolik sistemlerle ilişkili diğer hastalıklara neden olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, yetersiz beslenme ve hareketsiz yaşam tarzlarının yol açtığı sağlık riskleri konusundaki farkındalığın arttırılması, çocuk sağlığı açısından çok büyük önem taşımaktadır.
Obezitenin özellikle son 30 yılda çocuklarda çeşitli fizyolojik ve metabolik sorunlara yol açabilen önemli bir sağlık sorunu olduğu konusunda farkındalık her geçen gün artmaktadır. WHO (Dünya Sağlık Örgüt), 5 yaş ve altı 40 milyondan fazla çocuğun fazla kilolu veya obezite sorunu yaşadığının altını çizerek, bu küresel sağlık sorununu önlemek için tüm önlemlerin acilen hayata geçirilmesinin ve çocuk obezitesine ilişkin farkındalığı artırmak için gerekli çalışmalara başlamanın gerekliliğini vurgulamaktadır. Çocukluk çağı obezite riskinin, yetişkinlikte obeziteye yol
Fiziksel uygunluk, sağlıklı yaşam ve yaşam kalitesi adına, üzerinde oldukça araştırmanın yapıldığı bir alan olarak dikkat çekmektedir. Fiziksel uygunluk; kardiyovasküler (kalp ve damar sağlığı), akciğer ve solunum fonksiyonları, kas dayanıklılığı ve gücü, esnekliği ve vücut kompozisyonu (boy ve kilo oranı), motor performans özelliklerini (denge, çeviklik, hız ve koordinasyon) hedef alan bir dizi özellik olarak tanımlanabilir. Fiziksel uygunluk; henüz yeni olmasına rağmen, üzerinde yoğun araştırmaların yapıldığı ve toplumların yaşam kalitelerinin geliştirilmesinde önemli rol oynayan bir kavramdır. Fiziksel uygunluk, kronik hastalıklara yakalanma riskinin düşürebilecek günlük fiziksel aktiviteleri zindelik ve beceriyle yerine getirme yeteneğiyle karakterize edilen bir fiziksel performans durumu olarak tanımlanabilmektedir. Fiziksel uygunluk kavramı ilk bakışta orta ve ileri yaş gruplarını ilgilendiriyor gibi görülse de, küçük yaş grupları, çocuklar ve gençlerin de, fiziksel uygunluk açısından ayrıntılı olarak değerlendirilmelerinin, gelecek nesillerin sağlıklı olmaları adına çok önemli olduğu da bilinmektedir. Fiziksel uygunluk testleri, okullarda beden eğitimi programlarına dâhil edilebilecek fiziksel aktivitelerin katkısıyla, sağlığa yaşama katacağı katkıları ortaya çıkarabilecek bir eğitim aracı olarak da kullanılabilmektedir. Sağlık kavramı fiziksel, zihinsel ve sosyal uyumu kapsayan çeşitli faktörlerden oluşturulmuştur ve son yıllarda toplum sağılığı için ciddi bir risk ortaya çıkaran hareketsiz yaşam tarzı bir risk faktörü olduğundan, düzenli fiziksel egzersiz alışkanlığını, toplum sağlığını koruyan bir faktör olarak teşvik etmek önem taşımaktadır. Davranışların ve yaşam tarzlarının bireysel ve kolektif sağlık üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu giderek daha açık hale geldiği gözlemlendiği için, özellikle çocukların erken yaşta, hatta okula gitmeden önce, sağlıklı fiziksel aktivite alışkanlıkları geliştirmeleri yararlı olacağının vurgulanması gereklidir. Yapılan çok merkezli bilimsel araştırmalardan elde edilen veriler incelenmesi ve bu verilerin analizi sonucunda, ebeveynlerin ve öğretmenlerin, çocukların ekran (televizyon, bilgisayar, elektronik oyunlar vb.) karşısında geçirdikleri süreyi azaltmanın ve fiziksel aktiviteyi teşvik eden sportif