Sayfa Yükleniyor...
Bir hak mezhepten öteki hak mezhebe geçmek caizdir. Zira bütün ehli sünnet mezheplerine uymak caizdir. Hapsine de uymak caiz olduğundan isteyen istediği mezhebi tercih edebilir. Tercih ettiği gibi tercih ettiği mezhebi bırakıp başka bir mezhebe de geçebilir. Yani Hanefi olan birisi Şafiî Mezhebine, Şafiî olan bir kimse de Hanefi mezhebine geçebilir. Ancak, kişi bunu bir oyun haline getirmemelidir
Tadil-i erkan; namazların kıyam, rüku ve secde gibi rükünlerini tam bir sükunet ile ifa etmektir. Kıyamda kıraati tamamladıktan sonra, rükua vardığında her uzuv bir sükunet hali alıp bir en az bir kere suphanallah diyecek kadar beklemektir. Aynı şekilde rükudan kalkarken vücut dimdik bir vaziyet almalı ve en az bir tesbih miktarı (Sübhane Rabbiye’l-azim diyecek kadar) ayakta durmak, daha sonra secdeye varıp aynı sükunet hali üzerinde secdeyi tamamlamaktır. İki secde arasında bir tesbih miktarı oturmak da tadil-i erkandandır. Bu kurallara uyulmadan kılınana namaz eksik kabul edildiğinden birçok mezhebe göre geçersizdir.
Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin dilenmesi dinen haramdır. Sıhhati yerinde olan, çalışacak ve ticaret edebilecek halde olan kimsenin de yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi uygun değildir. Ancak aç veya hasta olanın
Hz. Peygamber, mezarlıkları ziyaret etmiş ve bu ziyaretlerinde de ölülere selam vermiştir. Efendimizin ayrıca mezarlıklarda şu duayı okuduğu kaynaklarda vardır: “Ey Mü’minler yurdu, siz bizden önce gittiniz. İnşallah biz de size ulaşacağız.” (Müslim, “Cenâiz,” 104.) Sevgili Peygamberimiz bu sözü ile hem ölülere dua etmiş hem de yaşayanları ölüm konusunda uyarmıştır.
Mezarlıkları ziyaret etmek güzel ve sevap olduğu gibi ziyaret etme imkanı bulunmadığı durumlarda ise kişinin bulunduğu yerden ölüsüne Kur’an okuması ya da dua etmesi de uygun ve sevaptır.
Aynı şekilde yapılan ibadetlerin ve hayırların sevaplarını başkasına bağışlamak dinen caizdir. Buna göre kişi, mezarlığı ziyaret etme imkanı yoksa bulunduğu yerden okuduğu Kur’anı, yaptığı hatmin, kıldığı namazın ve istediği bir hayrın sevabını ölüsüne bağışlayabilir.
İslam’da mal hürriyeti vardır. Yani erkeğin kazandığı malı kendisine, kadının kazandığı mal kendinedir. İslam’a göre herkes kendi malının sahibi ve tasarruf yetkilisi olduğundan ne kocanın ne de bir başkasının kadının malını nereye, nasıl ve ne kadar harcaması gerektiği gibi konularda karışma hakkı yoktur. Kadın dilerse malı yiyer, dilerse dağıtır, dilerse kocasına veya bir başkasına verir. Kimse bu konuda onu zorlayamaz. Kocanın o mal üzerinde bir yetkisi yoktur. Nitekim Allah’u Teâlâ bu hususta mealen şöyle
Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluğunu gerektirir. Bu sorumluluk ise, söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz. İslam emeğe büyük değer verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de: “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) buyurulur. Hz. Peygamber de emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhari, Büyu’, 15) buyurmuşlardır. Bundan dolayı emek mahsulü olarak internet ortamına geçirilmiş olan her türlü program, yazılım, kitap gibi ürünleri sahiplerinden izin almadan elde edip kullanmak caiz değildir.
