Hidâne, çocuğun, ehliyetli biri tarafından belli bir süre için alıkonup yetiştirilmesi demektir. Çocuğun yetiştirilmesi anneye ait bir haktır. Ancak anne hukuken bununla sorumlu tutulamaz. Yani çocuğa bakması ve onu yetiştirmesi için zorlanamaz. Fakat çocuğun bakımını üstlenecek başka bir kimse yoksa o zaman anne çocuğa bakmağa mecbur tutulur.
Anne boşanıp ayrıldıktan sonra hidâne için babadan ücret talep edebilir. Çocuğun bakılacağı evin kirası babaya aittir. Baba yoksa bunu onun en yakın akrabası öder. Fakat annenin kendi meskeni bulunur da çocuğa orada bakması mümkün olursa ayrıca kira talep edemez.
Anne bir yabancıyla evlenince çocuğa bakma hakkını kaybeder. Çünkü bu durumda çocuk aşağılanıp huzursuz edilebilir. Fakat anne, çocuğun yakınlarından olan bir şahısla, mesela amcasıyla evlenmişse bu hak düşmez.
Anne yabancı biriyle evlendiği halde bu kişi çocuğun bakımını kabul ederse onu annesinden almak caiz olmaz. Çok kere bir üvey baba, karısının hatırı ve Allah rızası için bir çocuğa akrabasından daha iyi bakabilir.
Erkek çocuklar kendi işlerini yapabilecek bir çağa gelinceye kadar annenin yanında kalır, ondan sonra babaya teslim edilirler. Bu müddet yedi, sekiz veya dokuz yaşını tamamlayıncaya kadardır. Uygulamada yedi yaş esas alınmıştır. Erkek çocuklar bu yaştan sonra bir erkek gibi yetişmeye, ilim ve sanat öğrenmeye ihtiyaç duyarlar. Bu konuda babaları ve dedeleri daha ehildirler.
Kız çocukları adet görmeye veya buluğ çağına yaklaşmaya yani erkeklerin ilgisini çekmeye (müştehat olmaya) başlayıncaya kadar analarının yanında kalırlar. Bundan sonra babalarının ve dedelerinin korumasına daha çok ihtiyaç duyacaklarından analarından alınırlar.
Bir kimse çocuğunu alıp başka bir yere götürmek isterse anne buna mani olabilir. Çünkü çocuğu terbiye etme hakkı çiğnenmiş olur. Ancak baba istediği zaman gelip çocuğunu görebilir. Bakım hakkı sona ermiş olan çocuğu da anne, istediği zaman görebilir. Kendisi bundan men edilemez.
Boğularak ölen kimse şehit mi olur?
Gerçek şehitlik inanmayanlara karşı sırf Allahın dini ve onun rızası için savaş meydanında savaşırken öldürülen Müslümana verilen bir unvandır ki gerçek şehitlik de budur. Bu kısım insanlar Kuranın ifadesi ile diri olup ölmemiş kimselerdir ama biz bunun farkında değiliz. Bu şehitler ahirette cennetlik olup Müslümanlara şefaat edecek müminlerdir.
Şehitlik bu olmakla beraber bu mertebe de olmasa da şehitliğin başka şekilleri de vardır. Sevgili Peygamberimiz hadis-i şeriflerinde: yanarak ölen, suda boğulan, göçük, çığ, toprak veya bina altında kalan, veba gibi salgın hastalıklardan vefat eden, gurbette veya ilim yolunda ölen, doğumda vefat eden kadın şeklinde sıralamıştır.
Bu şehitler sınıfı İslam inancında hükmen şehit olarak kabul edilmektedir. Bundan hareketle boğularak ölen hükmen şehittir.
Teyemmüm nedir?
Suyu temin etme veya kullanma imkânının bulunmadığı durumlarda hadesi yani büyük ve küçük hükmî kirliliği gidermek maksadıyla, Şafii mezhebine göre sadece temiz toprak, Hanefi mezhebine göre ise yer kabuğundan sayılan bir maddeye sürülen ellerle yüzü ve iki kolu mesh etmekten ibaret hükmî temizlik demektir.
Günün Ayeti
Nefis, daima kötülüğü emreder.
Günün Hadisi
Din, temizlik üzerine bina edilmiştir.
Günün Sözü
Başkası düştü mü, "çürük tahtaya basmasaydı" deriz. Kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük çıkmasından şikayet ederiz.
Cenap Şehabettin
Günün Duası
Ey Allah'ım bana cennet yolunu kolaylaştır ve beni cehennem yolundan uzaklaştır.
Bunları biliyor muyuz?
Hulefâ-i Râşidin kimdir?
Peygamber Efendimizden sonra halifelik yapan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali olmak üzere dört halifeye verilen bir sıfattır.
Günün Nüktesi
İçinde acının asla yaşanmamış olduğu bir ev arıyorum
Çinde, tek oğlunu yitiren bir anne, yüreğindeki büyük üzüntüsüyle bir din adamına gitti ve derdine bir çare bulmasını istedi: Oğlumu bana hangi duaların, hangi sihirlerin geri getirebileceğini öğrenmek istiyorum dedi. Söyleyin, o duaları edeyim, o sihirleri yapayım
Çinli din adamı, üzüntülü anneye acısını yatıştıracak sözler söylemek yerine, ona bir görev verdi:
Bana, yaşamları boyunca bireylerinden teki bile hiçbir acı tatmamış bir evden, bir avuç hardal tohumu getir dedi. Onu, senin yaşamında acıyı yok etmek için kullanacağız
Üzüntülü anne, bu sihirli tohumu isteyebilmek için, acının bilinmediği bir ev aramaya başladı.
Sonunda, çok güzel ve çok büyük bir konak gördü ve gitti, umutla kapısını çaldı.
İçinde, acının asla yaşanmamış olduğu bir ev arıyorum dedi. Bu güzel ve büyük konağı görünce, burada acının yaşanmadığına inandım ve aradığım yerin burası olduğuna karar verdim.
Konağın sahipleri, acılı anneyi içeri aldılar, ona ikramda bulundular ve acısını dinledikten sonra ona, aradığı evin burası olmadığını söylediler.
Siz yanlış yerdesiniz diye söze başladılar ve sonrada, başlarından geçen tüm acılı olayları anlatmaya başladılar. Acılı anne, ev sahiplerini dinlerken onlara acımaya başladı:
Bunlar benden daha acılı dedi kendi kendine. Bunlara birilerinin kesinlikle yardımcı olması gerekir.
Çevrede onlara yardım edecek kişilerin bulunmadığını görünce bir süre orada kaldı ve elinden geldiğince bu acılı aileye yardımcı oldu.
Acılı anne daha sonra kentte yine sokak sokak dolaşarak, içinde acının yaşanmadığı başka evler aramasını sürdürdü. Fakat hangi evin kapısını çaldıysa, tümünde acılı öyküler dinledi. İçinde acının yaşanmamış olduğu bir ev bulamamış, fakat kapısını çaldığı bu evlerdeki acılı tüm kişilerin acılarını paylaşarak onlara yardımcı olabilmişti.
Acılı anne, gittiği evlerde tanıştığı acılı kişilerin acılarını azalta bilmek için onlara yardımcı olmaya kendini o denli kaptırdı ki, bir süre sonra kendi yüreğinde ki evlat acısının da azalmaya başladığını gördü. Ve sonun da, sihirli hardal tohumunu aramayı buldu, içindeki acıyı da unuttuğunun farkına vardı.