faaliyetleri teşvik etmenin önemini dikkate almalarının gerekliliği vurgulanmaktadır. Fiziksel uygunluğu geliştirmesi açısından, düzenli egzersiz alışkanlığı fizyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan bireysel gelişimi ve sağlıklı yaşam koşullarını desteklemektedir. Kısaca fizyolojik faydalar; kan dolaşımının iyileştirilmesi, kalp ve akciğer fonksiyonlarının iyileştirilmesi, direncin ve kas tonusunun (yapısının) artması, eklem hareketliliğinin artması ve metabolizmanın uyarılması ile ilgili olduğu gösterilmiştir. Psikolojik faydalar, öz saygının, kendine güvenin arttırılması ve ruh halinin iyileştirilmesini desteklediği için, kaygı ve depresyon düzeylerinin de azalmasına katkı verdiği bir gerçektir. Sosyal faydalar açısından kişilerarası ilişkiler önemli fırsatlar sağlamasıyla, sosyal hayatın daha uyumlu bir tarz içinde gelişmesine destek olabilmektedir. Çocuklara ve gençlere düzenli fiziksel aktivite alışkanlığını kazandırılmasıyla, onların sağlıklı büyümesi ve gelişmesi mümkün olabilirken, aynı zamanda, onların okul performanslarının artması, psikolojik yeterliliklerinin gelişmesi ve fiziksel yapılarının güçlenmesi de söz konusu olacaktır. Sonuç olarak, özellikle, çocukların ve gençlerin sosyal gelişme ve bütünleşmeleri için, okul ortamında ve okul dışı alanlarda spor aktivitelerin katılma fırsatlarına sahip olabilmeleri, fiziksel uygunluk gelişimi adına büyük önem taşıdığı belirtilmektedir. Düzenli sportif aktivitelerin amaçlarından biri de gençlerin aktif bir yaşam tarzı benimseme ve yetişkinlik döneminde de bunu sürdürme olasılığını artırmak olduğundan, bireylerin sağlığında giderek artan bir önem taşımalı ve insanın biyolojik bir ihtiyacı olarak değerlendirilmelidir. Düzenli egzersiz alışkanlığı, sadece orta ve ileri yaşlar için değil ama aynı zamanda gençlerin de egzersiz ve fiziksel aktiviteden elde edilen uyaranlarla fiziksel gelişmelerine olanak tanıyacak, temel motor davranış eğitimi olarak planlanan (koşma, atlama, fırlatma, kavrama vb.) gibi fiziksel aktivitelerle spor becerilerinin geliştirilmesi mümkün olacaktır. Böylelikle, bu fiziksel uygunluk gelişimi, sağlıklı yaşam için ciddi katkılar sağlayabilecektir.
En genel tanımıyla fiziksel aktivite, iskelet kaslarının oluşturduğu vücut hareketleri sonucu enerji tüketimi olarak bilinmektedir ve bu fiziksel aktivite sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için bireyin yaptığı egzersizle, fiziksel uygunluğu arasında fiziksel ve fizyolojik bir uyumun olması, sağlıklı yaşam açısından büyük önem taşımaktadır. Fiziksel aktivite, bireyin fiziksel dayanıklılığı, esnekliği ve kuvveti ile ilgili olduğu için, bireysel anatomik ve fizyolojik özellikleriyle, kazanılacak olan egzersiz alışkanlığı arasında belli bir uyumun gerekliliği söz konusudur. Toplumların sağlıklı bir yaşam tarzına ulaşabilmesi için yürütülen birçok bilimsel çalışmada; düzenli fiziksel aktivitenin, sağlıklı beslenmenin ve aktif bir yaşam tarzının, yaşam kalitesine olumlu kazanımlarının olacağı vurgulanmaktadır. Bu nedenle, sağlıklı beslenme ve yaşam boyu spor, belirli bir bilimsel yöntem ve düzen içerisinde yapılması gereken alışkanlıklar olarak önerilmektedir.
