Sayfa Yükleniyor...
Boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeple evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süreye dini anlamda iddet denir. Karı koca nikah kıyıldıktan sonra ister zifafa girsin ister girmesin bu süreyi beklemesi lazım. Çünkü bu iddet, kadının önceki kocasından hamile olup olmadığının anlaşılması içindir. Aynı zamanda ölüm iddetinde kadının ölen kocasına hürmet ve saygı babından belli bir zaman diliminde evlenmeden beklemesi gerekir.
İddet bekleme esas olarak kadının hamile olup olmadığının ortaya çıkması amacına yönelik olmakla birlikte onun sadece bu amaçla sınırlandırılması doğru değildir.
Ölüm iddetinde bunun yaratılış açısından erkeklere göre daha duyarlı ve yuvaya daha bağlı olan kadının ölmüş kocasının hatırasına saygı ve yuvaya bağlılık simgesi olarak, boşanma iddetinde ise toplumun kötü zanda bulunmasını engellemeye, dolayısıyla kadının saygınlığının devamını sağlamaya yönelik bir önlem olarak değerlendirmek gerekir. Ölüm iddeti, kocası ölen kadın hamile ise çocuğunu doğurana kadardır. Şayet hamile değilse beklemesi gereken süre dört ay on gündür.
Mezarın üzerine yazı yazmak caiz mi?
Evlenmek mutluluk ve kalıcılık üzerine kurulmalıdır. Dahası bu evlilik akdi yapılırken belli bir sure için yapılmamalıdır. Belli bir zamana dayalı olarak yapılan evlilik akdi muta akdi olduğundan caiz değildir. Dolayısıyla şehevi hisleri tatmin etmek veya dünyevî menfaatler sağlamak gibi maksatlarla, geçici evlilik, dinen caiz değildir. Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır.
Buna göre maddî bir menfaat elde etmek için veya Avrupa’nın bir ülkesinde oturma izni almak için veya işçi olabilmek için anlaşmalı evlilik yapmak dinen caiz değildir. Ama ortada böyle bir niyet yoksa yani temiz halisane duygularla evlenmeye karar verilmiş ise kadın Yahudi veya Hıristiyan olması halinde bir sakınca yoktur.
Mülteci kabul edilmek için Müslüman olmadığını söyleyen kimsenin imanı zarar görür mü?
Küfrü yani dinden çıkmayı gerektiren ifadelerin telaffuzu halinde dinden çıkılmış olur. Bu şekilde dinden çıkan kişinin, dini hükümlere göre, eşiyle aralarındaki nikah bağı da kopar. Ancak, zorlanarak küfrü gerektiren sözleri söylemek zorunda kalan kişiler, bu hükmün dışındadırlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim Nahl süresi 106. ayetinde: “İmandan sonra Allah’a karşı küfre saparak, -kalbi imanla mutmain olduğu halde zorlananlar hariç-, küfre
Eti yenilmesi helal olan bütün büyük baş ve koyun keçi gibi küçükbaş erkek ve dişi hayvanlardan hem adak hem de kurban olur. Kurban ya da adak hususunda caizlik anlamında erkek ile dişi hayvan arasında bir fark yoktur. Her iki hayvan cinsinden de kurban ve adak olur. Ancak dişi hayvan doğurduğu için hayvanların çoğalması için dişi hayvanı değil de erkeğini kesmek daha efdaldır.
İstihare namazından sonra görülen rüya ile amel edilir mi?
İstihare; “yapılması düşünülen bir işin, Allah katında hayırlı olan şekliyle gerçekleşmesini istemek” demektir. Nasıl dua edileceğini Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bize öğretmiş, Peygamberimiz de bunu uygulayarak bizlere örnek olmuştur: Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)
Câbir’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Resulullah “Sizden biriniz bir işe niyetlendiği zaman farzın dışında iki rekât nâfile namaz kılsın ve şöyle desin: “Allâhümme innî estehîruke bi ilmike ve estakdiruke bi kudretike ve es’elüke min fadlike’l-azîm. Fe inneke takdiru ve lâ akdiru ve ta’lemu ve lâ a’lemu ve ente allâmu’l ğuyûb. Allâhümme inkünte ta’lemu enne hâza’l-emre hayrun lî fî dînî ve meâşî ve âkıbeti emrî ev âcili emri ve âcilihî . Fekdurhu lî ve yessirhu lî sümme bârik lî fîhi.
