Dinen helal olan bir malın veya hizmetin alım satımında aracı olan kişinin (komisyoncunun), yaptığı hizmetin karşılığında alıcı veya satıcıdan yahut her ikisinden tespit edilen oranda ücret alması caizdir. Ancak hizmetinin karşılığında alacağı ücretin önceden belirlenmesi uygun olur. Ücretin önceden belirlenmemiş olması halinde ise, mevcut uygulama ve örfe göre hareket edilir. Buna göre belli bir ücret (komisyon) karşılığında firmalara iş ya da müşteri bulan kişinin elde ettiği gelir dinen helaldir.
İslam dininde namaz için özel bir kıyafet yoktur. Tesettürü sağlayan teni gösterecek derecede ince, şeffaf ve vücut hatlarını belirtecek derecede dar olmayan her temiz elbise ile namaz kılmak caizdir.
Bu itibarla dar olmayan pantolon veya herhangi bir elbise ile hanımların namaz kılmasında dinen bir sakınca yoktur. Fakat dar bir pantolonla namaz kılınıyorsa ve bu pantolon vücut hatlarını belli ediyorsa kılınan namaz sahih değildir.
Eti yenilmesi helal olan bütün büyük baş ve koyun keçi gibi küçükbaş erkek ve dişi hayvanlardan hem adak hem de kurban olur. Kurban ya da adak hususunda caizlik anlamında erkek ile dişi hayvan arasında bir fark yoktur. Her iki hayvan cinsinden de kurban ve adak olur. Fakat Peygamberimizin mümkün mertebe koç kesmesini dikkate alan fakihler, koç kesmenin koyun kesmeye göre daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Bunun da sebebi hayvan neslinin devamı içindir. Dişi hayvanlar doğurduğu için kesilmesi ikinci planda bırakılmıştır.
Bu işlem caiz değildir. Bu, alım satım görüntüsü adı altında doğrudan doğruya faizdir. Çünkü esnaftan nakit olarak 95 lira alınacak ama bankaya 100 lira ödenecektir. Borçlanmalarda bunun gibi her fazlalık faizdir. Çünkü faiz, borçtan elde edilen gelir demektir. Böyle bir işlemden şiddetle uzak durulmalıdır. Çünkü bu bir faiz işlemidir. Faiz ise Allah’ın şiddetle yasakladığı bir haramdır.
Bu tip inanışlar tamamen batıl ve hurafedir. Baykuş ötmesi, köpek havlaması, kara kedinin bir kişinin önünden geçmesi, merdiven altından geçmek, sabunlu suyun üstünden geçmek, salı günü işe başlamak veya yola çıkmak, gece aynaya bakmak veya tırnak kesmek vb. gibi pek çok şeyde uğursuzluk bulunduğuna inanmak, batıldır. “Nikahı kıyılan çiftlerin akşam dışarı çıkması uğursuzluk getirir” sözü de bunlardan biridir. Uğursuzluk konusunda Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Uğursuzluk yoktur, en güzel şey iyiye yormaktır.” (Buhari, “Tıp”, 44.) Buna göre yeni evlenen nikahları kıyılan çiftlerin nikahtan sonra dışarıya çıkmasında dinen sakınca yoktur. Uğursuzluğa da sebep olmaz
“Ey iman edenler! Rükû edin, secdeye kapanın, rabbinize ibadet edin, dünya ve âhiret için faydalı işler yapın ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac, 22 /77.)
“Ailenin nafakası için harcanan hepsi Allah yolunda harcanmış gibidir.” (Tirmizî, “Kıyamet”, 41.)
İki şey dünyaya hükmeder; biri kılıç, diğeri düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir.
Napolyon
“Allah’ım canımızı, malımızı, ailemizi her türlü afetten, yangından, soygundan ve benzeri tehlikelerden muhafaza eyle.”
Amentü’nün anlamı nedir?
İman ettim anlamında, iman esasları hakkında kullanılan bir tabirdir. Zira Arapçada inanç esaslarını topluca bildiren cümleler “amentü” kelimesiyle başlamaktadır ki şu cümlelerdir: “Amentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusulihî ve’l-yevmi’l-âhiri ve bi’lkaderi hayrihî ve şerrihî mine’llâhi teâlâ”. Bu cümlelerin Türkçe karşılığı şöyledir: “Ben, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şerin Allah’ın yaratmasıyla olduğuna inandım.”
İyilerin yanında kötülerin de uzağında durun… Konya’da halka vaaz eden Hazreti Mevlâna bir ara der ki: -Sizler hep iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze göz göze gelip de kötülüklerinde cesaret vermeyin!.. Ne var ki, halkı kötülere karşı böyle uzak durmaya çağıran Mevlânâ, söylediklerinin aksini yapar. Civarda ne kadar kötü bilinen varsa hepsiyle de yüz yüze, göz göze diyalog kurup sohbeti tercih eder. Bir gün yine kötü bilinen bir adamın dükkanında yüz yüze sohbet ettiğini gören cemaatten biri, dışarıda beklemeye başlar. Maksadı camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının hesabını sormak. Nitekim Mevlânâ dükkandan çıkıp da yolda yürümeye başladığı sırada arkasından erişen öfkeli adam sorusunu şöyle sorar: -Sen değil miydin kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun diyen?.. Mevlânâ tereddüt etmeden cevap verir:
-Evet, bendim!.. Öfkeli adam: -Öyle ise nedir bu çelişkili halin, der? Kötülerle yüz yüze, göz göze diyalogdan geri kalmamakta, onlarla hep beraber olmaktasın. Mevlânâ şaşırtan cevabını şöyle verir:
-Ben yetmiş iki buçuk milletin kötüleriyle beraberim! Büsbütün çileden çıkan adam: -Zaten der, sizin gibileri bizim ahlakımızı bozuyor. Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsunuz. Sözünüzle özünüz bir olmuyor. -Ben bu sözünle de beraberim, diyen Mevlânâ şöyle devam eder:
-Doğru olan, sözüyle özü bir olmaktır. Kürsüde ne söylüyorsa sokakta da öyle olmaktır. Yalnız der, benim sözümle özüm birdir. Çelişki yoktur davranışlarımda. Şöyle açıklar kendi özel durumunu:
-Ben sırtında gül yaprağı taşıyan bir hamal gibiyim. Vardığım yerlere gül kokusu yayarım. Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar. Şu benzetmeyi de ekler sözlerine:
-Bizim gibilerin vardığı karanlık yerlerde bilgi şimşekleri çakar, ilim sohbetleri aydınlatır ortalığı. Vardığı yeri aydınlatacak bilgi nuruna sahip olmayanlar, girmesinler aydınlatamayacakları karanlık yerlere! Hiç beklemediği mantıklı bir açıklama ile karşılaşan öfkeli adam düşünmeye başlar... Neden sonra onun da söylendiği duyulur: -Demek ki der, bilgi yükü taşımayanlar varmasınlar kötülerin yanlarına. Çünkü bilgileri yoktur ki bilgisizlik kokusunu bastırsınlar, ilim, irfan nurları yoktur ki cehalet karanlıklarını aydınlatsınlar... Sözlerini şöyle bağlar: -Şimdi anlıyorum ki der, bilgisizlere düşen, kötülerden uzak durmak, bilgi sahiplerine düşen de kötüleri kendi hallerine bırakmayıp irşat etmek... Zaten der, sorumluluk duygusu taşıyan doktorlar hastalardan uzak kalamazlar, muhtaçları şifalı ilaçlardan mahrum bırakamazlar...