Borç alırken bir fazlalık şart koşulmadığı takdirde ödemede verilen fazlalığın bir sakıncası yoktur. Hatta Şafiî mezhebine göre böyle bir davranış sünnettir. Zira kişi bir iyilik yapmıştır siz de pazarlık ve şart olmadığı halde gönlünüzden gelmiş ve borç verene bir jest yapmış olduğunuzdan caizdir. Ancak borcu verirken böyle bir fazlalığı şart koşmak caiz değildir. Çünkü böyle bir fazlalık faiz olur faiz ise İslam’ın yasakladığı ve haram kabul ettiği büyük günahlardan bir günahtır.
İslam, ana-baba hakkını çok önemser ve kutsal kabul eder. Öyle ki İslam’da cennetin bir yolu da anne babanın rızasından geçtiği kabul edilmektedir.
İslam, evlada anne ve babasına karşı hürmetkâr ve aynı zamanda hizmetkâr olmasını emretmektedir. Nitekim yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen bu konuda: “Anne ve babana of bile demeyeceksin.” (İsrâ,17/ 23.) buyrulmaktadır. Onun için evlat daima anne ve babasının emrinde ve hizmetinde olması gerekir. Şu kadar var ki evladın anne ve babasına yaptığı hürmet ve hizmet, İslam’ın emir ve yasaklarına uygun olmalıdır. Yani ihtiyaçlarını dinî esasları ihlal etmeden karşılayacak. Nitekim Hz. Peygamber döneminde birçok sahabenin ana-babaları ilk günlerde İslâm’ı kabul etmemiş, hatta İslâm’ın zıddı bir putperestlikte kalmışlardı. Bunlar da evlatlarına baskı yapıyor, İslâm’ı terk etmelerini istiyorlardı.Gelen vahiyle, ana-babanın İslâm’a aykırı isteklerine uymamak gerektiği emredildi, ama anne ve babaları bütünüyle de terk etmemek gerektiği bildirildi. İslam dini, bizden mümkün olduğu kadarıyla anne babanın hizmetlerinde bulunmayı ancak dine uygun olmayan isteklerine uymamasını emretmektedir. Buna göre her çocuk anne ve babasına bakmak, emir ve isteklerini yerine getirmek zorundadır. Ama istekleri İslam dininin esas ve emirleri ile çatıştığı anda onların bu isteğini yerine getirmeyecektir.
Cennet ve cehennem şuan yaratılmış olmakla beraber insanlar şuan cennette ya da
Kadın, günün beş vaktini, cuma ve bayram namazlarını… camide ve cemaatle kılabileceği gibi aynı şekilde cenaze namazını da camide ve cemaatle kılabilir. Ama bu namazı kılarken birtakım kurallara da riayet etmesi gerekir. O da öncelikle her namazda ve günlük hayatta dinen kapatmak zorunda olduğu saçını kollarını ayaklarını kısaca bedenini dinin istediği ölçüde örtmesi gerekir. Aynı zamanda erkeğin önünde değil arkasında durması gerekir.
Resimli elbise giymek caiz mi?
Resimli elbise giymek mekruhtur. Aynı şekilde resimli elbise ile namaz kılmak da mekruhtur. Ama bu elbise ile kılınan namaz geçerlidir. İnsan veya hayvan resmi bulunan yaygının üzerinde namaz kılmakta da bir sakınca yoktur. Çünkü resimli yaygının ayaklar altında olması resimlere değer vermeme anlamına geldiğinden caiz görülmüştür. Yine bu resimler baş hizasından daha yukarıda kişinin hizasında ve önünde asılı olarak bulunduğu bir yerde namaz kılmakta mekruh kabul edilmiştir. Çünkü bu resimler hem kişinin huşuunu götürür hem de dikkatini dağıttığından iyi görülmemiştir
Buna göre resimli elbise giymek mekruh olmakla birlikte caizdir. Onunla kılınan namaz da mekruh olmakla geçerlidir.
Kimin kestiği hayvan yenir, kimin kestiği yenmez?