Erkeğin epilasyon veya kesici bir aletle göğsünde, sırtında, kol ve ayaklarında olan kılları, tıbbî bir mecburiyet olmaksızın alması ya da aldırması caiz değildir. Çünkü bu tür müdahaleler yaratılışa müdahale ve fıtratı değiştirme olduğundan caiz değildir.
Bayılma abdesti bozar mı?
Abdesti bozan hususlardan birisi de kişinin bayılmasıdır. Çünkü kişinin aklı bayılma ile birlikte izale olmaktadır. Akıl izale olunca hali ile abdestte bozulmuş olmaktadır. Buna göre az ya da çok süre bayılmak, sara nöbeti tutmak gibi aklın algılama gücünü gideren şeylerle abdest bozulur.
Mazeretsiz olarak namazı kazaya bırakmak caiz mi?
İslam’da namaz, oruç ve hac gibi ibadetler için belirli ifa vakitleri konulmuştur. Bu vakitlerin kaçırılması halinde artık eda değil, kaza söz konusudur. Farz namazların kendi vakitleri içinde kılınması farzdır. Özürsüz olarak bir namazın kazası ile bu kimsenin üzerinden namaz borcu düşse de geciktirmekten meydana gelen günah devam eder. Bunun için, namazı kaza eden kimsenin, ayrıca Allah’a tövbe etmesi gerekir. Şer’i özür ve mazeretler namazı tehir etmek için meşru bir yoldur. (Yolculuk gibi) Fakat günlük işler, sanat ve meslekler, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve işler namazın kazaya bırakılması için özür sayılmaz.
Kamet getirmeden kılınan namaz geçerli olur mu?
Kâmet, farz namazlardan önce, namazın başladığını bildiren ve ezan lafızlarına
Çocuklara isim koyarken koyulan ismin illaki Arapça bir isim veya Kur’an da geçmiş olması gerekmez. Bir ismin manası güzel olduktan sonra Arapça, Türkçe, Farsça, Kürtçe, olmasında dini bir sakınca yoktur. Ama isim koyarken Kur’an-ı Kerim’de geçen bir ismi veya peygamberlerin ve sahabelerin ve evliyaların ismini tercih etmek daha doğru ve güzeldir. Yani önemli olan hangi dilde olması değil, koyulan ismin mana olarak güzel olması ve çocuğu toplum içinde rencide etmemesi ve aynı zamanda dine muhalif bir ismin olmamasıdır.
Nazarın mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, bazı kimselerin bakışlarıyla olumsuz etkiler meydana getirebildikleri dinen de kabul edilmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “İnkâr edenler Kur’an’ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi.” (Kalem, 68/51-52) buyurulmaktadır.
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim lafzı” ise yemin lafızları ile söylenmediği için yemin yerine geçmez.
Böyle bir söz yemin sayılmadı gibi aynı zamanda doğru ve güzel bir söz de değildir. Böyle sözler ve yeminler Allah Resulü tarafından yasaklanmıştır. Nitekim buna benzer bir yemin etme olayında peygamberimiz sahabeleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, babanızı zikrederek yemin etmenizi yasaklamıştır. Öyleyse kim yemin edecekse ya Allah’a yemin etsin veya sussun.” (Buhârî, Eymân 4).
Bu sözler yemin sayılmadığı için herhangi bir keffaret vermek de gerekmez.
Göze lens taktırmak caiz mi?
Göze lens taktırmanın bir sakıncası yoktur. Bir sakıncası olmadığı gibi gözlerin içini gusülde yıkamak farz olmadığından lensin gusle bir engeli de söz konusu değildir.
Dini nikâhı belli bir mekanda kıyma zorunluluğu var mı?
Nikahın şartları yerine getirildikten sonra nikâh kıyılacak mekanın hiçbir önemi yoktur. Kız evinde, erkek evinde, camide veya başka bir yerde kısaca her yerde dini nikah kıyılabilir. Yeter ki dinimizin nikâh için koştuğu evlenecek taraflar, şahitler, gibi şartlar yerine getirilmiş
Cenazenin arkasından mezara kadar gitmek sünnettir. Cenaze merasimlerinin ölen bir Müslüman’a yapılması gereken son bir vazife olması yanında, yaşayanlara yönelik ölümü hatırlatmak, ahireti düşünerek ibret almak gibi amaçları vardır. Bu nedenle cenazede bağırmak, yüksek sesle ağlayıp üst baş yırtmak, alkışlamak, ıslık çalmak, zılgıt çekmek... uygun değildir. Dinimiz ölümle bağdaşmayan bu davranışları yasaklamıştır. Buna göre cenaze merasiminde hazır bulunanların sükunet ve vakarla cenazeyi takip etmeleri gerekir. Bu da ölüye gösterilecek saygının bir ifadesi, kalanlar için de ölümden ibret almak için bir yoldur.