Yazının devamı İlkses Gazetesi’nde…
Sağlıklı bir yaşam için tüm organ ve sistemlerin kendi içlerinde ve bir arada, bütüncül bir uyum içinde, sağlıklı çalışması son derece önemlidir. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar, yaşam sağlığı açısından diş ve ağız sağlığı ile genel sağlık arasındaki dikkat çekici bağlantılar açığa çıkartılmakta ve bu araştırmaların sonuçları bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, ağız ve diş sağlığı sorunlarının, kardiyovasküler (kalp ve damar istemi) hastalıklardan olumsuz hamilelik sonuçlarına kadar birçok önemli sonuçlar doğurabileceği vurgulanmaktadır. Tüm bu bulgulara ek olarak, yemek yeme, çiğneme ve konuşma gibi günlük aktivitelerin yanı sıra, ağız ve diş sağlığı problemlerinin benlik saygısını, özgüveni ve psikolojik (ruhsal) sağlığı da doğrudan etkileyebileceğini göstermektedir. Özellikle çocuklar ve gençlerin ağız sağlığına öncelik verilmesinin, daha sağlıklı bir gelecek ve daha iyi bir yaşam kalitesi sağlayabileceği konusunda tam bir fikir birlikteliği mevcuttur.
Yaşlanma her canlı için kaçınılmaz bir süreç olarak değerlendirilen, sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve psikolojik boyutlarıyla çok yönlü bir olgudur. Anti-aging (yaşlılığın geciktirilmesi ve yaşlanmanın etkilerinin azaltılması), yaşlanmanın yavaşlatılması ve geciktirilmesine yönelik sağlıklı bir yaşam tarzı olarak tanımlanmakta ve böylece sağlıklı ve yavaş yaşlanma sağlanabilmesi adına, yaşlanmanın sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve psikolojik boyutunda olumlu gelişmelerin ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. Yaşlılık, tüm dünyada farklı fizyolojik, sosyolojik ve psikolojik tanımları olan ve toplumdan topluma farklılık gösteren göreceli bir kavram olsa da herkesin yaşayacağı doğal bir süreçtir. Yaşlanma sürecini etkileyen en önemli faktörler; kişinin genetik yapısı, geçirdiği hastalıklar ve yaşam tarzı olarak sıralanmakta ve bu faktörlerin etkileşimi sonucunda, yaşlandıkça değişen organ ve sistemleri etkileyen temel metabolik aktivitelerde yavaşlama ve fizyolojik kayıplarla yaşlanmanın meydana geldiği öngörülmektedir. Metabolizma ve sistemlerin yıllar içerisinde aktivite kaybına bağlı olarak bozulması süreci olarak da tanımlanabilecek yaşlanma, bazı bilim insanları tarafından da tedavi edilebilir bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. Zamanla biyolojik vücut fonksiyonlarının zayıflaması ve etkinliğini kaybetmesi sonucunda yaşlanmanın yavaşlatılabileceği düşüncesiyle, stresten uzak durma, dengeli beslenme ve egzersiz gibi basit önlem ve uygulamalarla insan ömrünün belli bir oranda uzatılmasının mümkün olduğu savunulmaktadır. Anti-aging tıp, yaşlanmanın fizyolojik süreçlerine ve yaşlanmayla birlikte ortaya çıkabilecek hastalıkların olumsuz etkilerine odaklanan tıbbi çalışma alanıdır. Son yıllarda hızla gelişmekte olan bu alan, aynı zamanda bireyin sağlığını iyileştirmeyi amaçlayan tıbbi ve biyoteknolojik yöntemleri de kapsar. Bu geniş kapsam içinde, hücresel düzeyden metabolik işlevlere kadar yaşlanma sürecinin tüm bileşenleri incelenerek, yaşlılıkta sağlıklı yaşamla ilgili tüm fizyolojik yapıların sağlıklı çalışmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Yaşlanma karşıtı ilaçlar ve bu amaçla geliştirilen yöntemler, en geniş anlamda yaşlanmayı yavaşlatmayı ve önlemeyi, aynı zamanda yaşlanmayla birlikte ortaya çıkabilecek hücresel ve metabolik sorunları tedavi etmeyi amaçlayan yaklaşımları içermektedir. Yaşlanma karşıtı tıp, tıp camiasında üzerinde yoğun araştırmaların sürdürdüğü, henüz yeni bir alan olmasına rağmen, jinekoloji, dermatoloji, plastik cerrahi ve kozmetoloji gibi uzmanlık alanlarında hızla büyüyen bir klinik alan olarak dikkat çekmektedir. Sağlıklı yaşlanma sürecinde sağlıklı yaşam tarzının büyük önem taşıdığı önerilmektedir.
