Sayfa Yükleniyor...
Kan vermekle oruç bozulmaz. Çünkü bedene giren bir gıda yok, bilakis bedenden çıkan bir sıvı vardır. Bedenden bir şeyin çıkması ile oruç bozulmaz. Bedene dışarıdan bir maddenin ağız burun kanalı ile girmesi ile oruç bozulur. Kan vermek orucu bozmamakla beraber kişiyi takatten düşürdüğü için oruçlu olarak kan vermek mekruh görülmüştür.
Cemaatle kılınan namazda cemaatin yaptığı hatadan dolayı sehiv secdesi gerekmez. Sehiv secdesi cemaatle kılınan namazda imamın hatasından dolayı yapılır. Dolayısıyla cemaatten birinin imama uyarak kıldığı namazda; kendi yaptığı hatadan dolayı ne kendisi ne de İmam için sehiv secdesi gerekmez.
Bu konuda Hanefi ile Şafiî mezhep imamları farklı görüşlerde bulunmuşlardır. Hanefilere göre, kaza namazı borcu olanlar beş vakit namaz öncesi ve sonrası sünnetleri kılmalı, kaza namazı kılmak için bu sünnetleri terk etmemelidir. Ayrıca, kılınması için hakkında hadis bulunan diğer kuşluk, tesbih, evvabin, teheccüd namazları da kılınmalı, kaza namazı için bunlar da terk edilmemelidir. Ancak bunların dışında kalan ve kendiliğinden kılınan nafile namazlar olacaksa, işte bunların yerine kaza namazı kılınması uygun olur. Fakat namaz öncesi ve sonrası sünnetlerle, kılınması için Hz. Peygamberin tavsiyeleri bulunan sünnetler kaza namazı için terk edilmemelidir.
İkramiye miktarı dinen zenginlik ölçüsü sayılan nisab (80.18 gr. altın veya karşılığı para) miktarına ulaşmış ve üzerinden de bir yıl geçmiş ise zekât verilmesi gerekir. Ancak emekliliğinin üzerinden bir yıl geçmemiş ise ya da aldığı ikramiye nisap miktarına ulaşmamış ise zekat vermek gerekmez.
Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’ın Ramazan orucunu tutması farzdır. Bu şartlara haiz olmayanlara ramazan orucu farz değildir. Zira İslam dini, kişileri güçleri nispetinde sorumlu tutmuş, güçlerini aşan veya sıkıntıya yol açan durumlarda kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Buna göre oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe edilen kimsenin Ramazan ayında oruç tutmayıp, iyileştikten sonra bunu kaza etmesine izin verilmiştir. Fakat dinimiz, tıbbi rahatsızlığı olan kimselerin tutamadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermelerini emretmiştir. İyileşme ümidi bulunmayan hastalar bu hükümdedir. Ancak Ramazan’da oruç tutma gücüne sahip olmayıp da daha sonra kaza edebilecek durumda olanlar fidye vermeyip tutamadıkları oruçları kaza ederler. Buna göre böbrek yetmezliği, kalp veya şeker rahatsızlığı gibi hastalığı olan kimselere doktor oruç tutamazsın ya da oruç tutman halinde sağlığın bozulacak diyorsa bu kimse orucunu tutmaz. İlerde iyileşme durumu
Cuma günü okunan hutbe Cuma namazın sahih olmasının şartlarındandır. Bu hutbe okunmadan kılınan Cuma namazı ise geçersizdir. Bundan dolayı Cuma namazının geçerli olabilmesi için bu hutbeyi okumak ve en az bir kişinin de bu hutbeyi dinlemesi gerekir. Fakat kişi işinden ya da bir başka gerekçeden dolayı hutbeye yetişememişse ama namaza yetişmişse kıldığı namaz geçerlidir.
İmama namazın başında değil, birinci rek’atın rükûundan sonra, ikinci, üçüncü veya dördüncü rek’atlarda uyan kimseye mesbûk denir. Bu kişi son rekâtta da olsa cemaate yetişmiş olur ve cemaat sevabını alır.
