Sayfa Yükleniyor...
Yüce Mevla, insanı dünyaya iman ve ibadet için gönderdiğini haber verir. (Zâriyât, 51/56.)
Kur’an ise, hayatın ve ölümün kimin daha güzel işler yapacağını sınanmak için var edildiğini (Mülk, 67/2), kişi için de ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğunu hatırlatır. (Duhâ, 93/4.)
Dünyaya gelen her canlının muhakkak ölüm gerçeğini tadacağını ve ahirete intikal edeceğini de yine Kur’an haber verir. (Ankebût, 29/57.) Bu bağlamda, Allah her müminin kendisinden korkup ahirete yönelik iyi ve hayırlı işleri yapıp önden göndermesini (Haşr, 59/18.), bu faniden ahirete gönderdiği hayır ya da şer, iyi ya da kötü her şeyin de cezasını veya mükafatını zerre nispetinde de olsa muhakkak vereceğini söyler. (Zilzal, 99/7-8.) Bu mükafat veya ceza ahiretin var olduğunu gerektirmektedir ki ‘ahiretin varlığına iman’ İslam’ın altı şartından biridir. Ahiretin varlığını inkar etmek ise inançsızlık ve imansızlıktır. (Nisa, 4/136.) Bütün bu ayetler bize şunu hatırlatmaktadır. İnsanın dünya ve ahiret hayatı olmak üzere iki hayatı vardır. Her iki diyar da önemli ama “dünya fânî, ahiret bâkî” olduğundan ahiret daha da önemli. Bundan dolayı her işi yaparken, her sözü söylerken, rızkımızı kazanırken, insanlarla alıp verirken... kısaca hayatın her alanında ahireti düşünerek yaşamak gerekir zira ahirette bütün yaptıklarımızın ve söylediklerimizin bir hesabı ve karşılığı olacaktır. Hakikat bu olduğundan ve imanın bir şartı kabul edildiğinden her mü’min ahirete ve ahiret hesabına inanır. Ancak inanç ile yaşam maalesef üzülerek ifade edelim ki pek de uyumlu değildir. Ahirete iman ediyoruz. Ancak başta yaşam, helal-haram, tercihler, kazanç, beşeri ilişkiler gibi konularda ahirete imanın tesirini gündelik hayatta görememekteyiz. Çünkü ahirete iman olmakla birlikte ahirette hesabı ve cezası olacak olan suç, günah, hırsızlık, gasp, cinayet, terör, iffetsizlik, kumar, içki... gibi yasaklar her geçen gün dünyamızda birazda daha artmaktadır. Ahirete tam anlamı ile iman edilmiş olsa yani mümin bütün benliği, hücreleri, vicdanı ile... ahiretin var olduğunu ve bir hesap verileceğini idrak edip iman etmiş olsa dünyamız bu kadar suç ve günahla kirlenir miydi? Ahirete iman, taklidi değil de tahkiki olsa insan ibadeti terk eder miydi? İnsan rabbine isyan edebilir miydi? Komşu, akraba, yetim, kul hakkı... yenir miydi?
Yalan, gıybet, iftira... evde, ticarette, çarşıda pazarda olur muydu? Allah’ın verdiği canı kul alabilir miydi? Evini geçindirirken kişi ailesine haram lokma yedirebilir miydi? Örnekleri daha da artırabiliriz. Bu örnekler, ahirete imanın kalpte bir itikad olarak var olduğunu ancak amel ve yaşam anlamında bir iman şuuru ve idrakı olmadığını göstermektedir. Bu örnekler, oranları ve çeşitleri farklı da olsa diğer inanç mensupları için de söz konusudur. Zira başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere birçok inançta da ahiret inancı ve itikadı vardır. Ancak suç, günah, terör, zulüm... anlamında dünyanın hali ortadadır. Bundan dolayı suç ve günah anlamında dünyanın geldiği noktada inancı, rengi, ırkı, coğrafyası ne olursa olsun bütün insanların olumsuz bir katkısı vardır. Hakiki bir imanla ahirete inanmak duası ve temennisi ile...