Övülen makam, ahirette Hz. Peygamber’e verilecek olan makamdır. Bu makam onun önce bütün insanlara umumî; sonra da kendi ümmetine hususi surette şefaat edeceği makamın adıdır.
Farklı yıllarda aynı kadından süt emen kişiler sütkardeşi olur mu?
Sütkardeşliği için aynı zamanda süt emmek gerekmez; ne zaman olursa olsun sütkardeşliği geçerli olur. Yani bir kişi şimdi süt emse diğer bir kişi de on sene sonra aynı anneden süt emse bunlar sütkardeş olurlar. Bu sütkardeşler kız ve erkek olacak olsalar kendileri ile evlenemeyecekleri gibi artık o kadının kocası ve çocuklarıyla da evlenemezler.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz bu konuda bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: ” "Doğumdan (nesepten) haram olan her şey, süt emme yoluyla da haram olur." (Müslim, "Redâ", 1)
Tabi sütkardeşi olmak için Hanefi Mezhebine göre süt emen çocuğun 2 yaşından küçük olması lazım. 2 yaşından sonra süt emmesi halinde sütkardeşliği ortaya çıkmaz.
Torun Dedenin adak etinden yiyebilir mi?
Adak yapan kimse, adadığı hayvanın etinden yiyemez. Etin tamamını dağıtması gerekir. Şayet bir miktar yemiş olursa, yediği etin kıymetini fakirlere para olarak vermesi gerekir
Namaz kılmada esas olan ezanın okunması değil namaz vaktinin girmiş olmasıdır. Yani bir namaz vakti girmişse ezan okunmamış olsa dahi o namaz kılınabilir. Aynı şekilde bir namaz vakti girmemişse ezan okunsa dahi kılınmaz. Mesela hoca yanlışlıkla sabah namazı vakti girdi diye ezan okursa ve vakit girmemişse velev ki ezan okunmuş olsa dahi namaz kılınmaz kılınsa da geçersizdir. Çünkü vakit girmemiştir. Aynı şekilde namaz vakti girmişse ama gerek elektrik olmayışından, gerekse imamın herhangi bir maruzatından dolayı ezan okunmamışsa bile namaz vakti girmiştir. Kişi namazını kılabilir. Buna göre bir camide vakit girdi diye ezan okunmuşsa ve buna binaen namaza durulmuş ise namaz kılarken bir başka camiden ezan okunsa sonraki ezan kılınan namaza zarar vermez.
Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluğunu gerektirir. Kul hakkı ki Allah’ın affetmediği iki büyük günahtan birisidir. Bu hak ise, söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz.
İslam dini, emeğe büyük önem verir, haksız kazanca ise karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de: “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) buyrulur.
Hz. Peygamber de emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde: “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhari, Büyu’, 15) buyurmuşlardır.
Buna göre, emek ve gayret sarf ederek toplum nezdinde itibar gören bir firmanın kendi markasının izinsiz olarak başkaları tarafından kullanılması kul hakkı ihlaline ve müşterilerinin aldatılmasına sebep olacağından dolayı İslam ahlakıyla bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu yolla haksız kazanç sağlamak da dinen caiz değildir.
İnsanları güldürmek için yalan söylemek caiz mi?
Yalan, İslam’ın yasakladığı büyük günahlardan birisidir. Yalanın şakası da ciddisi de yasak ve haramdır. Sevgili peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmaktadır: “insanları güldürmek için yalan söyleyen
Sevgili Peygamberimin adı her anıldığında ona salat ve selam getirmek gerekir. Efendimiz ismi anıldığı halde kendisine salat ve selam getirmeyen kimseyi en cimri insan olarak haber vermektedir. Nitekim bu hususta şöyle buyurmaktadır: “En cimri insan benim adım anıldığında bana Salât-ü Selam getirmeyendir” (Tirmizi, “Daavât,” 110.)