Müslümanların ve ehl-i kitap denilen Yahudi ve Hıristiyanların usulüne göre kestikleri hayvanların etleri yenir. Ateşe, güneşe, yıldızlara, puta tapanların dinden yani İslam’dan irtidat edenlerin, dine ve Allah’a inanmayanların ise
Hz. İsa Ulul Azım peygamberlerinden bir peygamberdir. Aynı zamanda peygamberler zincirinin sondan ikinci halkasıdır. Peygamberlik görevi gereği tevhid tebliğini yaparken her peygamberin karşılaştığı itiraz, zorluk ve inkarlarla karşılaşmıştır. Ama o asla tebliğinden ve dini yaymadan geri kalmamıştır. Bunun üzerine ona inanmayanlar onu öldürmek istemişlerdir. Onu öldürmek istediklerinden ve de buna giriştiklerinden dolayı Allah onu inkarcılardan kurtarmış ve göğe yükseltmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in Nisa suresi 157-158. ayetleri bunu şöyle ifade etmektedir. “Biz Allah’ın peygamberi, mesihi, Meryem oğlu İsa’yı öldürdük demeleri sebebiyle (Onlara azap ettik) halbuki onlar İsa’yı ne öldürdüler ne de astılar. Lakin kendilerine bir benzetme yapıldı. Sadece zan peşindedirler. Onu kesinlikle öldürmediler.” Doğrusu Allah onu kendine kaldırdı...”
Söz konusu bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi İslam inancına göre, Hz. İsa çarmıha gerilmemiştir. Öldürülmek istendiğinde Allah tarafından kurtarılmış ve bir gün yeryüzüne tekrar kıyametin bir alameti olarak geri gelecektir.
İslam inancına göre nazar vardır. Onun için nazar değmesine karşı Allah’a sığınılmalıdır, ondan yardım dileyip ona ibadet edilmelidir. Nazarın vakî olduğu bir hakikattir. Bundan sakınmak için çeşitli yollar denemekte fayda vardır. Ayet-el kürsi, Nas, Felak, İhlas sûrelerini okumak bunun bir yoludur. Ama nazar
İnsan için şüphesiz iki hayat söz konusudur. Birincisi dünya, ikincisi ahiret hayatıdır. Dünya hayatı ruhun bedene girmesi ile başlar. Ölümle noktalanır. Ahiret hayatı da iki aşamadan meydana gelir. Ölümle başlayıp dirilişe kadar süren kabir hayatı ve dirilişten sonra sonsuza kadar devam eden ebedi hayattır. Yani dirilişten sonra insanlar hesabı verdikten sonra cennete veya cehenneme gidecekler ve burası onlar için artık sonsuz mekan olacaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim ahiret hayatının sonsuz olduğunu çeşitli ayetlerle ifade etmiştir. Bu ayet de sadece onlardan bir tanesidir. "İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdeler. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızk verildiğinde, Bu daha önce bize verilen rızk diyecekler. Hâlbuki bu rızk onlara benzer olarak verilmiştir. Onlar için ortada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır. (Bakara, 2/25)
Bu ayetten de anlıyoruz ki ahret hayatı Müslüman için de kafir için de sonsuzdur.
Şükür namazı, nafile olarak kılınan bir namazdır. Başımıza gelen musibet veya olumsuz bir olaydan kurtulunca ya da bir nimete erişince Allah’a şükür babından kılınan bir namazdır. Mesela kişi ev, araba alınca, önemli bir hastalıktan kurtulunca, askerden gelince veya işe başlayınca, arzuladığı bir başarıya ulaşınca şükür
Kişinin ibadetini veya çalışmasını engellemeden ve yenilen tarafın yenen tarafa bir menfaat temin etmeden oynanan bilardo ve benzeri oyunların oynanmasında bir sakınca yoktur.
Süt kardeşinin kardeşi ile evlenmek caiz mi?
Çocuğun süt emdiği kadın onun süt-anası olur. İslam fıkhını göre süt emen kimsenin süt emdiği kadınla evlenmesi haramdır. Nitekim bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Sizi emziren analarınız, süt kardeşleriniz size haram kılındı” (Nisa, 4/23)
Kişinin süt emdiği kadın ona haram olduğu gibi aynı şekilde o kadının kızları da sütkardeşleri olur ve bunlarla evlenmesi caiz olmaz. Hz. Peygamber hadisi şeriflerinde: “Nesep yoluyla haram olan, rada (süt emzirme) yoluyla da haramdır” buyurarak kişinin süt emdiği kadınla ya da onun çocukları ile evlenilmesinin caiz olmadığını bildirmektedir. Buna göre sütanneden süt emmiş kimse bu sütannenin diğer çocukları kardeşi olduklarından onlarla evlenmesi caiz olmaz. Ancak kadının öz çocuğu annesinden süt emen kimsenin kardeşi ile evlenmesinde bir sakınca yoktur.