Günümüzün hızlı tempolu dünyasında, metabolik sağlığın korunması, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için çok önemlidir çünkü metabolizma, organizmada birbirine bağlı fonksiyon gören birçok süreci kapsayan ve her birinin birbiriyle uyum içinde çalışmasına olanak vererek, gıdalardan elde edilen enerjinin verimli bir şekilde işlenmesi de dâhil olmak üzere, tüm vücut sistemlerinin sağlıklı işleyişini düzenlemekten sorumludur. Metabolik sağlık açısından, kan şekeri seviyelerinin, kolesterol seviyelerinin, kan basıncının ve vücut ağırlığının düzenlenmesi son derece önemli olduğu bilinmektedir. Dengeli ve sağlıklı beslenme alışkanlığı, sağlıklı yaşam açısından kritik bir rol üstlendiği için, beslenme sağlığı bozulduğunda obezite, tip 2 diyabet (şeker hastalığı) ve kalp, damar hastalıkları gibi metabolik sorunların gelişmesi söz konusu olmaktadır. Dengeli ve sağlıklı beslenme alışkanlığıyla birlikte sağlıklı bir vücut ağırlığını korumak, metabolik sağlığın korunmasında önemli katkılar ortaya çıkaracaktır. Düzenli egzersiz alışkanlığı, enerji tüketimini artırarak kilo kontrolünde hayati bir rol oynar, böylece kilo kaybına veya korunmasına yardımcı olabilmektedir. Hem aerobik egzersizlere (koşu, bisiklete binme veya yüzme gibi) hem de direnç antrenmanına (halter kaldırma gibi) katılmak kas kütlesi oluşturmaya yardımcı olmakta ve bu düzenli egzersiz programları da metabolizma hızını artırmaya destek olmaktadır. Fiziksel aktiviteyle artan kası kitlesi, bireylerin kişilerin dinlenirken bile önemli oranlarda enerji harcamasına (kalori yakmasına) neden olması nedeniyle; artmış metabolik hız böylelikle kilo yönetimine katkıda
Beslenme, en basit tanımıyla, gelişme, büyüme, sağlıklı ve aktif bir yaşam sürdürebilmeleri için vücudun ihtiyaç duyduğu maddeleri gerektiği kadar alabilmesi ve bunları verimli olarak kullanabilmesidir. Fizyolojik bir denge içinde bulunması gerekli olan beslenme fonksiyonu, bu dengenin tam olarak sağlanamadığı durumlarda vücutta istenmeyen kilo kayıpları ya da aşırı yağlanmalar meydana gelebileceği bilinmektedir. Açlık, tokluk ve iştah hisleri, beslenme davranışının gıda alımı ve enerji tüketimi arasında bir denge oluşturmasını sağlarken, bu beslenme davranışları, beyindeki beslenmeyle ilişkili bölgelerle karşılıklı koordinasyon içinde çalışmaktadır. Bu karşılıklı fizyolojik koordinasyon sayesinde, vücut ağırlığının çok dar sınırlar içinde sabit bir seviyede tutulmasına yardımcı olduğu düşünülmektedir. Vücutta aşırı yağ dokusu birikmesi sonucu ortaya çıkan metabolik bir sağlık sorunu olarak bilinen obezitenin, genetik ve çevresel faktörlerle yakın ilişkisi olan bir hastalık olduğu ve bunların sağlıklı bir yaşam için ciddi ve kronik sorunlara yol açabileceği düşünülmektedir. Obezite ve aşırı kilonun neden olduğu küresel halk sağlığı krizlerini araştırmayı ve değerlendirmeyi amaçlayan çok sayıda araştırma yapılmaktadır ve bu çalışmalarda, bu sağlık sorununun çocuklar ve gençler de dâhil olmak üzere, tüm dünyada, her geçen gün daha da yaygınlaşan bir sağlık problemi olduğunu göstermektedir.