Sevgili peygamberimiz, kendisine salât ve selam getiren kimsenin ahiret gününde kendine en yakın olacak kişi olduğunu müjdeler. Nitekim bu hususta da şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salâvat okuyandır.” (Tirmizi, “Salât,” 357.)
Buna göre, resul-i ekrem efendimizin ismi zikredilince, işitilince, ya da okunur, yazılırken efendimize salâvat getirmek gerekir. Bazı âlimlere göre bunu ömürde bir defa yapmak her Müslüman üzerine farzdır.
Kur’an-ı Kerim’de bütün peygamberlerin ismi geçiyor mu?
Kur’an-ı Kerimde bütün peygamberlerin ismi geçmiyor. Çünkü yaklaşık 124 bin peygamber bulunmaktadır. Ancak 25 Peygamberin ismi Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberler şunlardır: “ Hz. Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyup, Şuayp, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Yunus, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Zekerriyya, Yahya, İsa, Üzeyr, Lokman, Zülkarneyn ve Hz. Muhammed.
İnsanların kullandığı yaratma sözü Allah’ın yaratmasından farklı anlamda kullanılmaktadır. Futbolda pozisyon yarattı, sanatta güzel bir eser yarattı… gibi sözler buna örnektir. İnsanlar burada ki yaratma kelimesini yoktan var etme anlamında değil de var olana yeniden şekil verme anlamında kullanmaktadır. Bu anlamda kullanıldığı için ve Allah’ın yoktan var etme anlamında ki yaratması şeklinde kullanılmadığından yarattı sözünü kullanmada bir sakınca yoktur. Ama kullanılmasa daha iyi olur. Zira Allah’tan başka hiçbir kimse yoktan var edemez. Her şeyin yaratıcısı o’dur. İnsanlar sadece var olanı keşfeder, icat eder ve yeni bir şekil verir.
Nitekim olana şekil verme anlamında yaratma kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa için de kullanılmaktadır: “İsa elçi olarak gelecek ve şöyle diyecektir: “Size Rabbinizin mucizesi ile geldim. Sizin için çamurdan bir kuş heykeli yaratacağım, sonra ona üfleyeceğim. O, Allah’ın izni ile bir kuş olacaktır. Doğuştan kör ve alaca hastalığına tutulmuş olanları iyileştireceğim. Allah’ın izni ile ölüleri dirilteceğim. Evlerinizde neler yediğinizi ve neleri biriktirdiğinizi size bildireceğim. Bu sizin için tam bir belge olacaktır; eğer inanacaksanız.” (Âl-i İmran, 3/49)
İşçinin çalıştığı elbise ile namaz kılması caiz mi?
Namazın şartlarından birisi de necasetten temizlenmektir. Namaz kılacak
Dinen insanın borcu ikiye ayrılmaktadır. Allah’a karşı borçlar, kullara karşı olan borçlar. Bir kimse, üzerinde mesela oruç borcu olduğu halde vefat etmişse bu onun için Allah’a karşı bir borçtur. Kişi hayattayken bu oruçlarını tutmaktan aciz kalmış ise, orucunun borcunu fidye vererek ödemelidir. Ödeyememiş ise o zaman mirasından ödemeleri için mirasçılarına vasiyet etmelidir.
Aynı şekilde zekat, keffaret gibi borçları için de vasiyet ederse varisleri bunu bıraktığı mirasın üçte birinden yerine getirmek zorundadırlar. Vasiyet etmemesi halinde ise varisler dilerlerse onun borcunu ödeyebilirler.
Borç Allaha karşı değil de kullara karşı ise o zaman bu borcu kişi ya ödemeli ya da helalık almalıdır. Zira dinimizde insanların kul haklarına saygılı olunması emredilmiş; kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilen affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Nitekim Veda Hutbesinde efendimiz: “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır. )” (Buhari, Hac, 132) buyurmuştur.
Bundan dolayı ölen kişinin borçları varsa, techiz ve tekfinden sonra kalan malının tamamından borçları ödenir. Kalan miras borçların tamamını ödemeye yetmiyorsa, bu terikenin tamamı borçlar oranında alacaklılara bölüştürülür.