Meşguliyet nedeniyle verilen selamı alma imkanı olmayanlara selam vermemek evladır. Mesela, abdest bozan, ezan ve ikametle meşgul bulunanlara, namaz kılanlara, vaaz ve nasihatta bulunanlara selam vermek mekruhtur. Bunlardan biriyle meşgul olmayıp, verilen selamı alma imkanı bulunan kimselere, cami içinde de olsa, selam vermekte bir sakınca yoktur.
Cemaatten birinin imama uyarak kıldığı namazda kendi yaptığı sehivden yani
Dinen helal olan bir malın veya hizmetin alım satımında aracı olan kişinin, yaptığı hizmetin karşılığında alıcı veya satıcıdan yahut her ikisinden tespit edilen oranda ücret alması caizdir.
Ücretin, önceden belirlenmemiş olması halinde ise, mevcut uygulama ve örfe göre hareket edilir. Bu itibarla emlakçının yaptığı iş karşılığında komisyon alması caizdir.
Ezan, farz namazlarının vaktinin girdiğini belli sözlerle ve özel bir şekilde ilan etmek, bildirmek demektir. Hükmü de sünnettir. Namaz Mekke döneminde farz kılınmakla birlikte, ezan hicretten sonra uygulamaya konulmuştur. Medine’ye hicretten sonra, Mescid-i Nebevî’nin inşası tamamlanıp düzenli bir şekilde cemaatle namaz kılınmaya başlanınca, Hz. Peygamber vakitlerin girdiğini duyurmak için ne yapılabileceğini arkadaşlarıyla görüşmüş, o esnada Hz. Peygamber’e vahiyle, ayrıca sayıları yirmiye kadar ulaşan sahabiye rüyalarında bugünkü ezanın şekli öğretilmiştir. Hz. Bilal tarafından sabah namazında, yüksekçe bir evin damında okunarak uygulamaya konulmuştur. Ezan, Müslümanlığın şiarı haline gelmiş müekket bir sünnettir. Ezan aracılığıyla halka hem namaz vaktinin girdiği ilan edilmekte, hem de Allâh’ın büyüklüğü, Peygamberimizin O’nun kulu ve elçisi olduğu ve namazın kurtuluş yolu olduğu ilan edilmektedir.
Tedavi için yapılan kan naklinde, kan verenin ya da alanın kadın erkek, Müslüman veya gayr-ı Müslim oluşunun bir farkı yoktur. Dolayısıyla kadından kan alınabileceği gibi aynı şekilde erkekten de kadına kan alınabilir. Bunun da dini anlamda hiçbir sakıncası yoktur.
Abdest ve gusülde yıkanması gereken organların tamamının hiç kuru yer kalmadan yıkanması gerekir.
Abdest alırken, yıkanması gereken organlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih/geçerli olmaz.
Gusülde ise vücutta, suyun ulaşabildiği her yerin yıkanması gerekir. Bu itibarla, abdest veya gusül alacak kimsenin, yıkanması gereken organlarında, suyun altına ulaşmasına engel olacak bir tabaka bulunmamalıdır. Oje ve ruj gibi vücut üzerinde tabaka oluşturup suyun bedene ulaşmasına mani olan maddeler abdest ve gusle engel olur. Bunların abdest veya gusülden önce giderilmesi gerekir. Ancak kına bir tabaka oluşturmadığından abdest ve gusle engel olmaz.
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim veya falan yere
Adak adayan kimse borcu ve görevi olmadığı halde kendini bir borcun altına soktuğundan ve bu adak bir borç ve sadaka olduğundan adağı adayan kimse bu adaktan yiyemez. Kendisi bu adaktan yiyemediği gibi hanımı ve çocukları da yiyemez.
İslamiyet her zaman kişinin rızkını aramasını ve bu rızkı ararken de rızkı verenin rızasına uygun aramasını emretmektedir. Yani meşru çerçevede rızkını aramasını istemektedir. Durum bu olmakla beraber kul bazen çerçeveyi ihlal etmekte ve dinen hoş olmayan davranışların içine girmekte, haram bir işe girişebilmektedir. Dolayısıyla haram bir yolla rızkını temin etmektedir. Bu yolla kazanılan para haramdır. Böyle şeylerle uğraşmak da günahtır. Bununla beraber ortada böyle bir para varsa bu para hayır kurumlarına veya fakirlere, herhangi bir sevap beklemeden verilmelidir.