Erkeğin altın kaplama saat takması caiz mi?
Erkeğin altın kullanması veya takması dinen caiz değildir. Dolayısıyla erkeğin altın yüzük, kolye, bilezik… takması haram olduğu gibi aynı şekilde altın bir saat de takması da caiz değildir.
Vefat eden akrabalarımız için ağlamanın bir sakıncası var mı?
Ölüm acı bir olay, insan da
Yüce Mevla deniz ürünleri ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır:
“Deniz avı ve onun yiyeceği size de yolculara da bir geçimlik olarak helal kılınmıştır…” (Maide, 5/96) Sevgili peygamberimiz de deniz ürünleri ile ilgili olarak. “Denizin suyu temiz; ölüsü de helâldir.” (İbn Mâce, Tahâret, 38) Bu ayet ve hadisten de anlaşıldığı gibi balık yemek caizdir. Aynı şekilde balığın yumurtası olan havyarı da yemek caizdir.
Haram, bir şeyin yapılması, kullanılması, yenilip-içilmesi İslam’a göre kesin yasak olandır.
Bu yasaklama yani haram, haram liaynihi ve haram ligayrihi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Liaynihi Haram: Asıl itibariyle herkes için haram olan şeydir. İçki gibi
Ligayrihi haram: Aslında helal olup başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir. Hırsızlık yolu ile alınan mal gibi Haramın anlamı ve ayırımı bu olmakla birlikte bir Müslüman’a yakışan ve kendisiden beklenen daima Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınıp haramın bu iki kısmından da uzak durmasıdır.
Cenaze defnedildikten sonra, kabirde Münker ve Nekir’in sorması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma konuşmasına telkin denir. Ölüyü defnettikten sonra ona manevi bir destek olması ümidi ile Şafii mezhebine göre açıktan ve insanlar kabrin başındayken yapılır. Hanefi mezhebine göre ise herkes gittikten sonra bir kişi kabrin başında ölünün yüzüne
Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra yüzünün açılarak yakınlarına veya dostlarına son kez göstermede, dokunmada ya da onu öpmelerinde bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim vefat ettiğinde böyle yaptığı bilinmektedir. Aynı şekilde Hz. Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde Hz. Ebû Bekir’in de onun yüzünden örtüyü kaldırdığı, sonra da üzerine kapanıp, iki kaşının arasını hürmetle öptüğü ve ağlamağa başladığı hadis kaynaklarında nakledilmektedir (Ebû Dâvud, “Cenaiz”, 3163). Ancak vefat eden kişi kadın ise, kadın cenazenin yüzüne mahremi olan erkeklerle, kadınların bakmaları caizdir. Fakat mahremi olmayan erkeklerin herhangi bir zaruret bulunmadıkça kadın cenazenin yüzünü açıp mekruhtur.
İslam dini, hayatında olduğu gibi ölümünde de insana gereken değeri vermiş, saygıyı göstermiş ve öldüğü andan itibaren ona yapılacak muameleyi de belirlemiştir. Bu anlamda İslam dini, kabir ve kabristanın düzenli ve tertipli yapılmasını, temiz tutulmasını ve yeşillendirilmesini, hayatta bulunan insanların ölülere karşı bir vefa borcu olarak görür. Ancak kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeli binalar yapılması, taşına övücü veya kaderden şikayet edici sözler yazılması yasaklanmıştır.
Kuran-ı Kerim’i hatmetmenin bir süresi yoktur. Kişi dilerse bir günde, dilerse bir yılda Kur’an-ı Kerimi hatmeder. Bunda da dinen hiçbir sakınca yoktur. Kur’an-ı Kerimi hatmetme işi daha
İslam dininin yasakladığı büyük günahlardan birisi de yalandır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler; Allah´tan korkun ve doğru söz söyleyin.” Ahzab, 33/70. Sevgili peygamberimiz de bu hususta şöyle buyurmaktadır: “insanları güldürmek için yalan söyleyen kişiye yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun” (Ebu Davud, “Edeb”, 40.)