Para peşin mal veresiye şeklinde yapılan alış
İslam’a göre din ayrılığı mirasçı olmaya mani hallerdendir. Baba ve oğul birbirine mirasçı olması için ikisinin de aynı inanç ve dinde olması gerekir. Yani ikisinin de Müslüman olması gerekir. Biri kafir diğeri Müslüman olursa ne baba oğula ne de oğul babaya mirasçı olamaz.
Buna göre Müslüman çocuk Müslüman olmayan babadan kalan mirası alamaz.
Ağlamak kişinin abdestine zarar verir mi?
Sevinçten ya da kederden fark etmeksizin ağlamanın hiç bir çeşidi abdeste zarar vermez.
Aynı şekilde ağlamak namaza da zarar vermez. Nitekim Hz. Peygamberin secde ettiği yeri ıslatacak kadar ağladığına dair rivayetler vardır.
Ağlamak abdeste ve namaza zarar vermez ama gülmek namaz esnasında olursa Hanefi mezhebine göre hem namaz hem de abdest bozulmuş olur.
Kişinin namazlarını kısalta bilmesi için kaç günlük yolculuğa gitmesi gerekir?
Yolculuğa giden kimse Hanefi mezhebine göre bu yolculuk 15 gün olmalıdır. 15 günden fazla olursa bu
Evlatlık edinme durumunda çocuk akıl buluğ olduktan itibaren mahremiyet esasları işler. Onun için evlatlık alınan kişi buluğa erdikten sonra kendisini evlat edinen anne ve babaya yabancı kişi gibi kabul edilir.
Evlatlık alınan kimse yabancılara karşı yani nikâhlanabileceği kişilere karşı nasıl bir tavır ve tesettür takınıyorsa aynı şekilde kendisini evlat edinen aileye karşı da onlarda kendisine karşı aynı tavrı takınmak zorundadır. Zaten bundan hareketle İslam dini evlatlığı yasaklamıştır. Aynı zamanda aile ile evlatlığın birbirine mirasçı olması da dinen yasaklanmıştır.
Kişi yanlışlıkla kılacağı vakitten başka vakte niyet etse bu namaz geçerli olur mu?
Kişi yanılarak kılacağı vaktin dışındaki bir vakte niyet etmişse namazına bir zarar gelmez o namaz geçerlidir. Böyle niyet etse dahi namazını bozmamalıdır. Çünkü bilerek değil bilmeyerek ve yanılarak niyet etmiştir. Mesela kişi öğle namazını kılacağı vakitte ikindiye niyet etse ama namaza gelirken öğle namazı diye seccadenin üzerinde durursa bu namaz geçerlidir. Çünkü kalbindeki niyet öğledir. Velev ki dille ikindiye niyet etse de asıl niyeti kalpte olan niyettir. O da vaktin yani öğlenin niyeti olduğu için bu namaz geçerlidir.
Hutbeye
Dua, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi, insanın halini Allah’a arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, manevi bir bağ anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve gücü sınırlı olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu manevi bir köprüdür.
Özet olarak duanın yöntemi şöyledir: Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılmalı, mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul edileceğine inanarak duaya ısrarla devam edilmeli zira peygamber efendimiz dua da ısrar etmeyi tavsiye ediyor.
Onun için kişi sebepler dünyasında yaşadığının bilincine ererek talep ettiği şey birtakım sebeplere bağlıysa önce bu sebepleri yerine getirmeli, yani fiili duasını yapmalıdır. Ayrıca kişi isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamdü sena Peygamber’e salat ve selam getirmelidir.
Olağanüstü durumlarda bir malın fiyatına sınırlama koymak caiz mi?
İslam inancına göre herkesin bir eceli vardır. Bu ecel ne geri alınır, ne de ileri alınabilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyrulmaktadır: “Her ümmet için takdir edilen bir ecel vardır. Ecelleri geldiği zaman ne bir an ileri ne de geri alınamaz.” (Araf, 7/34)
Bu bağlamda trafik kazasında ölen kimse eceliyle ölmüştür. O kimse için bundan başka bir ecel yoktur. Trafik kazası, ölen kimsenin hayatını kısa kesmiyor, onu eceli gelmeden öldürmüş olmuyor. Bilakis ölen kişinin ölüm sebebi böyleydi ve vadesi dolduğundan bu kaza olmuş oluyor.
Buna göre Trafik kazası, cinayet ya da bir başka ölüm şekli kişinin ecelini değiştirmez. Çünkü insanın eceli veya ömrü değişmez. O kişinin o şekilde o zaman öleceği takdir edilmiş demektir.