Mümeyyiz olduktan sonra hangi yaşta olursa olsun çocuğun yaptığı ibadetin sevabı vardır. Bu ibadetlerden çocuğun sevabı olduğu gibi aynı şekilde onu yetiştiren anne babanın da sevabı olur. Çocuğuna iyi bir dini eğitim ve terbiye veren kimse çocuklarının yaptığı ibadetlerden (yetişkin olsalar da) hissedardır. Çünkü onu yetiştiren ve bu
Oruç her insan farz değildir. Bir insana orucun farz olması için kendisinde üç şartın bulunması gerekir. Bu şartlar da şunlardır.
1. Müslüman olmak.
2. Akıllı olmak.
3. Bulûğa ermiş olmak.
Hasta ve yolculara da oruç farzdır. Ama bunlar Ramazan’da tutmayıp daha sonra kaza edebilirler. Oruç tutarlarsa daha iyi olur. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır: “Sayılı günlerde... Sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmanız sizin için daha iyidir. Bir bilseydiniz!” (Bakara, 2/184)
Sarhoşluk veren içeceğin adı ne olursa olsun ve sarhoşluk veren madde hangi yoldan elde edilirse edilsin şarap hükmündedir, haramdır.
Bundan dolayı sarhoşluk veren içki ve uyuşturucunun her türlüsü haramdır. Bunlar arasında da haramlık açısından bir fark yoktur. Hepsi de yasak ve haramdır.
Başka çare yoksa haram madde ile tedavi olmak caiz mi?
İslam bilginlerine göre haram maddelerle tedavi bazı durumlarda caizdir. İslam bilginleri, başka çare kalmaması halinde ve Müslüman bir tabibin tavsiye etmesi durumunda dinen yenilmesi veya içilmesi haram olan bir madde ile tedaviyi dinen uygun görmüşlerdir.
Araba veya ev aldıktan sonra şükür kurbanı keseceğim diyen kimse bu kurbanı kesmese günaha düşer mi?
Ev veya araba almak kan akıtmayı gerektirmez. Yani yeni bir ev ya da araba alındığında kurban kesmek gerekmez. Ancak bu konuda adak yapılmışsa adağın yerine getirilmesi gerekir. Örneğin ev alırsam ya da arabam olursa kan akıtacağım derse ve bunları alırsa, aldığında bu kanı akıtması gerekir. Yani bu kanı akıtması gerekir.
Aynı şekilde kişi adak adamamışsa dilerse bu mala ve nimete nail olduğu için şükür babından bir kurban kesebilir.
Doğan çocuğa isim koyma ile ilgili rivayetlere baktığımızda bazı rivayetlerde doğumun üçüncü, bazılarında ise yedinci gününde isim koyulması gerektiğini müşahede etmekteyiz. Bununla beraber Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim için, “Bu gece bir oğlum doğdu, ona dedem İbrahim’in adını verdim” (Müslim, “Fedâil”, 62) hadisinden hareketle doğumun birinci gününde ismini koymak daha doğru ve sahih olandır. Buna göre sünnete uygunluk açısından bebeklere mümkün mertebe birinci gün isim konulmalı; fakat bunu yedinci günden sonraya da bırakmamak gerekir.
Yapılan nikah şartları yerine getirilmişse geçerlidir. Bundan dolayı gelişi güzel nikah kıyılmamalıdır. Çünkü evlilik, yuva kurmak önemlidir ve önem istemektedir. Bundan dolayı evlenecek kişilerin öncelikle resmi nikah yapmaları tavsiye edilir. Ancak resmi nikah kıyılmadan yaptıkları dini nikah da fıkhen geçerlidir ve koca boşamadığı sürece de nikah vardır. Bu bağlamda nişanlıyken kıyılan nikah dinen geçerlidir. Taraflar nişanı attığında da nikah varlığını korur. Kadının boş olabilmesi için kocanın kadını boşaması gerekir. Yoksa dinen eşi olduğundan koca eski nişanlısını boşamadıkça kadın bir başka erkekle evlenemez.
