Sayfa Yükleniyor...
ABir ülkede Ramazan hilali görülse diğer ülkelerde oruca başlamak gerekir mi?
Hanefî, Malikî ve Hanbelî mezhebinde bir İslâm ülkesinde görülen Ramazan hilâliyle (ay) diğerlerinde de oruca başlamak vâcib olur. Başka bir ifadeyle, bir şehirde Ramazan hilâli görülse diğer şehirlerde de görülmüş kabul edilip gereği yapılır, oruca başlanır.
Ancak İmam-ı Şâfiî böyle düşünmemektedir. Onun görüşüne göre, Ramazan hilâli görüldüğü yerden seferîlik müddetini bulmayacak kadar bir uzaklık içinde hükmünü icra eder, oralarda da görülmüş kabul edilerek oruca başlanır, yahut bayram yapılır. Oranın ötesindeki şehir ve köylerde hilâlin ayrıca görülmesi gerekir.
Demek ki, Şâfiîler bulundukları yerde hilâli görürlerse, seferî uzaklığın hududunu ifade eden doksan kilometreye kadar bu görmüşlüğün tesiri olur, gereği oralarda da icra edilir. Bundan ötesine şâmil olmaz. Oralarda da hilâl ayrıca görülmeli, rüyete müstenid olarak hareket edilmelidir.
Günümüzde tekâmül etmiş astronomi ilimleri, haberleşme vasıtaları üç mezhebin görüşünün tatbikini son derece kolaylaştırmakta, böylece Ramazan hilâli bir İslâm ülkesinin neresinde görülürse görülsün diğerlerine de şâmil kılınması mümkün olabilmektedir. Yeter ki, hilâlin görülüp görülmediğinde şüphe edilmesin. Rüyet kesinlik arz etsin. İhtilâf, buradan çıkıyor, görülüp görülmediği hususu kesinlik kazanmıyor.
Futbolcu ve basketbolcuların oruç tutmaması caiz mi?
Ramazan ayının sıcak günlere rastlaması ya da bir kimsenin çalışmak mecburiyetinde olması veya futbolcu, basketbolcu gibi yaptıkları iş fizik gücüne dayalı olan kimselerin oruç tutmaması caiz değildir. Yani bu kimselerin orucu tutmayıp kazaya bırakması dinen uygun değildir.
Müslüman bir kimse her işini Allahın emrine göre ayarlamak mecburiyetindedir. Dinin hükümlerini kendi durumuna ve işine göre ayarlaması değil. Bu anlamda futbolcu, basketbolcu Orucu tutmak zorundadır. Şayet maçım, antrenmanım var fiziken tutamıyorum derse ve orucunu tutmasa bu kimse bir farzı terk ettiği için günah işlemiş olur. İleriki bir zamanda imkan bulduğunda bu orucu kaza etmelidir. Kazasız fidye vermek kişiyi bu sorumluluktan kurtarmaz.
Her verilen selama karşılık vermek zorunda mıyız?
Dinimizce selam vermek sünnet onu cevaplandırmak ise farzdır. Bir topluma selam verildiği zaman o toplumdan sadece bir kişi bu selama karşılık vermesi bu farzı yerine getirmek için yeterlidir. Şayet cevap verilmese o toplumda oturan her Müslüman günahkâr olmuş olur. Selamı o toplumun içinde oturan bir kimsenin ismini zikrederek verme durumunda ise ismi geçen kimse bu selama karşılık verme zorunda diğerleri için bir şey söz konusu değildir. Selam, benden sana bir zarar gelmez, anlamına geldiğine göre her Müslüman bu güzel uygulamayı günlük hayatında yaşaması ve yaşatması lazım. Selam verdiği gibi verilen selama da karşılık vermesi gerekir. Çünkü Kuran-ı Kerim de Allahü Teale mealen şöyle buyurmaktadır: Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin. (Nisa 86)
Akupunktur yaptırmak oruca zarar verir mi?
Akupunktur; vücutta belirli noktalara iğne batırmak suretiyle çeşitli hastalıkları tedavi etme metodudur. Akupunktur uygulanması halinde, vücudun beslenmesi, gıda alması söz konusu olmadığından, akupunktur yaptırmak orucu bozmaz.
Günün Ayeti
Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.
Günün Hadisi
Kadınlar size Allahın bir emanetidir. Sizin en hayırlınız eşine en iyi davranandır.
Günün Sözü
Dünün geçti, yarının da belli değil, öyleyse bugününü iyi değerlendir.
(Hz. Ali)
Günün Duası
Allahım hesabını vermeyeceğimiz bir malı bize nasip etme.
Bunları biliyor muyuz?
Rukbi Nedir?
İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sahip olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yani sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibeleridir.
Günün Nüktesi
Bir Bostan Bekçisi
Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem k.s. Hazretleri anlatıyor:
Babam Horasan Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum:
- Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın!
Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allah tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam.
Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu.
Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus ta iken nice günler bostanlarda bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki:
- Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir.
Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi ki:
- Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun. Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun?
- Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam!
Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi:
- Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın.
Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım. İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim...