Sayfa Yükleniyor...
İnsanoğlu, dünyayı sevmeye ve dünya hayatına ve içindekilere aldanmaya meyilli bir fıtratta yaratılmıştır.
Yani beşer fıtrat olarak dünyaya yönelmeye müsait bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu hakikat Kuran-ı Kerimde: Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah indindedir. Şeklinde ifade edilmiştir.
Fıtratlarında var olan bu meyilden dolayı bazı insanlar tarih boyunca dünyanın cazibesine kapılmış ahiretlerini ise unutmuşlardır.
Oysa ki İslam, madde ile manayı, ruh ile bedeni, dünya ile ahireti mükemmel bir şekilde dengelemiş, bütün inananlardan da bu eşsiz dengenin korunmasını talep etmiştir.
Bu hususta Yüce Rabbimiz: Allahın sana verdiğinden (Onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma! Allahın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik yap buyurmuştur.
Yani ataların ifadesi ile: Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yarın ölecekmiş gibi ahirete yönelik çalış.
Durum bu olmakla beraber günümüzde ne yazık ki bu denge, dünya tarafına hızlıca kaymaktadır.
Dünyevileşmek veya Sekülerleşmek dediğimiz bu hastalık, maalesef İslam toplumlarında da hızla artış göstermektedir.
Sırf dünya için çalışan, tüketen, her zaman kendi çıkar ve menfaatlerini gözeten, durmadan dünyalığa yatırım yapan bir toplum, küresel ölçekte yaşanan birçok dram ve acıya çoğu zaman sessiz kalmaktadır.
Bir taraf, her türlü nimet içerisinde zevk ve sefa yaşamakta iken öbür taraf, ne bir lokma ekmek ne de bir yudum su bulabilmektedir.
Tamamen dünya hayatına yönelik böyle bir anlayış asla İslamın kabul edebileceği bir hayat tarzı değildir. Bilakis İslam inancında hiçbir amel ya da dünyalık kişiyi Allahı anmaktan ahirete hazırlanmaktan alıkoyamaz.
Nitekim bu hususta Kuran-ı Kerimde: Birtakım insanlar vardır ki ne ticaret ne de alışveriş onları, Allahı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı bir günden (ahiretten) korkarlar buyrulmaktadır.
Yüce Dinimiz İslam bizden, itidal ölçülerine uyarak üretmeyi, ihtiyaç duyulan kadar tüketmeyi, bundan arta kalanı imkanlar dahilinde öksüzü, yetimi, muhtacı, yolda kalmışı Unutmadan var olanı gerektiğinde onlarla paylaşarak ahiret yurduna iyi bir hazırlık yapmayı istemektedir.
Unutmayalım ki bu dünyadan ahirete götürebileceklerimiz sadece amellerimizden ibarettir. Ne kadar malımız ve mülkümüz olursa olsun sonuçta hepimiz bir kefene sarılacağız ve dünya malı da dünyada kalacak.
Bu anlamda ahireti ihmal ederek dünyevileşme geçici yurdu ebedi yurda yani dünyayı ahirete tercih etmektir.
Bu da imtihan için dünyaya gelen insanın ihtirasına ve şeytanına yenilerek belki de cenneti kaybetmesi olacaktır.
Dünyayı ve ahireti dengeleyebilen müminlere selam olsun
Sorular ve Cevaplar
Babadan kalan miras zekâta dâhil edilir mi?
Babadan ya da bir başka akrabadan kalan miras Hanefi mezhebine göre hemen zekata dahil edilir. Yani zekat veren bir kimseye zekatını çıkaracağı vakit bir akrabasından miras kalsa o gelen mirasın parasını zekatına dahil eder. Gelen mirasın üzerinden bir yıl geçmesi gerekmiyor.
Ancak Şafii mezhebine göre zekat çıkaran kişiye böyle bir miras gelse gelen mirasın üzerinden bir yıl geçtikten sonra onun zekatını çıkarır.
Sahura kalkmadan tutulan oruç noksan olur mu?
Orucun geçerliliği ile ilgili doğrudan olmamakla beraber oruç tutmayı biraz daha kolaylaştırmak için Peygamber efendimizin bazı tavsiyeleri olmuştur. Bunların başında da sahur yapmak gelir ki dinimizce sahura kalkmak sünnet kabul edilmektedir. Sahura kalkmak hem bir şeyler yenilerek oruç için enerji toplanmış, hem de bir sünnet yerine getirilmiş seher vaktinin feyiz ve faziletlerinden yararlanılmış olur.