Geceleyin kılınan nafile
Hz. Peygamber, nazar değmesine karşı Muavvizeteyn yani Felâk ve Nâs sûrelerini okumuş sahabelere de bunları okumalarını tavsiye etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber torunları Hasan ve Hüseyin’i nazar ve benzeri olumsuzluklardan korumak için onlara şu duayı okurdu: “Sizi her türlü şeytan ve zehirli hayvanlardan ve bütün kem gözlerden Allah’ın eksiksiz kelimelerine ısmarlarım” (İbn Mâce, Tıb, 36). Yine Hz. Peygamberin, “Kim hoşuna giden bir şey görür de ‘Mâşâallah lâ kuvvete illâ billâh’ (Allah’ın dilediği olur. Ondan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur) derse, ona hiçbir şey zarar vermez.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, VI, 213) buyurmuştur. Bunun dışında kişi nazara veya büyüye karşı farklı dualar da okuyabilir.
Ezan ve kamet vaktin değil, namazın sünneti olduğu için kaza namazı kılarken de ezan ve kamet getirmek sünnettir. Kamet getirilmeden kılınan namaz geçerli olmakla birlikte, terk etmek hoş görülmemiş. Birden fazla kaza namazı kılınacak ise, her bir namaz için ayrı ayrı ezan ve kamet getirilmesi daha faziletli olmakla birlikte, başta bir kere ezan okunup, her bir kaza namazı için ayrı bir kamet getirilmesi de yeterlidir.
Bir malı peşin fiyatına satmak nasıl caiz ve makul ise veresiye fiyatına zamlı satmak da öyle caiz ve makuldür. Zira veresiye satışta malın karşılığı olan bedel birkaç ay geciktirilmektedir. Diğer bir ifade ile uzatılmaktadır. Dolayısıyla vade uzayınca malı satanın bir zararı söz konusu olmaktadır. Bu zararını telafi etmek için malın fiyatını bir miktar yükseltmesinde dinen bir sakınca yoktur. Ama bunu yaparken iki tarafta peşin fiyata mı yoksa vadeli fiyata mı anlaştıklarını alışveriş esnasında söylemeleri ve bunun üzerinde anlaşmaları gerekir. Şayet böyle olmazsa o zaman bu alış- veriş geçersiz olur.
Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında her zaman ve her yerde başını örtmek zorundadır. Ama kadınların arasında veya evde babasının, erkek kardeşlerinin, amca veya dayısının, kayınpederinin… yanında başını örtmek zorunda değildir. Çünkü bunlarla evlenmesi caiz değildir. Dolayısıyla bunlara karşı saçını açmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır: “Mümin kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar, kendiliğinden görünen kısım dışında süslerini göstermesinler; başörtülerini yakalarının üzerini de kapayacak şekilde salsınlar. Babaları, kayınpederleri, oğulları, kocalarının oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin
Ev veya araba almak kan akıtmayı gerektirmez. Yani yeni bir ev ya da araba alındığında kurban kesmek gerekmez. Ancak bu konuda adak yapılmışsa adağın yerine getirilmesi gerekir. Örneğin ev alırsam ya da arabam olursa kan akıtacağım derse ve bunları alırsa, aldığında bu kanı akıtması gerekir. Yani bu kanı akıtması gerekir. Aynı şekilde kişi adak adamamışsa dilerse bu mala ve nimete nail olduğu için şükür babından bir kurban kesebilir. Bir diğer husus daha vardır ki o da şudur: “Sadaka belaların define vesile olur” Böyle bir nimetten dolayı kurban kesip tasadduk etmenin muhtemel bir takım kaza ve belaların define vesile olacağı da umulur. Fakat bütün bunların yapılmasında bir adak söz konusu değilse bir vaciplik yoktur. Yeni bir ev ya da araba alındığında başta yani daha mal alınmadan alırsam keseceğim dememişse araba veya ev aldıktan sonra böyle bir söz vermişse o zaman kurban kesmese günaha düşmez. Şayet kesecek olsa da şükür kurbanı adak kurbanı gibi olmadığından kesilen kurban etinden kesen kişi ve çocukları yiyebilir. Ancak bu adak olarak adanmış ise kesilen kurban etinden kesen kişi ve ailesi yiyemez.
