2

En büyük ve en değerli nimet…


  • Oluşturulma Tarihi : 20.06.2016 07:57
  • Güncelleme Tarihi :

Allah’ın, bu âlemde bize bahşettiği en büyük nimet şüphesiz ki imandır. Zira iman, insanı hem fani hem de baki dünyada yani ahirette mutluluğa kavuşturacak olan yegâne zenginliktir.    

      Beşerin gönlü ancak kalpte var olan bu iman ile huzur bulur. Çünkü iman, kalbin nuru, ruhun gıdasıdır. Bu anlamda insan için iman’ın önemi kelimelerle ifade edilemez çünkü iman bir hayattır. İmansızlık ise ölümdür. O halde diyebiliriz ki: “Bu dünyada iman eden zindanda da olsa bahtiyar, iman etmeyen saraylarda da yaşasa zindandadır

       İnsan için hayat kabul edilen bu iman’ın bir takım esasları vardır. Kur’an-ı Kerime ve Hadislere göre îman esasları amentü duasında ifade ettiğimiz gibi altıdır. Biz bu duayı okurken şunu söylemiş oluyoruz.

“Ben Allah’a, O’nun meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kaderin (iyi ve kötü her şeyin yaratılışının) Allah’tan olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilip mahşerde (hesap yerinde) toplanmak haktır ve gerçektir. Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki, Hz. Muhammed O’nun kulu ve peygamberidir

       Bu esasları bilip kabullenmek imanın temel şartıdır. Bu esasların hepsine inanmadıkça kişi iman etmiş olmaz. Bunlardan herhangi birini inkâr etmek ise imanın nurundan ve güneşinden mahrum kalmaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde bu hususta mealen şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır”( Nisa, 4/136).

         İnsanın en büyük zenginliği olan imanın kabul ve muhafazası için kutsal değerlere sövülmemeli, aynı zamanda hafife de alınmamalıdır. Zira bunlar imana zarar vermekte, insanı da hak yoldan uzaklaştırmaktadır.

     Yaratılışımızın gayesi, iman ve kulluktur.  İmanın şartlarına riayet eden ve gerektiği gibi yerine getiren bir insan, geçici dünya nimetleri karşısında imanından ve imanın prensiplerini yerine getirmekten kolayca vazgeçmez. Allah’a olan ahdini hatırlar. İnancının gereklerini yerine getirir. Bunu çevresine de yansıtır. Eşi, çocukları, komşuları, akraba ve yakın çevresiyle iyi ilişkiler kurar. İnsanlara ve etrafındaki her şeye karşı, Allah’ın ‘mümin’ kullarına yakışır bir davranışla muamele eder. Yaptığı her işin ardından, “Bu iş bir mümine yakışır mı, yakışmaz mı?” diye kendine sorar ve imanın gereğini yapar.

    Bu anlamda hakkıyla iman eden kişi aynı zaman da îmanın kendisine yüklediği görevleri ve salih amelleri yani hayırlı işleri de eksiksiz yapmaya çalışır.

     Zira bir Müslümanın inancıyla amelinin uyum içerisinde olması, kuvvetli bir imana sahip olduğunun alâmetidir. İman esasları bir ağacın kökü ve gövdesi, salih amel ise yaprakları ve meyvesi gibidir. Bir başka ifade ile cennetin anahtarı iman, bu anahtarın dişleri ise ameldir.

     O halde kalpteki iman ışığının hiç sönmeden parlaması hatta giderek ışığının artması için sâlih amelleri ihmal etmeyelim geleceğimiz olan çocuklarımıza da bunu aşılayalım.

     Ve unutmayalım ki güzel amel ve ibadetlerle beslenmeyen iman zayıflar, zamanla da kaybedilme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.

Soru ve cevaplar

Şeker hastası olan kimseye oruç tutmak farz mı?

    Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’ın Ramazan orucunu tutması farzdır. Bu şartlara haiz olmayanlara Ramazan orucu farz değildir.