Evlenmek mutluluk ve kalıcılık üzerine kurulmalıdır. Dahası bu evlilik akdi yapılırken belli bir süre için yapılmamalıdır. Belli bir zamana dayalı olarak yapılan evlilik akdi muta akdi olduğundan caiz değildir. Dolayısıyla şehevi hisleri tatmin etmek veya dünyevî menfaatler sağlamak gibi maksatlarla, geçici evlilik, dinen caiz değildir. Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır. Buna göre maddî bir menfaat elde etmek için veya Avrupa’nın bir ülkesinde oturma izni almak için veya işçi olabilmek için anlaşmalı evlilik yapmak dinen caiz değildir. Ama ortada böyle bir niyet yoksa yani temiz halisane duygularla evlenmeye karar verilmiş ise bir sakınca yoktur.
İslam inancına göre inanmayan veya şirk koşan kimseler için istiğfar edilmez. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bu yasaklanmıştır. Dinen onlara istiğfar edilemez ancak onlar için hayatta iseler doğru yolu bulmaları adına temennide bulunabilir. Nitekim sevgili peygamberimiz kendisine kötülük ve zulüm eden müşrikler için ‘Allah’ım kavmimi doğru yola eriştir. Çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar’ (Müslim, “Cihad”, 104.) şeklinde dua etmiştir.
Baba, çocuklarına rüşte erinceye kadar bakmakla mükelleftirler. Çocukları reşit, akil-baliğ olduktan sonra anne ve babanın onlara bakma zorunluluğu yoktur. Ama anne ve baba ihsanından, çocuklarına rüştten sonrada bakmakta ve yardımcı olmaktadır. Hatta iş ve yuva sahibi yapmaktadır. Bu dini bir görev olmasa da Müslüman anne ve babalar kendilerine bir görev ve sorumluluk telakki ederek rüştten sonra da evlatlarına yardımcı olmaktadırlar.
Hicrî senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü âşura günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, âşura gününün de diğer günler içinde mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.
Yabancı yani Müslüman olmayan kişilerin sahip olduğu şirketlerde, işyerlerinde yapılan iş haram olmadığı sürece çalışmada bir sakınca yoktur. Yani içki, domuz gibi haram bir mamul yoksa kazancın ve çalışmanın bir sakınca yoktur. Elde edilen kazanç ve para helaldir. Kaldı ki yapılan iş ve imalat haram olsa Müslüman kişinin yanında da çalışılmaz. Mesela: Müslüman kişi içki üretse onun da yanında çalışmak caiz değildir. Dolayısıyla kimin yanında çalıştığınızın bir anlamı yok ama yaptığınız işin bir anlamı var. İş helalse kazançta helaldir. İş haram ise kazançta haramdır. Orada da çalışmak caiz değildir.
Namazın şartlarından birisi de necasetten temizlenmektir. Yani namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı... gibi namaza engel necasetlerin bulunmaması gerekir.
Alkolü içmek bütün mezheplerde haramdır. Ama onunla temizlik yapma veya koku olarak kullanma hususu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Kişinin bedenine sürdüğü veya elbisesine dökülen ya da yüze sürülen kolonya konusu da bunlardan biridir.
Hanefi mezhebine göre deodorant, kolonya ve benzeri temizlik maddelerini içmek, içki içmek gibi yasak ve haramdır. Çünkü içinde alkol vardır. Ama bunları süslenmek, güzel kokmak veya temizlikte kullanmak caizdir. (Tıraştan sonra yüze sürmek gibi).
Aynı şekilde bedene, ele yüze sürülen veya elbiseye dökülen deodorant, kolonya veya sürülen parfümle namaz kılmak caizdir. Çünkü necis ve pis sayılmaz. Bununla namaz kılınması halinde de bu namaz geçerlidir.