Dinen ölümle
İslam dinin yasakladığı büyük günahlardan birisi de yalandır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurulmaktadır: “ Ey iman edenler; Allah´tan korkun ve doğru söz söyleyin”. Ahzab, 33/70.
Birçok Ayeti Kerimede ve Hadisi Şerifte İslam dini yalanı yasaklamakta ve günah kabul etmektedir.
Bu anlamda İslam dini açısından yalanın şakası da ciddisi de yasak ve haramdır. Nitekim sevgili Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Şaka da olsa cidden de olsa söylenen yalan yalandır”
Ayrıca sevgili peygamberimiz bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır:
“Şaka bile olsa yalan terk edilmedikçe olgun mümin olunmaz”
“Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile de olsa mücadele ve münakaşayı terk etmedikçe, tam inanmış bir mümin olamaz.”
“İnsanları güldürmek için yalan söyleyen kimselerin vay haline”
Yine bir başka hadiste efendimiz şöyle buyururlar: “insanları güldürmek için yalan söyleyen kişiye yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun”
Bu hadislerden hareketle şaka ile de olsa yalan söylemek caiz değildir. Yalan ancak şu üç yerde söylenebilir.
1-Karı kocanın arasını düzeltmek
2-Arası bozulan iki kişinin arasını düzeltmek için
3- Savaşta düşmanı mağlup edebilmek için.
Bu üç yer dışında şaka ya da ciddi, ticarette ya da gündelik hayatta yalan söylemek caiz değildir.
Namazın şartlarından birisi de necasetten
Cennet ve cehennem şu an yaratılmış olmakla beraber insanlar şu an cennette ya da cehennemde değildir. Ölüler, şu an kabir aleminde cennet veya cehenneme benzer bir hayat sürüyorlar. Nitekim sevgili peygamberimiz bu hususta bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Mezar ya cennet bahçesinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur” (Tirmizî, “Kıyamet”, 26.) buyurmaktadır. Yani kişi kabirde ya nimet içindedir ya da azaptadır. Ancak mahşerden sonra hesap verme bitince insanlar cennete veya cehenneme gideceklerdir.
Bedenle yapılan ibadetlerde aslolan kişinin tek başına bu ibadeti yapmasıdır. Bu anlamda kişinin tek başına abdest alması mümkün ise başkasından yardım alarak abdest alması mekruhtur. Çünkü bunda ibadete aykırı olan bir nevi kibirlenme vardır. Ancak kişinin her hangi bir fiziki rahatsızlığı varsa abdest alırken başkasından yardım almasında dini anlamda bir sakınca yoktur.
Fatihayı namazda dili kıpırdatmaksızın ve ses çıkartmaksızın zihinden tekrarlama okuma sayılmaz, yani böyle yapmakla namazın rüknü olan kıraat yerine getirilmiş olmaz. Kişinin kendi duyabileceği bir sesle, fısıldar gibi harfleri yerlerinden çıkartarak ve eğer yanında başkaları varsa onları namazda rahatsız etmeyecek bir şekilde okuması gerekir.
Her
Baba, çocuklarına rüşte erinceye kadar bakmakla mükelleftirler. Çocukları reşit, akil-baliğ olduktan sonra anne ve babanın onlara bakma zorunluluğu yoktur. Ama anne ve baba ihsanından, çocuklarına rüştten sonrada bakmakta ve yardımcı olmaktadır. Hatta iş ve yuva sahibi yapmaktadır. Bu dini bir görev olmasa da Müslüman anne ve babalar kendilerine bir görev ve sorumluluk telakki ederek rüştten sonra da evlatlarına yardımcı olmaktadırlar.
İslam’da ibadetler üç kısma ayrılmaktadır.
1– Beden ile Yapılan İbadetler: Namaz kılmak, oruç tutmak gibi.