En genel anlamıyla obezite, yağ dokusunun yaygın olmayan veya aşırı birikimi olarak tanımlanabilecek olan obezite ve aşırı kilo problemi, hemen
Son yıllarda, hızlı bir artış içinde olduğu gözlenen aşırı kilo ve obezite problemine bağlı gelişen metabolik sağlık sorunları, tüm dünyada çok önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Vücutta sağlık açısından risk oluşturan, aşırı yağ birikimi olarak tanımlanabilecek aşırı kilo ve obezite problemi, sağlıklı yaşam için çok çeşitli kronik sağlık sorunlarına yol açabilen, genetik, davranışsal ve çevresel etkileşimli bir hastalıktır. Vücuttaki fazla yağ dokusuna bağlı olarak gelişmesi, birçok sağlık sorununa neden olan ve tıbbi tedavi gerektiren metabolik bir sağlık sorunudur ve bu önemli sağlık problemi, çocuklar ve ergenler de dâhil olmak üzere her yaş grubunda ciddi fiziksel, psikolojik ve sosyal sonuçlara neden olduğu görülmektedir.
Düzenli egzersiz alışkanlığının kadın sağlığı üzerindeki olumlu katkılarına ilişkin yapılmış olan klinik çalışmalardan elde edilen bulgular, sporun kadın sağlığı üzerindeki çok yönlü olumlu etkisini vurgulamaktadır. Spora katılımın; benlik saygısı, beden imajı, kardiyovasküler sağlık ve ruhsal iyilik halinin artması gibi olumlu sonuçlara katkı sağladığını gösteren pek çok çalışma yapılmıştır ve bu konuda bilimsel bir fikir birlikteliğine ulaşılmıştır.Kadınların genel sağlığı ve düzenli fiziksel aktivite arasındaki ilişki üzerine yapılan araştırmalar, spora katılımın kadınlarda özellikle kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) sağlık üzerinde olumlu katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Yapılan bilimsel araştırmalarda, düzenli fiziksel aktivitenin, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıların önlenmesi ve tedavisinde olumlu sağlık etkileri ortaya çıkardığını gösterilmiştir. Kardiyovasküler katkılarının yanı sıra, düzenli fiziksel aktivite kemik, kas ve eklem sağlığının korunmasına yardımcı olurken, kadınlarda ileri yaşlarda sıklıkla görülebilen osteoporoz (kemik erimesi) ve benzeri birçok kronik hastalık ve erken ölüm riskini azalttığı bilinmektedir. Tüm bu olumlu sağlık etkilerine ek olarak; düzenli spor alışkanlığı, kalp hastalıklarını (miyokard enfarktüsü), hipertansiyon (yüksek tansiyon), tip 2 diyabeti (şeker hastalığı), hormonal sorunları, obezite ve aşırı kilo problemini, bazı kanser tiplerini, obeziteyi, depresyon ve anksiyeteyi (kaygı ve endişe) ve osteoporoza bağlı ortaya çıkabilecek olan iskelet sistemi sorunlarının önlenmesinde olumlu katkıları olduğu açığa çıkarılmıştır.
Son yıllarda yaşanan hızlı kentleşme ve teknolojik gelişmeler, tüm dünyada birçok birey için sedanter (hareketsiz) bir yaşam tarzına yol açtığı gözlemlenmektedir. Teknolojinin yaşam koşullarını iyileştirirken aynı zamanda fiziksel, metabolik ve psikolojik sağlık üzerinde olumsuz etkilere neden olan; fiziksel aktivite eksikliğine yol açması, yaşam boyu sağlık sürecinde çeşitli olumsuzlukları da beraberinde getirdi. Hâlbuki düzenli fiziksel aktivite yaşam boyu sağlık için çok önemli fonksiyonlar göstermekte ve hareketsiz yaşam tarzının neden olduğu sağlık sorunlarının önlenmesi ve giderilmesinde etkin rol üstlenmekteydi. Sedanter yaşam tarzı neden olduğu birçok fizyolojik sorunla birlikte, yaygın olarak obezite ve aşırı kilo probleminde artışa yol açmaktadır.