     Zira İslâm dini, kişileri güçleri nispetinde sorumlu tutmuş, güçlerini aşan veya sıkıntıya yol açan durumlarda kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir.

    Buna göre oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe edilen kimsenin Ramazan ayında oruç tutmayıp, iyileştikten sonra bunu kaza etmesine izin verilmiştir.

     Fakat dinimiz, tıbbi rahatsızlığı olan kimselerin tutamadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermelerini emretmiştir. İyileşme ümidi bulunmayan hastalar bu hükümdedir.

     Ancak Ramazanda oruç tutma gücüne sahip olmayıp da daha sonra kaza edebilecek durumda olanlar fidye vermeyip tutamadıkları oruçları kaza ederler.

      Buna göre şeker hastası olan kimseye doktor oruç tutamazsın ya da oruç tutman halinde sağlığın bozulacak diyorsa bu kimse orucunu tutmaz. İlerde iyileşme durumu varsa fidyesini vermez iyileştiğinde sadece kaza eder. Ancak iyileşme durumu yoksa yani rahatsızlığı kalıcı bir hastalıksa bunu kaza edemeyeceğinden bunun yerine fidye verir.

     Bu fidyeyi günü gününe verebileceği gibi peyder pey ya da ayın sonunda hepsini birden de verebilir.

Apartman altındaki mescitlerde kılınan Teravih, Cuma gibi namazlar geçerli olur mu?

     Cuma namazının geçerli olmasının şartlarından birisi de namaz kılınan yerin herkese açık olmasıdır. Yani namaz kılınacak mekanın her Müslüman’a açık olması gerekir.

     Bunun yanında izin alınmak kaydı ile işyeri ve apartmanların namaz için ayrılan bölümlerinde Cuma namazı kılınabilir.

     Burada bu şartlara riayet edilerek kılınan Cuma ve diğer vakit namazları geçerli, kılınan namaz da caizdir. Cuma ve normal vakit namazları caiz olduğuna göre apartman altındaki mescitte kılınan teravih namazı da geçerli ve caizdir.

Fakir zannedilerek zengine zekat verilirse o zekatı yeniden ödemek lazım mı?

Zekat çıkaracak kimse, zekatı gerçekten onu hak edenleri araştırıp bularak vermelidir. Zekat çıkaran kimse bu konuda gereken titizliği göstermez ve zekatın ehil olmayana verirse borcundan kurtulmuş olmaz, zekatını yeniden vermesi gerekir, çünkü zekata ehil olan kimseyi araştırmada kusur etmiştir.

      Fakat zekat çıkaran kimse gereken araştırmayı yapar fakat fakir zannederek zekat verdiği kişinin zengin veya gayr-i müslim olduğu ortaya çıkarsa İmam-ı Azam, Ebu Hanife'ye göre onun yeniden zekat vermesi gerekmez.

      İmam Şafi'ye göre ise, insanın borcunu alacaklıya değil de başkasına ödediği zaman nasıl borcu düşmezse aynı şekilde zekat borcu da ehline ödenmediğinde mükellefin borcundan düşmüş olmaz.

Zekat vermek için zenginlik sınırı (nisab) yıl boyunca devam etmesi gerekir mi?

      Hanefi fıkıhçılarına göre bir malda zekatın farz olabilmesi için o malın hem sene başında hem de sene sonunda nisaba ulaşmış olması şarttır.

Bir kimse sene başında nisab miktarına ulaşan bir mala sahip olsa, bu mal sene içinde nisabın altına düşse hatta tamamen tüketilirse, fakat sene sonunda yine nisab miktarına ulaşsa, sene sonu hesabıyla zekata tabi olur.

     Mesela demir ticareti yapan bir tüccarın deposunda sene başında yüz ton demir varken sene içinde bunların bir kısmını satış yolu ile tüketse ve yerine elli ton demir alsa, sene sonundaki bu demir ile kasa mevcudunun zekatını vermekle sorumludur.