Beden ile yapılan ibadetleri her Müslümanın kendisi yapması gerekir. Başkasını vekil etmesi caiz değildir. Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz.
2– Mal ile Yapılan İbadetler: Zekât vermek ve kurban kesmek gibi.
Bir kimse mal ile yapılan ibadetlerde başkasını vekil edebilir.
3– Hem Mal Hem de Beden ile Yapılan İbadet: Hac vazifesi böyle
Beraat Kandili, Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan gece demektir. Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle ‘Mübârek’; kulların günahlarının affolunması ve temize çıkmaları sebebiyle ‘Beraet’; kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle ‘Rahmet’, geceyi iyi değerlendiren kulların seçilerek salih kullar arasına alınması sebebiyle beraat adı veriliyor.
Beraat gecesinin birtakım özellikleri vardır. Öne çıkan özellikleri ise şunlardır:
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.
4. Af ve bağışlamanın coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.
Hz. Peygamber bir kutsi hadisinde Beraat Gecesi ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Şâban’ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah şöyle buyurur: “İstiğfar eden yok mu, affedeyim. “Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim.” Başına bir
Gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık haline getirmek doğru bir iş değildir. Müslüman yemin etmeye ihtiyaç duymayacak şekilde sözüne güvenilen ve çevresi tarafından böyle bilinen bir kimse olmayı gaye edinmelidir. Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir. Yeminin yerine getirilmemesi halinde, keffâret ödenmesi gerekir. Yemînin keffâreti ise, on fakiri doyurmak veya giydirmek ya da köle azât etmektir. Buna gücü yetmeyen kimse üç gün peşpeşe oruç tutar. Yüce Allâh, “Allâh sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolay sorumlu tutar. Yemînin keffâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle âzât etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yemininizin keffâreti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allâh size böylece ayetlerini açıklıyor.” buyurmaktadır (Mâide 5/89). Farz veya vacip olan bir şeyi yapmamaya; haram ve günah olan bir şeyi yapmaya yemin eden kişinin, bu yeminini yerine getirmeyip keffâret vermesi gerekir.
Namaz kılanın önünden geçmek namaza zarar vermez. Namaza zarar gelemediği için de namazı bozmaya gerek
Yemin, bir işi yapmak veya yapmamak hususunda ileri sürülen bir iddiayı kuvvetlendirmek için Allah’ın isim veya sıfatlarından birisini şahit tutarak verilen sözdür. Bu yeminin geçerli olması için yemin eden kişinin birtakım şartları vardır. Aklı başında olmak, mükellef olmak, ikrah altında olmamak, Allah’ın adını zikrederek söz vermek gibi. Bu anlamda şartların da var olması ile birlikte yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir. Yeminin yerine getirilmemesi halinde, kefaret ödemesi gerekir. Yemin eden kimse, yemini ederken aklı başındaysa ama sinirli hali ile yemin etmişse ve ne dediğini hatırlıyor ve biliyorsa o yeminin kefareti vardır. Ancak ne söylediğini hatırlamayacak düzeyde bir sinirle söylemişse yani cinnet hali ile söylemişse bunun kefareti yoktur.
Dinimize göre cenazeyi öldüğü yere defnetmek menduptur. Cenazeyi defnetmeden önce başka yere nakletmek mekruh olmakla beraber caizdir. Definden sonra kabrinden çıkararak nakil ise kesin zaruret olmadıkça mutlak suretle caiz değildir. Buna göre memleketleri dışında başka şehirlerde veya yurtdışında ölenlerin vasiyetleri varsa doğdukları memleketlerine nakledilmeleri mekruh
Adak’ın kelime manası, herhangi bir şeyi yapmaya söz vermektir. Dinî kavram olarak adak; Allah’ın rızasını kazanmak ve O’na tazimde bulunmak için, yapılması mecbur olmayan namaz, oruç ve kurban gibi farz ve vacip ibadet cinsinden bir şeyi yapmayı nezretmek suretiyle o ibadeti kişinin kendisine vacip kılmasıdır. Farz veya vacip ibadet cinsinden adanmış olan bir şeyi yerine getirmek vaciptir. Çünkü adak yapan kimse bu hususta Allah’a söz vermiş demektir. Bu gibi hükümlerin uygulanmasında ise, kadın ve erkek arasında fark yoktur. Ancak adanan adak kesildiği vakit bu adaktan bazı kimseler yiyemezler. Bunlardan birisi de karı kocadır. Şayet koca adak kurbanı kesecek olursa hanımı bu adağın etinden yiyemez. Aynı şekilde kadı adak kestiğinde bu adağın etinden kocası yiyemez.