Obezite, enerji alımının harcamayı aştığı durumlarda vücutta yağ birikmesinin neden olduğu kronik bir hastalık olarak tanımlanabilir. Aşırı yeme, yetersiz kilo kontrolü ve verimsiz enerji harcamasından kaynaklandığı gözlenen, obezite sadece metabolik sağlığı olumsuz etkilemekle kalmaz, aynı zamanda tip 2 diyabet, depresyon, kas-iskelet sistemi sorunları, kanser ve kardiyovasküler hastalıklar gibi çeşitli sağlık sorunlarının görülme riskini arttırmaktadır. Yüksek kalorili ve yüksek yağlı gıdalar tüketmek gibi dengesiz ve aşırı beslenme alışkanlıkları nedeniyle artmış kilo alımıyla birlikte, hareketsiz bir yaşam tarzı ve egzersiz eksikliği obezitenin gelişiminde neden olan faktörler arasında en sık gözlenen faktörler olarak bilinmektedir. Genel olarak, obezite birden fazla faktörü içeren karmaşık bir metabolik problem olduğu
Son yıllarda yaşanan hızlı kentleşme olgusu ve teknolojinin hızla ilerlemesine paralel olarak değişen günlük yaşam alışkanlıkları, birçok birey için hareketsiz bir yaşam tarzıyla sonuçlanmıştır. Teknolojik ilerleme yaşam koşullarını kolaylaştırarak günlük yaşamsal alışkanlıkları iyileştirmiş olsa das toplumun fiziksel, metabolik ve psikolojik sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olan fiziksel aktivite eksikliğine yol açtığı dikkat çekmektedir. Yapılan bilimsel araştırmalarda, düzenli fiziksel aktivite içeren aktif bir yaşam tarzının yaşam boyu sağlık için çok önemli olduğunu gösterilmekte ve sağlıklı yaşam sürecinde düzenli egzersiz alışkanlığının çok önemli bir gereksinim olduğu vurgulanmaktadır. Ancak, modern yaşamın hızlı temposu ve teknolojinin yaygınlığı, insanların fiziksel egzersizden uzak bir hayat tarzını benimsemeleri sonucunu doğurmaktadır ve bu olumsuz sonuç da sağlıklı yaşam adına çok çeşitli fizyolojik ve psikolojik problemlere neden olmaktadır.
Çok sayıda araştırma çalışmasında, düzenli fiziksel aktivitenin hem fiziksel hem de psikolojik sağlık için önemini vurgulanmakta ve egzersizin beyin fonksiyonlarını ve duygusal durumu olumlu yönde etkileyerek, bireyin (mental) zihinsel ve psikolojik (ruhsal) yapısını olumlu yönde geliştirdiği gösterilmiştir. Tüm bu olumlu katkıların yanı sıra, egzersizin Alzheimer, epilepsi ve migren gibi nörolojik sorunlar üzerinde olumlu etkileri olduğu ve düzenli fiziksel aktivitenin metabolik sağlığı koruduğu kanıtlanabilmiştir. Bu nedenle, düzenli egzersiz alışkanlığının, başta kardiyovasküler hastalıklar olmak üzere obezite, hipertansiyon, osteoporoz (kemik erimesi), tip 2 diyabet
Son yıllarda yaşanan hızlı kentleşme olgusu ve teknolojinin hızla ilerlemesine paralel olarak değişen günlük yaşam alışkanlıkları, birçok birey için hareketsiz bir yaşam tarzıyla sonuçlanmıştır. Teknolojik ilerleme yaşam koşullarını kolaylaştırarak günlük yaşamsal alışkanlıkları iyileştirmiş olsa da, toplumun fiziksel, metabolik ve psikolojik sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olan fiziksel aktivite eksikliğine yol açtığı dikkat çekmektedir. Yapılan bilimsel araştırmalarda, düzenli fiziksel aktivite içeren aktif bir yaşam tarzının yaşam boyu sağlık için çok önemli olduğunu gösterilmekte ve sağlıklı yaşam sürecinde düzenli egzersiz alışkanlığının çok önemli bir gereksinim olduğu vurgulanmaktadır. Ancak, modern yaşamın hızlı temposu ve teknolojinin yaygınlığı, insanların fiziksel egzersizden uzak bir hayat tarzını benimsemeleri sonucunu doğurmaktadır ve bu olumsuz sonuç da sağlıklı yaşam adına çok çeşitli fizyolojik ve psikolojik problemlere neden olmaktadır.