      Şafii fıkıhçılarına göre ise: Nisabın bütün sene boyunca bulunması lazım. Bir mal sene içinde nisabın altına düşerse ona zekat vacip olmaz. Bir kimse sene başında nisab veya nisab miktarını aşan bir mala sahip olsa, sene içinde satış ve hibe gibi yollarla bu mal nisabın altına düşse, o kimse nisab miktarı mala sahip olana kadar zekatla mükellef değildir. Zekat miktarı mala sahip olduğu zaman sene geçme şartı yine başlar.

 

Günün Ayeti

Ey İnananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.

Günün Hadisi

 Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin.

 Günün Sözü

Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak, malı yitmekten korur.

Hz. Mevlana

 Günün Duası

Allah’ım bugün bize verdiğin nimeti ve rızkı bereketli ver.

 Ramazan Kavramları

Ehl-i Sünnet Nedir:

İslam dinini anlama ve yaşamada Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in sünnetini rehber edinen ve sahâbenin yolunu izleyen demektir.

 

Günün Nüktesi

Mecusinin Affı…
Bir Ramazan günü idi. Müslüman mahallesinde oturmakta olan ateşe tapan bir Mecusi’nin küçük çocuğu Müslümanların arasında ekmek yiyordu. Hemen babası çocuğun bu halini fark etti: 

-Oğlum Müslümanların arasında yemek yenir mi onlar bu günlerde oruç tutarlar onlarca muhterem günlerdir, diyerek çocuğu azarlayıp eve gönderdi.

Her faninin başına gelen ölüm O’nu da alıp götürdü ölümünden sonra şehirde bulunan bir Allah dostlarından birçoğu Mecusi’yi rüyalarında cennette gördüler. Halbuki hayatında Allah diye ateşe ibadet eden bir kimsenin, cennete girmesi adli ilahiye mugayirdi.

-Nasıl oldu da bu nimete eriştin! Biz seni imansız bilirdik. Hatta öldüğünde cenazen namazını bile kılmadık. Dediklerinde O şu cevabı verdi.
-Evet! Doğru söylüyorsunuz. Ben Mecusi idim. Fakat bir gün küçük oğlum Müslüman mahallesinde, onlar oruçlu olduğu halde ekmek yiyordu. Ben çocuğun onların gözleri önünde ekmek yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye bende hürmet ettiğim için Cenabı-ı Allah benim ruhumu bir Müslüman olarak aldı. Ölüm anında başıma biri geldi. Bana “Eşhedü enla ilahe illalah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resuıühu.” dedirtti ve ondan sonra ruhumu teslim ettim, o sebepten bu gördüğünüz mükafata kavuştum, dedi.

 Kısa Surelerin Mealleri:

NAS SURESİ:

 1 - De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,

2 - İnsanların hükümdarına,

3 - İnsanların ilâhına,

4 - O sinsi vesvesecinin şerrinden.

5 - O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar.

6 - Gerek cinlerden, gerek insanlardan.

 Kutsal Mekanlar:

Hacerü'l-Esved:

     Kabe’nin duvarındaki siyah, parlak taş demektir. Rivayete göre cennetten indirilen bu taş İsmail peygamber tarafından Kabe’nin köşesine yerleştirdi.

     Cennetten indirildiğinde bembeyaz olduğu, ancak günahkarların elleriyle yavaş yavaş karardığı söylenmektedir. Nitekim Hz. Peygamber bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Hacer-i esved cennetten inmiştir. O sütten daha da beyaz idi. Fakat insanoğlunun hata(günah)ları onu kararttı.

      Hac sırasında hacılar tavaf ederken her bir dönüşte bu taşı selamlar, el sürer veya öperler.

Günümüzde bu taşın parçaları gümüş bir çerçeveyle tutuluyor.

 

En büyük ve en değerli nimet…
Doç. Dr. Zeki Uyanık
Yazarımız Kim ?

Doç. Dr. Zeki Uyanık