İslam dininde ibadetler tevkifidir. Yani hem farz oluş gerekçelerinin hem de uygulamalarının her yönüyle akılla bilinmesi mümkün değildir. Aynı şekilde ibadetlerle ilgili hususlar Kur’an’da genel olarak emredilmiş, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla belirgin hâle gelmiştir. Kur’an’da, namazların belli vakitlerde farz kılındığı ve kıyam, kıraat, rükû ve secde gibi birtakım rükünlerinin olduğu bildirilmiş ancak söz konusu ibadetin detayları ve namaz içerisinde yapılması gereken diğer davranışlar
Gusül veya abdest alırken, yıkanması gereken organların kuru yer kalmayacak şekilde yıkanması gerekir. Aksi halde gusül veya abdest geçerli olmaz. Dolayısıyla, gusledecek veya abdest alacak kimsenin bedeninde veya abdest organlarında suyun ulaşmasına engel olacak bir madde bulunmamalıdır. Ancak mesleğini icra ederken tırnaklarının arasına boya giren boyacı veya tırnaklarının arasına çamur girip de çıkartamayan çiftçi ve benzeri meslek sahipleri bundan müstesnadır. Buna göre bir meslek gereği olmayan bir nedenden dolayı bedene ya da tırnağa bir cisim yapışmış ise bu cisim temizlenmeden abdest ve gusül eksik kalır. Fakat meslek icabı bu cisimden kaçınma imkanı olmayan meslek erbabının cildine yapışan ve tırnak aralarında kalan hamur, mum, zamk, boya vb. şeyler abdest ve gusle engel olmaz.
İslam’a göre bir kimsenin herhangi bir malı satabilmesi için, önce o malın dinen kullanılıp faydalanılması mubah olan bir eşya olması gerekir. Dolayısıyla bir malın mütekavvim olması için İslâm’a göre o maldan yararlanmak Müslümanlar açısından mubah olması yasaklanmış olmaması gerekir. Bu bağlamda domuz eti, sarhoşluk veren içki ve benzerleri mallar Müslüman’ın sahip olabileceği mütekavvim bir mal değildir. Müslüman bunları satın alamaz, imal edemez ve edinemez. Bu itibarla, bir Müslüman’ın, müşteriler gayr-ı Müslim bile olsa, bu tür haram malların ticaretini yapması, dinen caiz değildir.
Bir Müslüman diğer Müslüman kardeşine çeşitli şekillerde yardımda bulunur. Bu yardımların bir kısmı maddî şekilde olduğu gibi manevi de olabilir. Meselâ kişi duasında Müslüman kardeşinin bağışlanmasını, günahının affolunmasını, Allah’ın rızasına ermesini isteyebilir. Diğer taraftan, hayatta olan insan rahmete, duaya ve sevaba ölmüş gibi muhtaçtır. Çünkü hayattaki kişi, devamlı surette şeytan, nefis ve çevresiyle mücadele halindedir. Mü’min kardeşleri onun manen imdadına yetişir, duaları, ibadetleri ve sevaplarıyla onu desteklerse bu mücadeleyi kazanma ihtimali kuvvet bulur. Kur’ân ise bu hususta en büyük şefaatçi ve destekçidir. Bir insanın din kardeşine Kur’ân’ı şefaatçi yaparak dua etmesi ve onun sevabını bağışlaması yapılacak en güzel amellerden birisidir.