Şafii mezhebine göre ise deodorant, kolonya ve benzeri maddeler içinde alkol barındırdığından necistir. Yani pistir. Bu ve benzeri maddeler necis olduklarından onları içmek haram olduğu gibi onları temizlik ya da başka bir gaye için de olsa kullanmak caiz değildir.
Dolayısıyla Şafii mezhebine göre bedene, ele yüze, ya da elbiseye dökülen deodorant, kolonya, parfüm ve benzeri maddeler ile namaz kılmak caiz değildir. Kılınması halinde namaz geçersizdir. Bu namazı yeniden kılmak gerekir.
Bir evlilikte mehrin verilmesi, peşin olabileceği gibi aynı şekilde konuşulması ve kadının kabul etmesi halinde sonra da verilebilir.
Bilerek yemek içmek ve oruca aykırı olan işleri yapmak orucu bozar. Ancak unutarak bir şey yemek, içmek orucu bozmaz. Bu hususta farz, vacip, nafile oruçlar arasında bir fark yoktur. Çünkü unutma ve yanılma ile yapılan işler bağışlanmıştır. Ama kişi oruçlu olduğunu hatırladığı anda veya “Sen oruçlusun” denildiği halde, hiç aldırış etmeden yemesine devam ederse orucu bozulur. Buna göre muharrem orucunu tutarken unutarak yemek yemek ya da bir şey içmek oruca zarar vermez.
Maddi yönden hacca gitme imkanı olmayan kişinin borç alarak hacca gitmesi gerekmez. Fakat borçlanarak hacca gitmesi halinde ise hac ibadeti geçerlidir. Diğer taraftan, haccın farz olması için gerekli şartları taşıdığı halde, hac mevsiminde hazır parası bulunmayan ve borç aldığı takdirde bunu daha sonra ödeme gücüne sahip olan kişilerin, hac görevini ifa etmeleri için borçlanarak hacca gitmeleri uygundur.
Muharrem ayının perşembe, cuma ve cumartesi günleri oruç tutmak tavsiye edilmiştir. Muharrem ayının ilk on gününde dileyen oruç tutabilir. Ama sadece aşure günü sayılan onuncu günde oruç tutmak mekruh sayılmıştır. Mekruh olmaması için 10. günle beraber 10. günden bir gün önce ve bir gün sonra oruç tutmak tavsiye edilmiştir. Yani 9.10. ve 11. günlerde oruç tutmak tavsiye edilmiştir.
Haram ayları manasına gelen bu terkip, kamerî aylardan Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce, Muharrem ve Recep aylarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Cahiliye döneminde de hürmet edilen bu aylar, muhterem kabul edilmiş ve bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır.
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Evime kavuşmak nasip olmasın,” “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim gibi lafızlar” ise yemin lafızları ile söylenmediği için yemin yerine geçmez. Böyle bir söz yemin sayılmadı gibi aynı zamanda doğru ve güzel bir söz de değildir. Böyle sözler ve yeminler Allah Resulü tarafından yasaklanmıştır. Nitekim buna benzer bir yemin etme olayında peygamberimiz sahabeleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, babanızı zikrederek yemin etmenizi yasaklamıştır. Öyleyse kim yemin edecekse ya Allah’a yemin etsin veya sussun.” (Buhârî, Eymân 4). Bu sözler yemin
Namaz kılmak için kılınan namazın vaktinin girmiş olması lazım. Okunan ezan kılınacak namazın vaktine işaret etmektedir. Bu anlamda vakit girdiği anda ister ezan okunsun ister okunmasın namaza başlanabilir. Ancak ezanın bitmesini beklemek zorunlu olmamakla beraber daha doğrudur.
Erkeklerin küpe takması caiz mi?