Sebepsiz olarak bir mezarı başka bir yere nakletmek caiz mi?
Kabrin olduğu yerden yol geçmesi, su altında kalması veya bulunduğu yerin başkasına ait olup sahibinin orada cenaze defnine izninin bulunmaması gibi zorunlu bir durum bulunmadıkça, defnedilen cesedin başka bir mezarlığa nakledilmek üzere, çıkarılması dinen caiz değildir.
Namaz günün belli vakitlerinde yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Bu farz ibadetin yerine getirilmesi için belli şartlar ve erkanlar söz konusudur. Bu şart ve erkanlar yerine getirilmeden kılınan namaz geçerli olmaz.
Namaz vakti de bu şartlardan bir şarttır. Dolayısıyla bir namaz vakti girmeden (öğlen namazı gibi) onu eda etmek geçerli değildir. Kılınansa dahi kulun üzerindeki farzıyeti düşürmez. Onun için vakti girmeden bir namazı yolculukta olma veya arabanın durmaması gibi bir sebep de olsa kılmak doğru ve geçerli değildir. Şayet vakit girmeden kılınmışsa vakit girdikten sonra yeniden kaza etmek gerekir.
Buna göre kişi seyahate çıkacağı zaman namaz vakitlerini göz önünde bulundurarak yola çıkmalıdır. Buna rağmen yolda otobüs durmasa durması için ricacı olur. Netice alamasa son çare olarak namazı kazaya kalmaması için oturduğu yerde kılar.
İnsan dünyada yaptıklarının hesabını kabirde mi mahşerde mi verir?
Dinen ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata, kabir hayatı denir. Hz. Peygamber, “Kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Bir kimse o duraktan kurtulursa, sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulmazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır.” (Tirmizi,
İyileşme ümidi büsbütün kaybolduğu doktorlar heyetinin kararı ile belirlenmiş olan hastanın daha fazla acı çekmesin diye kendisinin ya da akrabalarının isteği ile hayatına son verilmesi dinen uygun değildir. İster yeni doğmuş bir çocuk, ister ileri yaşta bir yaşlı olsun, isterse ölüm döşeğinde olan hasta olsun, canları çıkıncaya kadar bunların tam bir yaşama hakları vardır. Böyle bir insanı öldürenle sağlıklı bir kişiyi öldüren arasında fark yoktur.
Hayat sıkıntılarla doludur. Hayatından büsbütün ümit kesilmiş nice hastaların iyileşip aramızda yaşamaya devam ettiğini çoğu zaman görmekteyiz. Hastalık, darlık ve acı olaylar insanlar içindir. Bunlara karşı sabretmek ve ümidi yitirmemek gerekir. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153)
Allah haramı yasaklamasına rağmen neden yaratmaktadır?
Hayır ve şer Allah’tandır”, demek bunları yaratan Allah’tır, demektir. Çünkü Yaratıcı O’dur ve O’ndan başka yaratıcı yoktur. Kula bakan yönüyle ise hayrı ve şerri irade eden, tercih eden kuldur. Bundan dolayı da insanlar hayır ve şer, iyi ve kötü bütün davranışlarından sorumludur.
Başka bir ifadeyle, “amentüde ifade edildiği üzere her Müslüman kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanır. Yani
Kul hakkının tövbesi hak sahibi ile helâlaşmaktır. Yani kul hakkı hususunda asıl olan hak sahibi ile helalleşmektir. Diğer günahlar gibi, tövbe etmek kul hakkını silmez.
Hak sahibi hakkını helal etmediği sürece de kişi tövbe de etse bu günah ya da haktan kurtulamaz. Onun için kişinin kul hakkı varsa o ödenmeli ödenme imkanı yoksa helalık dilenmeli. Hak helal edildikten sonra da Allah’a tövbe edilmelidir.
Tırnaklara oje katmak caiz mi?
Tırnakları oje ile boyamak haram değildir. Ancak oje tırnak üzerine bir tabaka meydana getirdiğinden abdest ve guslün sıhhatine manidir. Bunun için abdest almak, cünüp veya hayızdan yıkanmak isteyen ojeli kadın mutlaka ojesini kazımak zorundadır. Aksi takdirde abdesti veya guslü sahih olmadığından namazı sahih değildir.