Adak kurbanının etinden, adağı yapan kişinin yemesi caiz olmadığı gibi; bu kişinin usûl ve fürûu yani annesi, babası, nineleri, dedeleri, çocukları, torunları sayılan kimseler yiyemezler. Adak kurbanının etini bu sayılanlar dışında kalan ve dinen fakir olan kimseler yiyebilirler. Şayet adak kurbanını kesen kişi bu adaktan yemiş ise fıkıhçılara göre yediği miktarın fiyatını fakirlere para olarak verecektir.
Yabancı yani Müslüman olmayan kişilerin sahip olduğu şirketlerde, işyerlerinde yapılan iş haram olmadığı sürece çalışmada bir sakınca yoktur. Yani içki, domuz
İslam dininde ibadetler tevkifidir. Yani hem farz oluş gerekçelerinin hem de uygulamalarının her yönüyle akılla bilinmesi mümkün değildir. Aynı şekilde ibadetlerle ilgili hususlar Kur’an’da genel olarak emredilmiş, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla belirgin hale gelmiştir. Kur’an’da, namazların belli vakitlerde farz kılındığı ve kıyam, kıraat, rükû ve secde gibi birtakım rükünlerinin olduğu bildirilmiş ancak söz konusu ibadetin detayları ve namaz içerisinde yapılması gereken diğer davranışlar ile ilgili hususlar Hz. Peygamber’in sünnetine bırakılmıştır. Nitekim sevgili Peygamberimiz, “Beni namazı nasıl kılarken gördüyseniz siz de öyle kılınız” (Buhârî, “Ezan”, 18) buyurmuştur. Buna göre namazla ilgili genel hüküm, rükün ve şartlar Kur’an’la, bunlara ilişkin ayrıntılar ise Hz. Peygamberin sünnetiyle belirlenmiştir.
Hayatta olan inanmayanların doğru yolu bulmaları, hidayete ermeleri, İslam ile müşerref olmaları için dua etmede bir sakınca yoktur. Çünkü Rasulüllah Efendimiz Uhud Savaşı’nda mübarek dişleri kırılıp, yüzü yaralandığında, müşrikler için: “Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar” diye dua etmişlerdi. Ancak Müslüman olmadan ölen bir kimsenin bağışlanması için dua etmek dinen uygun değildir. Çünkü Allah kâfirleri Cehenneme koyacağını ve onların orada ebedî kalacağını birçok ayeti kerimesinde, Hz. Peygamber de hadisi şeriflerinde bildirmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de geçen bu ayetler buna işaret etmektedir. “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan
Erkeklerin saf ipek giymesi haramdır. Aynı şekilde ipekten yapılmış kefenle de kefenlenmeleri haramdır. Dolayısıyla erkeklerin ipekle kefenlenmesi haramdır. Böyle bir vasiyette bulunan kişinin vasiyeti yerine getirilmez. Ancak kadın, süs eşyası olduğundan ipekten yapılmış bir elbiseyi giyebilirler. Kadınlar ipekten yapılmış elbiseyi giyebildikleri gibi aynı şekilde ipekten yapılmış kefen ile de kefenlenmelerinde bir sakınca yoktur.
İslam Hukukuna göre alış-veriş akdi esnasında mal ya da paranın meçhul veya olmaması, alış-verişi fasit kılar. Böyle bir alışverişte yani faraza 5 ay sonra parası ödenecek bir malın fiyatını ödeme gününde belirlemek caiz değildir. Çünkü bu alış-verişte, fiyat meçhuldür. Bu ise alıcı ve satıcının tartışmasına yol açabilir. Bundan dolayı malı peşin verip parasını belirlemeden birkaç gün ya da ay sonra ödeme günü geldiğinde fiyatını belirlemek caiz değildir.
Dinimizde sorumluluğun en önemli şartı akıldır. Aklı tam olmayan bir kimse dinimizin emir ve yasakları ile sorumlu değildir. Buna göre bilinci yerinde olmayan kişinin namazları düşer. Bu itibarla bitkisel hayata girerek bilinci yerinde olmayan ve bir daha iyileşmeyen bir kişi tutamadığı oruçlardan ve kılamadığı namazlardan dolayı sorumlu olmaz. Dolayısıyla bu durumda iken vefat eden kişinin