Güneşin doğduktan sonra bir mızrak boyu yükselmesinden, başka bir deyişle güneşin doğmasından takriben 45-50 dakika geçmesinden, zeval vaktine kadar olan süreye kuşluk (duhâ) vakti; bu zaman diliminde kılınan nafile namaza da duhâ namazı denir. Diğer bir ismi de kuşluk namazıdır. Bu niyetle en az iki, en çok on iki rek’at namaz kılmak menduptur. Ancak sekiz rekat kılınması daha faziletlidir. Hz. Peygamber’in kuşluk vaktinde nafile namaz kıldığı ve ashabına da tavsiye ettiği pek çok hadiste geçmektedir.
Nazar için kurşun döktürmek dinen caiz değildir. Caiz olmadığından böyle bir fiile tevessül etmek insanı günahkar yapar. Kişi nazardan çekiniyor ya da böyle bir endişesi varsa kurşun döktürme yerine Felak, Nas, İhlas, Ayet’el Kürsü gibi ayet ve sureleri okumalıdır.
İstiğfar, işlenen günahlardan ve hatalardan dolayı Allah’tan af ve mağfiret niyaz etmek demektir.
Kur’an-ı Kerîm’de işledikleri kötülüklerden pişman olup tövbe-istiğfarda bulunanlar övülmektedir. Nitekim bu hususta mealen şöyle buyrulmaktadır: “Ve onlar çirkin bir günah işledikleri, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 3/135). Kur’an-ı Kerim’de, “istiğfar duası” adında özel bir dua yoktur. Ancak içeriği bakımından “istiğfar” anlamı taşıyan pek çok dua vardır. Ancak Hz. Peygamberin hadislerinde seyyidü’l-istiğfar duası vardır. Hz. Peygamber’in “seyyidü’l-istiğfâr” (istiğfârın en güzeli) diye nitelediği dua da şöyledir: “Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla senin ahdin ve va’din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim; günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü senden başka hiçbir kimse günahları bağışlamaz.” (Buhârî, “Daevât”, 2).
Dinen ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata, kabir hayatı denir. Hz. Peygamber, “Kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Bir kimse o duraktan kurtulursa, sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulmazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır.” (Tirmizi, “Zühd”, 5) şeklinde buyurarak, ahiret hayatının ölümle başladığını bizlere bildirmiştir. İnsanı öldükten sonra kabirde sorgulayacak melekler Münker ve Nekirdir. Bu melekler ölünün kendisine gelerek “Rabb’in kimdir?”, “Peygamberin kimdir?” “Dinin nedir?” diye soracak, iman ve güzel amel sahipleri, bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları açılarak gösterilecektir. Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılarak cehennem gösterilecektir. Kâfirler ve münafıklar kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken, müminler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir. Ancak insan, bu dünyadayken yaptıkları veya yapmadıklarından dolayı mahşerde mahkeme-i kübrada hesap verecektir. Buradaki hesaptan sonra insanlar mükâfatlandırılmak için cennete cezalandırılmak içinse cehenneme gönderilecektir.
Günün Ayeti
Allah, kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.
Lokman, 31/18.
Günün Hadisi
Kim bana çeneleri ile bacakları arasındaki organları hususunda garanti verirse ben de ona cennet hususunda garanti veririm.
(Buhârî, “Rikak”, 23.)
Günün Sözü
İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları telaffuz edemez.
Kızılderili Sözü
Günün Duası
Allah’ım ölülerimize rahmet, hastalarımıza şifa, derdi olanlara derman nasip eyle.
Bunları biliyor muyuz?
Ebedi Nedir?
Varlığı, gelecek açısından sonsuz olarak devam etmesi anlamına gelmektedir ki bu da sadece Allah’tır. Ehl-i Sünnet inancına göre, Allah’ın ne başlangıcı ne de sonu vardır. Allah ezelî ve ebedîdir.
Günah var mı karıncayı kırınca?
İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi. O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı. Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı. Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi.
Kâğıdın üst kısmında Kanunî’nin hocasına yazdığı sual vardı.
Kanunî şöyle diyordu hocasına:
- Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:
- Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.