İslam, kadın ve erkeğin ziyneti konusunda birtakım kurallar koymuştur. Genel olarak ziyneti kadın takmakla birlikte erkeğin de kullanabileceği ziynet eşyası söz konusudur. İslam dini, kadının da erkeğin de ziynet eşyası kullanımında bazı kurallar ve kaideler koymuştur. Bu kurallar ölçüsünde kadın ya da erkek ziynet eşyası kullanabilmektedir. Altının kadına caiz, erkeğe haram, gümüşün her ikisine caiz olması gibi. Erkeklerin küpe takması meselesi de bunlardan birisidir. Şu bir hakikattir ki küpe bütün toplumlarda kadınlara özgü bir aksesuardır. Ancak günümüzün modern dünyasında erkekler de küpe takmaktadır. Sevgili Peygamberimiz: “Kadınlara benzemeye çalışan erkekler, erkeklere benzemeye çalışan kadınlar, Allah’ın rahmetinden uzaktır”. ( Buhari, “Libas” 61-62 ),
"Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.”(Ebu Davud, “libas”, 4) Bu ve benzeri hadislerle kadınların erkeğe, erkeklerin kadınlara özenmesini ya da benzemesini kınamış ve uzak kalınması hususunda uyarmıştır. Erkeklerin küpe takması meselesi de bu hadislerin ışığında İslam müçtehitleri tarafından değerlendirilmiş ve erkeğin küpe takmasını harama yakın mekruh görmüşlerdir. Bu anlamda Müslüman erkeğin kadınlara
Gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık haline getirmek doğru bir iş değildir. Müslüman yemin etmeye ihtiyaç duymayacak şekilde sözüne güvenilen ve çevresi tarafından böyle bilinen bir kimse olmayı gaye edinmelidir.
Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir. Yeminin yerine getirilmemesi halinde, keffâret ödenmesi gerekir.
Yemînin keffâreti ise, on fakiri doyurmak veya giydirmek ya da köle azât etmektir. Buna gücü yetmeyen kimse üç gün peşpeşe oruç tutar. Yüce Allâh, “Allâh sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolay sorumlu tutar. Yemînin keffâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle âzât etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yemininizin keffâreti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allâh size böylece ayetlerini açıklıyor” buyurmaktadır (Mâide 5/89).
Farz veya vacip olan bir şeyi yapmamaya; haram ve günah olan bir şeyi yapmaya yemin eden kişinin, bu yeminini yerine getirmeyip keffâret vermesi gerekir.
Bir abdestle birden fazla vakit namazı kılmanın bir sakıncası var mı?
Abdest, namazın ön şartıdır. Abdest bozulmadığı müddetçe onunla kılınacak namaz konusunda herhangi bir sayı sınırlaması yoktur.
Dinimizde sorumluluğun en önemli şartı akıldır. Aklı tam olmayan bir kimse dinimizin emir ve yasakları ile sorumlu değildir. Buna göre bilinci yerinde olmayan kişinin namazları düşer. Bu itibarla bitkisel hayata girerek bilinci yerinde olmayan ve bir daha iyileşmeyen bir kişi tutamadığı oruçlardan ve kılamadığı namazlardan dolayı sorumlu olmaz. Dolayısıyla bu durumda iken vefat eden kişinin tutamadığı oruçları için fidye vermek gerekmez. Bilinci giden ya da bitkisel hayatta olan kimse kendine geldiği zaman namazlarını kaza etmesi gerekir.
Gusül alması gereken kişinin dua etmesinde bir sakınca var mı?
Gusül alması gereken kişiye namaz kılmak, Kur’an-ı Kerim okumak, tutmak, Kabeyi tavaf etmek... gibi ibadetleri yapmak haramdır. Ama bazı kısa sureleri (Fatiha, Nas, Felak…) korunmak için okuyabilir. Bunun yanında istediği şekilde ve dilde kendisi için veya başkası için de dua edebilir. Cünüp kişi dua edeceği gibi yemek yemesi, yürümesi de caizdir. Fakat yıkanarak bunları yerine getirmek daha doğrudur.
Anlamını bilmeden okunan Kur’an’ın sevabı olur mu?
Kur’an-ı Kerim Arapça indirilmiştir. Bu dile vakıf olmayanlar da bu yüce kitabı okumak, öğrenmek ve yolunda yürümekle mükelleftir. Dolayısıyla kişi Kur’anı okurken anlamını bilerek okursa tabi ki hayrı daha fazla olur. Aynı şekilde her Müslüman’ın da bu yüce kitabı anlayarak okuması