Bu bakımdan bir yudum su ile de olsa sahur yapmak ve sahur yemeğini mümkün olduğunca gecenin son vaktine denk getirmeye çalışmak uygun olur. Nitekim Peygamberimizin sahura kalkmayı teşvik ve tavsiye eden birçok hadisi bulunmaktadır. Oruç tutmak isteyen sahurda bir şeyler yesin Sahura kalkın çünkü sahur yemeğinde bereket vardır Sahur yemeği ile gündüz tutacağınız oruca kuvvet kazanın
Buna göre sahura kalkıp oruç tutmak hem sünnettir hem de bedeni kuvvetlendirir, sevabı da arttırır. Sahura kalkmamak oruca zarar vermez. Lakin sahur sevabından mahrum kalınır.
Oruca niyet etmeyi unutan kişi gündüz oruca niyet edebilir mi?
Oruca niyet etmek farzdır. Bu niyet akşam iftarından sabah imsak vaktine kadar yapılabilir. İmsaktan önce yapılmayı unutulmuş veya sahura uyanılmışsa ve sabah vakti de girmişse Şafiiye göre niyet artık yapılmaz, yapılsa da geçersizdir. Ama yine de günü oruçlu geçirecek Ramazandan sonra da kaza etmesi gerekir.
Hanefi fıkıhçılarına göre ise böyle bir kimse güneş çıkmış da olsa Ramazan orucu için niyet edebilir. Güneş çıktıktan sonra niyet etse orucu yine geçerlidir.
Geçmiş yıllardan kalan altının zekatı nasıl verilir?
Zekât, fakirlerin, zenginlerin malındaki hakkıdır. Nitekim Allah Teâlâ Kuran-ı Kerimde mealen şöyle buyurmaktadır: Mallarında, muhtaç ve yoksular için bir hak vardır. (Zâriyât, 51/19)
Kişinin vermediği zekâtlar, zimmetinde borç olarak kalmaya devam eder. Onun için kişi bu hakkı geçmişe dönük olarak vermelidir.
Buna göre kişi faraza altının üç yıldır zekâtını vermemişse, geriye dönük olarak altınını hesaplayacak ve üç yıllık zekatını verecek.
Zekatın bu hesabını ise şöyle yapar: Elindeki altının tamamı 100 gr kabul edilirse ilk yıl için bunun kırkta biri olan 2,5 gr; ikinci yıl için kalan 97,5 gramın kırkta biri olan 2,43 gr; üçüncü yıl için de 95,07 gramın kırkta biri olan 2,37 gr altını zekât olarak verir.
Ödeme anında zekâtı altın olarak vermek caiz olduğu gibi günün fiyatı üzerinden paraya da çevirmek caizdir.
Teravih namazı Hz. Peygamber döneminde cemaatle mi kılınıyordu?
Hz. Peygamber döneminde teravih namazı sadece bir kaç defa kılınmış. Kılınan teravih namazı bazen cemaatle bazen de münferit olarak kılınmıştır.
Hz. Peygamberin vefatından sonra teravih münferit olarak kılınmış. Bir ramazan gecesi Hz. Ömer mescide çıktığında halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldığını görmüş. Ve dağınık bir şekilde kılmak yerine insanları bir imamın arkasında toplayıp teravih namazının cemaatle daha derli, toplu ve düzenli bir şekilde kılınmasının uygun olacağını düşünmüş ve ertesi gün teravih namazının cemaatle kılınmasını emretmiş.
Dolayısıyla teravih namazının cemaatle kılınması Hz. Ömer döneminden günümüze kadar böyle gelmiştir.
Günün Ayeti
"Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim."
Günün Hadisi
Kim, hakkı sübut buluncaya kadar mazlumla birlikte otursa, ayakların kaydığı günde Allah onun ayağını Sıratta sabit kılar
Günün Duası
Allahım kıldığımız namazları, tuttuğumuz oruçları, verdiğimiz sadakaları, yaptığımız dua ve tövbeleri kabul et.
Günün Sözü
Zenginlik gübredir. Yalnızca saçıldığında yararlı olur.
Çin atasözü
Ramazan Kavramları
Kiramen Katibin Nedir?