Yalnız hayız halinde bulunan bir kadın hayızın sonuna kadar tırnaklarını ojeli bulundurabilir. Aynı zamanda bir kadın abdest aldıktan sonra yine tırnaklarını oje ile boyayıp ikinci defa abdest almaya muhtaç oluncaya kadar ojesini bırakabilir. Abdest almak istediğinde kazımak zorundadır.
Kabrin
Müslüman olan kişinin öldükten sonra yıkanıp, kefenlenerek ve namazı kılınarak gömülmesi esas olandır. Dinimizin ölçüsü budur. Hz. Peygamberimizin uygulaması da böyledir.
Kişinin öldükten sonra yakılıp küllerinin denize dökülmesi İslam inancında olan bir uygulama değildir. Çünkü Müslüman kimse mükerrem bir varlıktır. Yaşarken de öldükten sonra da mekerremdir. Ona her zaman saygılı olmak dini bir gerekliliktir.
Kazaya kalan oruçlarımızı peş peşe tutmak zorunda mıyız?
Ramazan ayında tutulmayan oruçların ve başlanıp da bozulan oruçların kaza edilmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.” buyrulmaktadır (Bakara 2/184).
Kaza oruçlarının aralıksız tutulması hakkında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu itibarla, kazaya kalan oruçlar ardı ardına veya ayrı ayrı günlerde de tutulabilir. Ancak ister peşi sıra tutulsun, ister ayrı ayrı günlerde tutulsun bu oruçların geciktirilmeden bir an önce tutulması gerekir.
Çocukların üzerine yemin etmek caiz mi?
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim lafzı” ise yemin lafızları ile söylenmediği için yemin yerine geçmez. Böyle bir
Öncelikle şunu bilmek gerekir ki alış verişi cazip hale getirmek için meşru olmak kaydı ile verilen her şey dinen caizdir. Bu anlamda promosyon sürümü artırmak için satılan malla beraber ilave olarak para, eşya ve benzeri bir şeyi bedava olarak müşteriye vermektir.
Herhangi bir şart olmaksızın ve verilen promosyon meşru olmak kaydıyla satışla beraber promosyon verme de bir sakınca yoktur. Çünkü alıcı neye para verdiğini, satıcı da neyi pazarladığını bilmektedir. Örnek olarak; televizyon telefon verilmesi gibi bir alışveriş dinen sakıncalı değildir. Burada en önemli nokta; alıcıyı aldatacak bir unsura yer verilmemesidir.
Yapılan bir yemini bozmak caiz mi?
Gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık haline getirmek doğru bir iş değildir. Müslüman yemin etmeye ihtiyaç duymayacak şekilde sözüne güvenilen ve çevresi tarafından böyle bilinen bir kimse olmayı gaye edinmelidir. Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir. Yeminin yerine getirilmemesi halinde, keffâret ödenmesi gerekir. Yemînin keffâreti ise, on fakiri doyurmak veya giydirmek ya da köle azât etmektir. Buna gücü yetmeyen kimse üç gün
Bir hak mezhepten öteki hak mezhebe geçmek caizdir. Zira bütün ehli sünnet mezheplerine uymak caizdir. Hapsine de uymak caiz olduğundan isteyen istediği mezhebi tercih edebilir. Tercih ettiği gibi tercih ettiği mezhebi bırakıp başka bir mezhebe de geçebilir.
Yani Hanefi olan birisi Şafiî Mezhebine, Şafiî olan bir kimse de Hanefi mezhebine geçebilir. Ancak, kişi bunu bir oyun haline getirmemelidir
Nazar için kurşun döktürmek caiz midir?
Nazar için kurşun döktürmek dinen caiz değildir. Caiz olmadığından böyle bir fiile tevessül etmek insanı günahkar yapar. Kişi nazardan çekiniyor ya da böyle bir endişesi varsa kurşun döktürme yerine Felak, Nas, İhlas, Ayet’el Kürsü gibi ayet ve sureleri okumalıdır.
Namazda tadil-i erkan ne anlama geliyor?
Tadil-i erkan; namazların kıyam, rüku ve secde gibi rükünlerini tam bir sükunet ile ifa etmektir. Kıyamda kıraati tamamladıktan sonra, rükua vardığında her uzuv bir sükunet hali alıp bir en az bir kere suphanallah diyecek kadar beklemektir. Aynı şekilde rükudan kalkarken vücut dimdik bir vaziyet almalı ve en