Obezite, alınan enerjinin aynı oranda harcanmaması durumunda, vücutta yağ dokusunun birikimi sonucu ortaya çıkan, kronik bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Metabolik sağlığı olumsuz etkileyen bu durum, aşırı beslenme veya yetersiz kilo kontrolüyle ilişkili olabileceği gibi, metabolizmanın enerji harcama fonksiyonunda görev alan organ ve sistemlerinin yetersiz aktivasyonundan de kaynaklanabilmektedir. Organların ve sistemlerinin yetersizliği sonucunda, alınan gıdalar verimli olarak tüketilemediği için, trigliseritlerin (yağ asitleri) yağ dokusunda depolanması sonucunda, aşırı kilo ve obezite problemi tek başına ciddi bir sağlık sorunu olmasıyla birlikte, bazı metabolik problemlerin de görülme sıklığını arttırmaktadır. Aşırı kilo ve obezite sıklıkla, tip 2 diyabet (şeker hastalığı), depresyon, kas ve iskelet sistemi sorunları, metabolik sendrom, kanser, karaciğer yağlanması, hormonal bozukluklar, hipertansiyon, kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) hastalıkları gibi çok çeşitli kronik sağlık sorununun görülmesine neden olabilmektedir. Obezite, karmaşık bir metabolik problem olduğu için, bu alanda yapılan araştırmalarda, bu problemin ortaya çıkmasında bir veya birden fazla faktörün sorumlu olabileceği vurgulanmaktadır. Obezite ve aşırı kiloya katkıda bulunan çok çeşitli fizyolojik faktörler arasında en sık gözlenen, dengesiz ve aşırı beslenme alışkanlığıdır. Düzenli olarak yüksek kalorili, yüksek yağlı ve yüksek şekerli gıdalar tüketmek, hızlı kilo alımına yol açarak, aşırı kilo ve obezite problemine neden olmaktadır. Aşırı beslenmeyle birlikte düzenli fiziksel aktivite eksikliği de bir başka
Düzenli fiziksel aktivitenin hem fiziksel hem de psikolojik sağlığın korunmasında çok yönlü olumlu metabolik sağlık katkıları sağladığı bilinen bir gerçektir. Özellikle, kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) hastalıklar, felç, depresyon, Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi kronik hastalık riskinin azalması ve bu tip metabolik problemlerde tedavi edici yönlerinin olduğu çok sayıda bilimsel araştırmada gösterilmiştir. Düzenli spor alışkanlığı, bu sağlık katkılarının yanı sıra, kan basıncını düşürerek, kalbin gücünü ve verimliliğini artırarak kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) sağlığı korumakla birlikte, insülin duyarlılığını ve glikoz (şeker) metabolizmasını geliştirir, bu da tip 2 diyabetin 8şeker hastalığı) başlamasını önlemeye veya geciktirmeye yardımcı olabilir. Egzersizin, ayrıca toplam kolesterol ve trigliseritlerin azalması ve HDL kolesterolün artması gibi lipit (kan yağları) profillerinde iyileşmelere neden olarak, beslenme sağlığı üzerinde de olumlu katkıları olduğu vurgulanmaktadır.
Yaşlanma, sıklıkla hastalıklarla ilişkilendirilen kaçınılmaz bir biyolojik süreçtir, ancak sağlıklı bir yaşam tarzı, yaşlandıkça yaşam kalitesinin korunmasını sağlayabilmektedir. Sağlıklı bir yaşam tarzı, fiziksel, zihinsel ve psikolojik sağlığı kapsar ve sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivite alışkanlıkları, yaşlılıkta yaşam kalitesini artırmaya yönelik destekleyici yaşam tercihleri olarak vurgulanabilir. Bilimsel çalışmalarda, sosyal yaşam tarzı, hücre yıkımı, metabolik yıpranma süreçleri, psikolojik ve fizyolojik performans gibi çok çeşitli biyolojik faktörlerin yanı sıra depresyon başta olmak üzere pek çok psikolojik ve zihinsel sorunun da yaşlanmayı etkileyen önemli faktörler arasında yer aldığı gösterilmektedir. Daha sağlıklı bir yaşlanma süreci için en yaygın kabul gören tıbbi yaklaşım, yaşlanma sürecini, sağlıklı yaşam prensiplerine bağlı kalarak sürdürebilmek olarak tanımlanmaktadır. Yaşlanma, fiziksel, mental (zihinsel) ve psikolojik alanları kapsayan ilerleyici, doğal bir süreç olarak değerlendirildiği için, yaşlı bireylerin genel sağlık açısından önceki performans düzeylerinde işlev yapabilme yeteneğini koruyabilmek önem taşımaktadır.