Değerli, dürüst, görevini kusursuz yapan yazıcılar anlamına gelen kirâmen kâtibîn tabiri, insanların hayır ve şer, iyi ve kötü bütün yaptıklarını amel defterlerine kaydedip korumakla görevli meleklerin unvanıdır. Bunlara hafaza melekleri de denir
Günün Nüktesi
Ömrü kadar rızık
Büyüklerden Hatemül Asam hazretleri, bir yolculuğa çıkacaktı. Ailesine:
Ben sefere çıkacağım... Sana ne kadar yiyecek bırakayım, dedi. Hanımı da hakiki mütevekkillerdendi. Kocasına:
Yaşayacağım zamana yetecek kadar rızık isterim, diye cevap verdi.
Hatem'ül Asam hazretleri:
Ben senin ne kadar yaşayacağını nereden bilebilirim, deyince de, hanımı:
Öyleyse rızkımı ne kadar yaşayacağımı bilene havale et! Yani Allah'a bırak demek istedi. Bunun üzerine Hatemü'l Asam hazretleri, bir şey demeden sefere çıkıp gitti.
Bu hali duyan bazı kadınlar, büyük velînin hanımına:
Kocan ne kadar yiyecek bıraktı? diye sormaya başladılar. Mübarek kadın onlara şu cevabı verdi:
Benim kocam rızık vermez, rızık yer... Çünkü rızkı ancak Allah verebilir, insanlar bir müktesip sebeptir.
Bir Hadis Bir yorum
"Din kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et."
Bir adam:
-Ya Resulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse ona nasıl yardım edeyim, söyler misin? dedi. Peygamberimiz:
"Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir" buyurdu. (Buhari, Mezalim 4)
İslam yeryüzünün tamamında rahmet ve adaleti ayakta tutma, zulmün karanlığını hakikat ışığıyla aydınlatma misyonunu yükler Müslümanın omuzlarına. Müslüman olmak, kendi hayatı ve toplum hayatı hakkında sorumluluk taşımaktır. Bu misyondan kaçma, görevi çeşitli gerekçelerle erteleme lüksü yoktur. Müslümanın cehalet ve düşüncesizliğin, güvenli bir sığınak değil, felaketin ilk habercileri olduğu bilinecektir. İslam'da bilgisizliğe adeta savaş açılması da bu yüzdendir belki de. Bilmek, düşünmek ise sancılıdır; insanı rahat uyutmaz. Yeryüzünde rahmet ve adaletin ibkası için atılacak ilk adım da zulmün ne olduğunu, hangi maskelerle insanlığın önüne çıkabildiğini fark edip bütün peygamberlerin benimsedikleri onurlu duruşa sahip çıkabilmek, görünürdeki değerlendirmelere aldanmadan, zulmün payidar olamayacağını bilerek dinin ve vicdanın sesine kulak verebilmek olmalıdır.
Haksızlık kim tarafından kime karşı yapılmış olursa olsun dinin yasakladığı bir kavram. İster ebeveyn-evlat ilişkisinde, ister amir-memur, ister yöneten-yönetilen, hiç fark etmez, haksızlığa ses çıkarmamak da, karşı tarafın sınırlarını belirlemesinde sorun oluşturacaktır. "Ses çıkarma"nın sayısız yöntemleri arasından Müslümana yakışan, "İncitmeyen Peygamber"in ümmeti olduğunun şuuruyla, en doğru sonuca en sağlıklı yöntemle nasıl ulaşılacağı sorusunun cevabına uygun hareket etmek olacaktır kuşkusuz. "Bir insanın hayatını kurtarmanın bütün insanlığı kurtarmakla eşdeğer" tutulduğu dinin bilinçli müntesipleri, duygu-akıl dengesini iyi kuracak, Hudeybiye örneğinde olduğu gibi kısa zamanın kârını uzun vadede elde edilebilecek kalıcı menfaat için feda edebilecektir.
"Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir" hadisinde toplumdaki maddi ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlılık beklenirken bu hadiste sorumluluğun bir başka alana, bilgisizlik, adaletsizlik gibi toplumu içten çökerten manevi mahrumiyetlere yönlendirilmesi isteniyor. Böylece İslamın, hayatı her cepheden kuşattığına bir kez daha şahit oluyoruz.
Dinde, ahlakta, eğitimde, ekonomi, siyasette, felsefede... düşünen, araştıran, bilgi ve erdem peşinde koşan, öğrendikleri kendisinde, M.Akif'in dediği gibi "Hakkı tutup kaldırma" cesareti oluşturan nesiller yetiştirmek de yine bu ümmetin Cahiliyye taassubundan kurtulduğunun nişanesi olacaktır.